Uluslararası finans-kapitalin seçkinleri, Financial Times’dan Janan Ganesh’in deyimiyle “Bilderberg sınıfları” çok kaygılı. İş çevrelerinin dergisi Fortune’un CEO’su A. Murray bu “Bilderberg sınıfları” için “İçinde çalıştıkları düzenin yıkılmasından, gelecek resesyonda patlak verebilecek devrimlerden, kitlelerin baltalarını bileyip hesap sormaya kalkmasından korkuyorlar” diyor.
Gündemde resesyon var
Almanya ekonomisi sert bir frenle resesyona giriyor. İngiltere’de ekonomik büyüme negatif. Çin ekonomisi yavaşlıyor. Singapur, Güney Kore, Brezilya, Meksika ekonomileri resesyonda. İtalya ve Rusya’nın büyüme oranlarının negatif alana geçmesi bekleniyor. Nihayet ABD’de 2020’de bir resesyon olasılığı hızla artıyor. Ticaret savaşları bu süreci hızlandırıyor. Mali piyasaları sarsıyor. Dow Jones, cuma gününü yüzde 2.6 düşüşle kapattı. Hafta sonu yapılan G7 toplantısının gündeminin başında da dünya ekonomisi vardı.
Genelde, “Bilderberg sınıfları” için resesyon büyük bir sorun değil. Hatta ekonomi içindeki konumları, devleti yönetenlerle ilişkileri sayesinde resesyonlardan yararlandıkları bile söylenebilir.
Ancak bu kez farklı. Dünya ekonomisinin borç yükü, 2008’den bu yana daha da arttı. Buna karşılık faizler çok düşük, merkez bankalarının bilançoları çok yüklü, en kritik ülkelerde kamu borçları çok yüksek; ABD’de gelecek yıl 1 trilyon dolara ulaşması bekleniyor. Kısacası merkez bankalarının manevra alanı çok sınırlı. Çare olarak devletlerin maliye politikalarına ağırlık vererek Keynesgil modele dönmeye başlamasının, uluslararası ticaretin ve sermaye hareketlerinin serbest olmasından dolayı önemli siyasi sakıncaları var. Bu sakıncaları gidermek için ticarette korumacılığın, sermaye hareketlerinde yeni denetleme biçimlerinin devreye girmesi, “ekonomik ulusalcılığa”, “devlet kapitalizmine” uygun söylemlerin üretilmesi gerekiyor. Böyle bir model değişikliği kolay değil.
Patlayıcı karışım
Yeni bir küresel resesyonun basıncının patlayıcı bir karışıma yol açma olasılığı da hızla artıyor.
Örneğin, dünyanın önde gelen ülkelerini, (ABD, Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya) halen “Yeni Faşizm” tanımı içine kolaylıkla sokulabilecek liderler yönetiyor. Bu liderler, milliyetçi ideolojiyi körüklüyor, ırkçı önyargıları, korkuları, üstünlük inançlarını besliyorlar. Teknolojik gelişmeler bu liderlerin devletlerine halklarını yakından izleme, denetleme ve manipüle etme olanakları sunuyor. Çin, bu “tekno- totalitarizmin” en çarpıcı örneği: “Sosyal krediniz” (iyi hal notunuz) yeterli değilse tren, uçak bileti bile alamayabiliyorsunuz.
Ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmaya kararlı bu liderler, Brezilya hariç, güçlü nükleer cephaneliklerin üzerinde oturuyorlar. Dahası ABD, Rusya ve Çin arasında yeni bir silahlanma yarışı, teknolojik savaş başlamış görünüyor.
Bu karışımın öbür bileşeni de “baltaları bileme”, “hesap sorma arzusu” olasılığı. 2008’i izleyen büyük durgunluk içinde, birçok yazar, yükselen “popülist” dalgaya bakarak, “bu düzen bir mali krize daha dayanmaz” diyordu.
Koşullar, sol hareketin, yükselen toplumsal muhalefet dalgası üzerinde bir Rönesans başlatmasına çok uygundu. Ancak tam aksi oldu. Toplumsal muhalefet dalgası “Yeni Faşizm”i yükseltti. Şimdi “Yeni Faşizm” ulusal ve uluslararası alanda, her zamankinden çok daha örgütlü; merkez sağ partilerin politikalarını, toplumun ideolojik yaşamını güçlü biçimde etkiliyor, şekillendiriyor; halk, sorumlu ararken, “baltasını bilemeye” başladığında, onun nefretini körükleyecek, yönlendirecek bir konuma yerleşiyor.
ABD’de gelecek yıl seçimlere bir resesyon altında girme olasılığı karşısında Trump, daha şimdiden ırkçı, dinci, kimlik politikalarıyla toplumsal gerginlikleri körüklemeye hız verdi. Dahası adamın aklı da istikrarını giderek kaybediyor: Kendini “Musevilerin kralı”, “Tanrı’nın ikinci gelişi” (İsa) sanıyor, Çin’le mücadele etmek üzere “seçilmiş” olduğuna inanıyor. Kimi araştırmalar Trump’ın ırkçı söyleminin, beyaz liberal orta sınıf içinde de alıcı bulmaya başladığını düşündürüyor.
Yine, hem çok korkutucu siyasi sonuçlar hem de fırsatlar yaratabilecek bir döneme girdik.
Cumhuriyet / 26.08.19