Emperyalist-kapitalist düzenin çok yönlü bunalımının bir boyutu olarak emperyalistler arasındaki hegemonya krizi giderek şiddetlenmektedir. İkinci dünya savaşından itibaren emperyalist dünyanın jandarması olan ABD, gelinen bugünkü aşamada tüm üstünlüklerine rağmen dünyayı artık eskisi gibi yönetememekte ve hegemonyasını sürdürmekte zorlanmaktadır.
ABD emperyalizmi kendi içinde de sorunlarla boğuşmaktadır. Emekle sermaye arasındaki uçurum derinleşmekte, sınıfsal farklılıklar büyümekte, sınıf ve emekçi kitleleri düzene bağlayan bağlar zayıflamaktadır. Salgının da su yüzüne çıkardığı çürümüş düzen tablosuna, servet sefalet kutuplaşmasına ve yükselen ırkçı vahşete karşı emekçi kitle hareketi gelişmektedir. Bunlar karşısında Amerikan devletinin başvurduğu araç ırkçılık, milliyetçilik ve zorbalıktır.
Hegemonik konumu tartışmasız biçimde sarsılmış bulunan ABD emperyalizmi, halen de sahip olduğu çok yönlü üstünlükleri kullanarak uluslararası ilişkileri sürekli biçimde germekte, savaşçı ve saldırgan politikalarını tırmandırmaktadır. Rakiplerin yükselişini önlemek, onları kendi sınırlarına hapsetmek ABD’nin temel hedefleri arasında bulunuyor.
Rakibi olarak karşısında yükselen Rusya ve Çin’i en büyük tehlike olarak gören ABD, Avrupa’da Rusya’yı, Pasifik’te ise Çin’i kuşatmak için askeri varlığını güçlendirmekte, yüksek gümrük duvarları ile ekonomisini korumaya çalışmaktadır.
Fakat özel olarak Çin, artık birçok bakımdan ABD için yaşamsal bir tehdit oluşturmaktadır. Dolayısıyla Çin her alanda kuşatılmaya çalışılmakta, iç kamuoyunda Çin düşmanlığı, ırkçılıkla birlikte kışkırtılmaktadır. Öyle ki Çin, aylardır ABD’nin neredeyse değişmeyen temel gündemidir ve her tür saldırganlığın hedefidir.
Şimdilerde ise 3 Kasım’da yapılacak olan başkanlık seçimleri vesilesiyle Çin tekrar Trump tarafından hedefe çakıldı. Başkanlık koltuğuna Çin düşmanlığını kışkırtarak oturan Trump, önümüzdeki seçimleri kaybetme korkusuyla Çin’e karşı düşmanlığa sarılmış bulunuyor. Seçim propagandasında Çin düşmanlığını körüklemek önemli bir yer tutuyor.
Bunun son örneği, ABD Başkanı Donald Trump’ın katıldığı bir radyo programındaki açıklamaları oldu. Demokrat Parti’li rakibi Biden’ın Çin konusundaki tutumunu eleştiren Trump, “Seçimleri ben kazanamazsam, Çin ABD'nin sahibi olacak. Sonra da ABD'liler Çince konuşmayı öğrenmek zorunda kalacak” ifadesini kullandı.
Yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgını ortaya çıkmadan önce kendisinin Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile yakın ilişkisi olduğunu belirten Donald Trump, “Bizim ilişkimiz artık çok iyi değil, çünkü Covid-19 konusunda gerekeni yapmadılar.” iddiasını yineledi. Şi Cinping ile uzun süredir görüşmediğini vurgulayan Trump, Çin’de ortaya çıkan virüsün kendisinin siyasi duruşunu da etkilediğini öne sürdü. Devamında “Çin vebası (Covid-19) bizim ülkemize gelmeden önce bence George Washington bile seçimlerde beni yenmekte zorluk yaşardı.” yorumu yaptı.
Amerikan halkını, işçi-emekçileri, gençliği koronavirüs salgını karşısında adeta çaresizliğe mahkum eden ABD emperyalizminin şefi Trump, Covid-19’u Çin düşmanlığını körüklemek için kullanmayı sürdürüyor. Bütün bunlar, Amerikan emperyalizminin virüs karşısında düştüğü aczi gözler önüne seriyor. Her şeye rağmen halen de emperyalist dünya jandarması olan ABD’nin ne duruma düştüğünün de resmidir ve Çin karşısında duyduğu korkunun dışa vurumudur.