Suudi tesislerini vuran füzeler, İHA’lar, egemen enerji güvenliği paradigmasını şiddetle sarstı, bölge jeopolitiğinin taşlarını yerinden oynattı. Şimdi, yine bir “Yeni Ortadoğu” şekilleniyor
Paradigmanın çöküşü
Ortadoğu’da egemen enerji güvenliği paradigması, 1980’de açıklanan Carter Doktrini’ne dayanıyordu: ABD, enerji kaynaklarının üretim ve tedarik zincirlerinin güvenliğini sağlayacaktır. Bu doktrinden kaynaklanan güvenlik paradigması iki ayak üzerinde duruyordu: ABD, Körfez ülkelerine enerji kaynaklarını savunabilmeleri için gerekli silahları satıyordu. Enerji kaynaklarına yönelik tehditlere ABD, gerektiğinde, Irak’ın Kuveyt’i işgaline karşı, “I. Körfez Savaşı” örneğinde olduğu gibi, askeri yöntemlerle cevap veriyordu.
Ancak, Suudi Arabistan’ın on milyarlarca dolar vererek ABD’den satın aldığı hava savunma füzeleri ve radar sistemleri son saldırıları önleyemedi. Böylece paradigmanın iki dayanağından biri çöktü. Şimdi, ABD’nin, saldırılardan İran’ı sorumlu tutmasına karşın, bir anlamda haklı olarak sergilediği kararsızlık, paradigmanın ikinci dayanağı üzerine de büyük bir soru işareti koydu.
“Haklı olarak” diyorum çünkü, İran’a yönelik bir askeri saldırının bir süredir tırmanmakta olan çatışmaları hangi düzeye sıçratacağını, sürecin nerede, nasıl sonuçlanacağını; sonuçlanmadan önce hangi ülkeleri içine çekeceğini kestirmek son derecede zor. ABD yönetimlerinin 1990’ların başında benimsediği “tek kutuplu dünya” iddiası çoktan anlamını yitirdi. ABD, artık “tek büyük güç” değil. Ortadoğu bölgesi de “büyük güçler rekabeti” paradigmasının geçerli olduğu coğrafyalardan biri, hatta belki de en önemlisi.
Yeni Aktörler
ABD ile küresel çapta rekabet içinde olan iki büyük gücün, Rusya ve Çin’in, Ortadoğu’daki etkileri, birbirinden farklı ve adeta birbirini tamamlayan yollardan giderek artıyor.
Rusya, 2015 yılından bu yana Suriye iç savaşının kaderi üzerinde belirleyici rol oynadı. AKP Türkiyesi’ni, geleneksel müttefikleriyle arasındaki ilişkilerin istikrarını bozarak, ya da bozulan istikrardan yararlanarak kendi etki alanı içine çekmeyi başardı. Rusya, bölgenin İran, İsrail, Suudi Arabistan, Mısır gibi en önemli ülkeleriyle, bunlar arasındaki sorunların üzerine çıkarak yapıcı ilişkiler kurabildi. Tüm bunlar, Rusya’nın “yönlendirici” bir güç ve bir güvenlik unsuru olarak etkisini artırdı.
ABD teknolojisinin, Suudi Arabistan’a yönelik son füze ve İHA saldırılarını önlemekteki başarısızlığı karşısında Rusya kendi İHA saldırılarını önleyici sistemlerini, S-400 füzelerini pazarlamak için yeni bir olanak elde etti. Bu ortamda, Rusya’nın Ortadoğu için geliştirdiği, “ortak güvenlik altyapısı” önerisi yeniden gündeme geldi.
Bu saldırılar ve ABD hegemonyasına dayalı enerji güvenliği paradigmasının sarsılması, Rusya’ya iki ek olanak sağladı. Birincisi: saldırılar petrol fiyatlarını yukarı doğru itince, Rusya enerji üretim kapasitesini yükseltmeden enerji gelirlerini artırabildi. İkincisi ve daha da önemlisi, Ortadoğu’daki enerji güvenliği paradigması sarsılırken, Rusya’nın, istikrarlı ve güvenli bir enerji kaynağı olarak önemi daha da arttı.
Bölgede etkisi artmakta olan bir diğer aktör de Çin. Çin’in hem İsrail hem de İran’la ekonomik, teknolojik ilişkileri hızla ve ABD’yi kaygılandıracak alanlarda giderek derinleşiyor. Önceki yazımda, Çin’in İran’la yaptığı son anlaşmaya değinmiştim. Çin’in bölgede özellikle ilgilendiği ikinci ülke, bilişim ve tarım teknolojilerinde önemli atılımlar atan İsrail. Rand Corporation’ın bir araştırmasına göre, 2007-2017 döneminde, 34 Çin şirketi, çoğu bilişim ve tarım teknolojisi alanlarında 69 projeye yatırım yapmış. Bir South China Morning Post haberine göre 2016 yılında Çin yatırımları üç kat artarak 16 miyar doları geçmiş.
Son saldırılar Çin’e iki olanak sunuyor. Birincisi, ABD’nin bölgedeki etkisini aşındırarak, potansiyel olarak Çin’in hareket alanını genişletiyor. İkicisi, Çin’e, İran’la ilişkilileri üzerinden ABD’nin kriz içinde tutum alma özelliklerini daha yakından izleme olanağı sunuyor.
Ortadoğu büyük güçler arası rekabetinin “paylaşım alanı” olarak, yeniden şekilleniyor.
Cumhuriyet / 23.09.19