Emperyalist haydutların demokrasi zirvesi

işçi ve emekçilerin önünde, burjuvazinin onları hapsettiği icazet sınırlarını gerçek bir demokrasi için aşmak, bütün ezilenlerin özgürce yaşayabileceği proletarya demokrasisi için savaşmak dışında bir seçenek yoktur.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 19 Kasım 2021
  • 19:00

ABD Başkanı Biden, seçim öncesi verdiği önemli vaatlerden biri olan “demokrasi önderliğini tekrar ele alıp dünyada otoriterlikle mücadele etme”nin ilk adımını “Demokrasi Zirvesi” düzenleyerek atıyor. Beyaz Saray’dan yapılan yazılı açıklamada, 9-11 Aralık tarihlerinde dünyanın birçok ülkesinin davet edileceği zirvenin üç ana başlık etrafında tartışılacağı belirtildi. Bu başlıklar, “Otoriterliğe karşı demokrasiyi savunmak”, “Yolsuzlukları tespit edip onlarla mücadele etmek” ve “İnsan haklarını savunmak” olarak belirlendi. Zirvede ülke liderleri ve çeşitli “sivil toplum kuruluşları” demokrasi hakkında fikir alışverişinde bulunacak, “uzmanlar ve aktivistler” somut önerilerini katılımcılara sunacakmış.

Biden, 2020 seçimleri boyunca ve 6 Ocak Kongre Baskını sonrasında yaşanan “ABD’de demokrasi öldü mü?” sorusuna yanıt olarak demokrasi vurgusunu sıklıkla kullandı. Böylece hem iç kamuoyunun kendi sistemlerine hem de müttefiklerin ABD’ye olan güvenini arttırmayı amaçlıyor.

Biden yönetiminin “demokrasi zirvesi”nin bir diğer amacını ise, Rusya ve Çin’e karşı özellikle Güney Asya ülkelerinden oluşan geniş bir ittifak bloku yaratmak oluşturuyor. Biden; Myanmar ve Rusya örneğinde olduğu gibi, “insan hakları ve demokrasi” ihlalleri gerekçesiyle kapsamlı ekonomik yaptırım kararları alarak ve çeşitli ülkelere “demokrasi” uyarılarında bulunarak bir nevi “demokrasi kahramanı” algısı yaratma niyetini taşıyor.

Geçtiğimiz hafta, ABD’de yayınlanan Politico dergisi ABD yönetiminden sızan taslak bir davet listesi yayınladı. Listeye göre zirveye davet edilen 107 ülke içerisinde NATO üyesi Türkiye ve Macaristan yok. Gerekçe olarak ise “bu liderlerin yıllardır demokratik sistemlerini baltaladığı” gösteriliyor. Macaristan ve Türkiye’nin NATO müttefiki olmalarına rağmen listede yer almama olasılığı ABD medyası tarafından da sıklıkla gündeme getirilen bir konuydu. ABD emperyalizminin önceliğini Güney Asya’ya kaydırması, dolayısıyla Türkiye ile stratejik ilişkilerin öneminin eskiye nazaran azalması nedeniyle, birçok yorumcunun beklentisi Türkiye’nin davet edilmeyeceği yönünde. Türkiye’nin gelecek günlerde zirveye davet edilip edilmeyeceği henüz belli değil, fakat davet tercihinin ABD’nin Türkiye’yi önemli bir stratejik ortak olarak görüp görmediğinin göstergesi olacağı neredeyse kesin. Politico dergisi listeyi yayınladığı haberinde, özellikle listenin bir tartışma sürecinin parçası olduğunu, kesin bir davet listesi olmadığını belirtse de söz konusu taslak liste ABD’nin yeni ittifaklar arayışı konusunda ipuçları sunuyor.

