Dinci-faşist AKP iktidarı, emperyalizmin ve siyonizmin taşeronu olarak, başından itibaren Suriye savaşında kirli ve kanlı bir rol oynadı, oynamaya da devam ediyor. Erdoğan rejiminin üstlendiği rolün ve Suriye halkına karşı işlediği suçların hedeflerinden biri, Kürtlerin bölgesel düzeydeki kazanımlarını tasfiye etmek, diğeri ise işgalci ve yayılmacı heveslerini gerçekleştirmektir. ABD ve Rusya’yı bir arada idare etme çabası da dinci çeteleri koruyup kollaması da bu hedeflerin bir parçasıdır.
Bu kirli hesap ve çıkarların bir sonucu olarak cihatçı katillere kol kanat geren ve “yıkılsın İdlib, yansın Suriye” naraları eşliğinde savaş ve saldırganlık politikasında direten faşist AKP iktidarı, her tür çılgınlığı yapmaya hazırdır. İdlib’de oynadığı kirli rol bunun kanıtlarından biridir. Erdoğan, Suriye hükümetine Şubat sonuna kadar Türkiye’nin oluşturduğu gözlem noktalarının gerisine çekilme notası vermişti. Ardından da “bu süreçte gözlem noktalarındaki askerlerimize en küçük bir zarar gelmesi halinde rejim güçlerini her yerde vuracağımızı buradan ilan ediyorum” tehdidinde bulunarak, işgalci savaşı tırmandırmaya, şeriatçı katilleri Suriye ordusunun üzerine sürmeye devam etti.
Cihatçı katiller sürüsünün merkezi olan İdlib’de AKP iktidarı tarafından alenen tırmandırılan ve Erdoğan’ın “artık savaştayız diyebilirim” açıklamasına konu olan gerilim, 33 Türk askerinin ölümüyle tehlikeli bir boyut kazandı. Türkiye ile Suriye savaşın eşiğine geldi. Dış ve iç politikada kirli ve kanlı hesaplara dayanan Erdoğan rejiminin amaçlarına ulaşmak doğrultusundaki çabaları, tüm bölgeyi ateşe verme potansiyeli taşımaktadır. Cihatçı katillerin üssü olan İdlib’de gerçekleşen son saldırılar ve bunu izleyen gelişmeler, büyüyen tehlikeye işaret etmektedir.
Rusya’nın desteğiyle kendine yönelik saldırılara karşılık veren ve topraklarını dinci çeteler sürüsünden temizlemek isteyen Suriye’nin İdlib’e yönelik operasyonu, AKP iktidarını ve çetelerini zor durumda bıraktıkça, onlara yolun sonuna gelindiğini hatırlattıkça, Türk sermaye devleti daha da pervasızlaşıyor. Yaşanan ölümler ve alınan darbeler üzerinden savaş kışkırtıcılığını histeri düzeyine çıkartarak, Suriye’yi yakıp yıkacağı tehditleri savuruyor. Ama öte taraftan da ABD, AB ve Rusya’nın ayaklarına kapanıyor.
ABD’nin NATO Büyükelçisi Kay Bailey Hutchinson, İdlib’de 33 Türk askerinin yaşamını yitirdiği saldırıyla ilgili olarak, “Türkiye’nin kimin güvenilir dost olup olmadığını görmesi gerektiğini” söyledi ve “Umarım cumhurbaşkanı geçmişte olduğu kadar gelecekteki müttefiki olduğumuzu ve S-400’lerden vazgeçmesi gerektiğini anlamıştır” diyerek, adeta burnunun sürtülmesi gerktiğini dile getirdi. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres ise, “derin endişe” duyduğunu belirterek, Suriye’deki krize askeri çözüm bulunamayacağını belirtti ve sürdürülebilir tek yolun BM denetiminde siyasi çözüm olduğunu kaydetti.
AKP iktidarı AB’li dostlarından da beklediği tutumu görmeyince her zamanki insanlık dışı şantaja başvurdu. Tayyip Erdoğan uzun süredir AB yönetimini ve Avrupa ülkelerini mültecilerle tehdit ediyordu. “Açarız sınırları yürüsünler Avrupa’ya” tehdidini ve mülteci yaşamı üzerindeki iğrenç pazarlıkları bir kez daha kullandı.
Bu savaş histerisinin iç politik yaşamı ilgilendiren kirli hesaplar içerdiği de biliniyor. Bu hesapların en önemlisi, krizin sonu gelmeyen faturasına karşı öfke ve tepkisi sürekli olarak büyüyen işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin kudurgan bir şovenizm ve ırkçılıkla zehirlenip sersemletilmeleri, dolayısıyla da etkisizleştirilmeleridir. Bu çerçevede kardeş Kürt halkına karşı düşmanlığın kışkırtılmasıdır. Başka bir hedef ise, artık kırıntılar düzeyine indirilmiş demokratik hak ve özgürlüklerin “savaş halindeyiz” bahanesiyle tümden gasp edilmeye çalışılmasıdır. Düzen muhalefetinin kendi etrafında kenetlenmesini sağlamak da kirli hesapların bir başka boyutudur.
Savaş histerisinin ortalığı kapladığı bugünkü koşullarda, Suriye’ye saldırı politikasına ve savaş çığırtkanlığına son verilmeli, cihatçı çetelerle işbirliği terk edilmeli, Türk ordusu Suriye ve Libya topraklarından derhal çekilmelidir. Tüm bölgede emperyalist müdahalelere son verilmeli, halkların kendi kaderlerini tayin hakkı tanınmalıdır. İşçi ve emekçiler savaşın ağır faturalarını ödemeyi reddetmeli; demokratik hak ve özgürlüklerin gaspına, savaş çığırtkanlığına ve şovenizm zehrine karşı “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!” şiarıyla mücadeleyi yükseltmelidir.
BİR-KAR
28 Şubat 2020