Sermaye düzeninin AKP-MHP iktidarı eliyle yarattığı yıkım derinleşiyor. Bir bütün olarak toplum yaşamını hedefleyen ekonomik, sosyal ve siyasal saldırılar katmerleniyor. Saray iktidarının “Orta Vadeli Program” adı altında hayata geçirmeye çalıştığı ekonomik saldırı adımları ile elde kalan kırıntı düzeyde haklar da hedefe konulmuş durumda. Şu an içinde bulunulan çalışma ve yaşam koşulları, gündemdeki ekonomik ve sosyal yıkım paketleriyle çok daha ağır bir içerik kazanacak. İşçi sınıfı ve emekçi kitleler saldırıları püskürtebilecek bir mücadele örgütleyemezlerse önümüzdeki dönemin çok daha ağır geçeceği açık.
Öfke ve tepki gitgide büyüyor. Ancak kendini değişik eylemliklerle de ortaya koyan bu tepkiler henüz parçalı, dağınık ve çoğu zaman örgütsüz bir durumda. Fabrika ve işletmelerde gösterilen tepki ve eylemler yaygınlaşsa da, bu genel bir hareketliliğe dönüşemediği, birleşik ve kitlesel bir karakter kazanamadığı oranda etkili bir sonuç ortaya çıkartmaya yetmiyor. Dolayısıyla işçi sınıfı ve emekçi hareketini on yıllardır kötürümleştiren ideolojik, politik ve örgütsel kuşatma yarılamıyor. Bilinç ve örgütlülüğün zayıflığı koşullarında bu parçalı ve dağınık yapı işçi sınıfına boyun eğdiren, tabloyu kanıksatan ve hareketsizlik halini besleyen bir sonuç yaratıyor.
Mevcut tablo içinde sınıfın nispeten daha örgütlü kesimleri olan sendikalı işçiler ise büyük oranda sendikal bürokrasinin denetimi ve etkisi altında. Kendini farklı renk ve tonlarda ifade eden sendika bürokrasisinin baskın etkisi işçi sınıfının eylemini sınırlayan, bilincini ve örgütlülüğünü zayıflatan bir rol oynuyor.
Oysa ağır kriz tablosu üzerinden dayatılan ekonomik ve sosyal yıkım saldırıları karşısında sendikal hareketin daha dinamik bir süreç içerisinde olması beklenir.
İşçi sınıfının mevcut tablosu içinde nispeten örgütlü hareket edebilecek bu kesimlerin sendikal mücadelede atacağı adımlar genel sınıf mücadelesini etkileyebilecek bir mahiyet taşıyor. Ancak sendikal bürokratik anlayışlar bu potansiyelin önünde bir engel olarak duruyor.
İşçi sınıfının içinde bulunduğu kısır döngüden çıkabilmesi ve bunaltıcı atmosferi parçalayabilmesi, önündeki bu engelleri aşma çabasıyla birlikte sınıf hareketliliğinin, eylem ve örgütlenme kapasitesinin yükseltilebilmesine bağlı. Somut saldırılara karşı işçi ve emekçilerin direncini örgütleme çabası, bu direncin oluşmasının önündeki engelleri de aşmayı hedeflemek zorundadır. Bu da ancak tabandan gelişebilecek bir örgütlenme ve mücadele pratiği ile mümkündür. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerde biriken öfke ve tepkiyi açığa çıkartmak ve birleştirmek için sergilenecek iradi çaba oldukça önemli bir yerde durmaktadır.
Sorumluluk öncü-devrimci işçilerin omuzlarındadır. Bu, fabrika merkezli örgütlenmeler üzerinden işçileri harekete geçirme, varolan işçi direnişlerini yan yana getirme ve sınıf dayanışmasını örgütleme çabasına yoğunlaşmak demektir.
Böylece krizin faturasına karşı kitlesel eylemler halinde kendini ifade edecek “sınıfa karşı sınıf” bakışının adım adım örgütlenebilmesi demektir. Mücadelenin sonucunu bu yönlü çabaların ne ölçüde başarılı olduğu belirleyecektir.
Emeğin Kurtuluşu’nun 40. sayısından alınmıştır...