Beyaz Saray’dan zirve ile ilgili daha önce yapılan yazılı açıklamada, “dünya genelinde demokrasi ve insan haklarının tehdit altında olduğu”na dikkat çekilerek, “demokrasiyi savunmada demokratik ülkelerin dayanışma içinde olmasının önemi” vurgulanıyor. Açıklamada, “Toplumda oluşan güvensizlik ve hükümetlerin buna bir çözüm üretmede başarısız olmaları, siyasi kutuplaşmalar ve demokratik kurumların altını oyan liderlerin yükselmesine neden oldu” deniliyor. Bu şatafatlı açıklamalara rağmen, ABD’nin stratejik çıkarları söz konusu olduğu zaman, demokrasi ve insan hakları ihlallerinin hiçbir önemi kalmıyor. Çünkü, Rusya, Çin, Türkiye, İran, Macaristan, Mısır, Azerbaycan, Tunus gibi ülkeler insan hakları ihlalleri gerekçesiyle zirveye davet edilmezken, Brezilya, Polonya, Filipinler gibi faşist diktatörler tarafından yönetilen ülkelerin davet edilmesi bunun en çarpıcı göstergesidir. Ayrıca yıllardır Filistin’i işgal eden, katliamlar yapan İsrail’in her zaman kollanması ve zirveye davet edilmesi, demokrasi ve insan hakları konusunda “hassasiyeti” dilinden düşürmeyen ABD emperyalizminin ne kadar ikiyüzlü olduğunu yeterli açıklıkta gözler önüne seriyor zaten.

Ellerinde halkların kanı olanların “demokrasi” yalanları

Demokrasi zirvesi çağrısı yapan ABD ve savaş örgütü NATO üyesi emperyalist ülkeler, on yıllardır yeryüzünün dört bir yanında dünyanın mazlum halklarına karşı insanlık dışı, barbarca bir savaş yürütüyorlar. Afrika’dan Ortadoğu’ya, Asya’dan Avrupa’ya ülkeleri işgal edip, yakıp yıkıyor, vahşice talan ediyorlar. Yüzbinlerce insan emperyalistlerin kirli çıkarları uğruna sürdürülen bu savaşlarda yaşamını yitirdi. Milyonlarca insan ülkelerini terk etmek zorunda kalarak, mülteci konumuna düşürüldüler. Demokrasi ve insan hakları konusunda yüksek perdeden ahkam kesen kapitalist tekellerin hizmetindeki emperyalist sermaye devletleri evrensel insan haklarının en temel ilkelerinden birisi olan yaşam hakkını hiçe sayarak Covid-19 salgını boyunca 6 milyona yakın insanın ölümüne neden oldular. Sadece ABD’de virüs bulaşanların sayısı 252 milyona yaklaşırken, ölenlerin sayısı 750 bini geçmiştir.

Demokrasi kelimesini dillerinden düşürmeyen sermaye devletleri, durmaksızın işçi ve emekçilerin en temel demokratik haklarını yok etmek için, hizmetlerindeki parlamentolarda yasal çıkarıyorlar. Yıllardır boğuştukları krizlerin faturalarını emekçilere ödetebilmek ve onları zapturapt altına alabilmek için polis devleti uygulamalarını yasallaştırıyorlar. En ileri demokrasi ve evrensel insan hakları ile övünen Avrupa ülkelerinde örgütlenme, düşünce özgürlüğü ve gösteri hakkı devlet terörü ile yok edilmek isteniyor. Bugün sermaye devletleri eğreti burjuva demokrasisinin kırıntılarına bile tahammül göstermezken, işçi ve emekçilerin büyük bedeller ödeyerek elde ettikleri tüm kazanımlarına karşı savaş açmış bulunuyorlar. Tam da bu nedenlerden dolayı onların demokrasi adına söyledikleri her şey yalan, düzenleyecekleri zirveler ikiyüzlülükten başka bir anlam ifade etmeyecektir.

Burjuvazi egemenliğini koruyabilmek için işçi ve emekçileri bütün silahlarından arındırmayı ve mücadeleler yoluyla elde edilmiş bütün kazanımları yok etmeyi sınıf çıkarlarının bir gereği olarak görmektedir. Nitekim şimdilerde dünya burjuvazisi en geri burjuva demokrasisine bile tahammül edemez durumdadır. Şartları oluştuğunda “burjuva demokrasisi”ni açık bir diktatörlükle ikame etmede hiçbir sakınca görmeyecektir. Tam da bu nedenlerden dolayı işçi ve emekçilerin önünde, burjuvazinin onları hapsettiği icazet sınırlarını gerçek bir demokrasi için aşmak, bütün ezilenlerin özgürce yaşayabileceği proletarya demokrasisi için savaşmak dışında bir seçenek yoktur.