Geçtiğimiz hafta Erdoğan’ın ‘tensipleriyle’ ilan edilen Orta Vadeli Program, ücretli emeğe yönelik bir iktisadi savaş ilanıydı esasen. Aynı anda pek çok cepheden, ücretlere, emeklilik haklarına, kıdem tazminatlarına baskın saldırılar düzenlemeyi planlayan bir savaş stratejisi açıkladı ‘yeni ekonomi yönetimi’… Bu ‘yeni’ yönetimi dikkat çekici hale getiren esas unsur ‘eski’ yönetim ile arasındaki, kimi zaman karşıtlık düzeyine varan yaklaşım farklılıkları. Çeyrek asır önceki Kemal Derviş’in bir tür aranjmanı gibi görünen hem epey eski ve hem de en yeni Maliye Nazırı Mehmet Şimşek bu sözcüğü kullanmayı tercih ediyor: Yaklaşımımız…
OVP, Türkiye kapitalizminin çıkmaz sokaklarını halkın elindekilere el koyarak açmaya çalışan bir sermaye programı. Ama Erdoğan rejiminin siyasal iktisadı açısından da bir yeni tutum değişikliğini, artık kaçınılmaz hale gelmiş bir bükülmeyi ifade ediyor. Yerli ve milli dönemin IMF programı, ‘içeriden’ çıkmış gibi yapılıyor, Saray mabeyincileri tarafından duyuruluyor. Ama alkış ve klakson sesleri derhal Washington D.C.’den, Dünya Bankasından yankılanıyor. Bankanın Türkiye valisi Humberto Lopez “Türkiye ekonomisini istikrara kavuşturacak politikalara eşlik etmeye kararlıyız” diyor ve tam da OVP taarruzunun savaş planıyla örtüşen bir zaman diliminde, “önümüzdeki üç yıl için” 18 milyar dolarlık bir ek kaynak açmaktan söz ediyor. Bu, sofraya konmuş değil, vaat edilmiş, iştah açıcı kokusu duyurulmuş bir kaymak. Bunu yemeyi hak etmesi gerekecek, hazinesi guruldayanların.
Rejim açısından siyasal iktisadı, üstelik bunca uluslararası şebekenin kıvrımları arasından geçirerek değiştirmek iç ve dış politik tutumlarda da köklü değişimlere gitmek anlamına gelecek, geliyor. Zira tensip buyurma, münasip görme yetkisi sınırların dışına çıkınca el değiştiriyor. İlk işaretler uluslararası ilişkiler alanından gelmeye başlamıştı çoktan. Sembol bir örnek olarak, Mısır’ın darbecisiyle uzlaşma çabalarının, onu Ankara’da ağırlama talebine varması gösterilebilir. Üç yıllık harekât planı, devlet aygıtını ve onun içe ve dışa dönük fonksiyonlarını bazı noktalarda elden geçirmeye zorlayacak rejimi.
Planın içeride özellikle emekçilere yönelik kemer-boğaz sıkma katmanı, siyasal şiddeti, özellikle de ülkenin pek çok yerinde kımıltılar halindeki emek hareketine yönelik şiddeti artıracaktır. İşçi sınıfının öncü güçleri, işbirlikçi olmayan sendikalar ve emek hareketiyle dayanışma ve güç birliği içindeki tüm kesimler ve genişleyen halkalar halinde tüm politik muhalefet bu şiddetin hedefi olacaktır.
Ama “yatırımlar ile hukuk” arasında kurulan eğreti denklemin yerli ve yabancı savunucularını da doyurmak, ‘iş’ alanının ve devletin buradaki kaslarının bazı çalışma prensiplerini güncellemek de gerektiği aşikâr. Ankara mafyasına yönelik debdebeli operasyonu, Temmuz 2016’dan sonra kurulan iskeleyle inşasına girişilen ama bir türlü istenen verim alınamayan saçaklı devletin berber koltuğuna oturtulması olarak da görebiliriz belki bu açıdan. Aslında bütün apaçık gangsterliğiyle, daima derin bir güvenliksizlik bulutunun arkasında olan mafyacının ensesine vurulan polis tokadı, eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya yönelik bir operasyon olarak da algılandı, haklı olarak. Haklı, ama böyle bırakıldığında eksik gibi görünen bir değerlendirme. Soylu şahsında, 2016’dan itibaren yürütülen bazı işlerin ‘yürütülme biçimi’ne ilişkin bir örtük kararnamenin gölgesi dolaşıyor sanki bu operasyonun tüm mimarisinde. Daha önce kızağa çekilmiş emniyet amirlerinin operasyon kapsamında gözaltına alınması, bir dönem Ankara’yı kavurmuş eski başsavcı hakkındaki rüşvet-villa iddialarının bizzat polis tarafından servis edilmesi, Ayhan Bora Kaplan ile yapılan uzun ‘mülakat’ın derhal tefrika edilmesi…
Çete liderinden maddi çıkar sağlamakla suçlanan eski Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman da, çete liderinin kendisi de “FETÖ’cülerin saldırısı altında olduklarını” söylüyorlar. Ortaya çıktıkları koşulların argümanlarını ezberlemiş dönem adamları. Savcı bey, “Ben bu tarz işlere girecek olsaydım Ayhan Bora Kaplan'a mı ihtiyacım var. İstesem yapardım” diyor örneğin gazeteci Seyhan Avşar’a. Bir savcının “eğer isterse”, “bu tarz işler” yapabileceğine dair ışıklı bir itiraf.
Tedirginlik içinde, “Emniyetin tarzına şaşırdım. Burası bir hukuk devleti. Bugün ona yarın başkasına bu uygulamalar kabul edilemez. Duygularla hareket edemeyiz” diye devam ediyor savcı.
Devlet bürokrasisinde örtük, açık ‘tedirginlik’ izleri görmek şaşırtıcı olmamalı. Zira anlaşılıyor ki Soylu’nun çapını da aşan, rejimin bazı bağlaşıklarıyla ilişkisini kopartan, felç eden, bazı yeni ilişkiler kuran geniş bir tasfiye gösteriş içinde yapılacak. ‘Yeni’ dönemin yaklaşımı bu yönde belli ki. Devletin deneyimi ve hafızası bu konuda geniş bir birikime sahiptir. Bu birikimi kullanacaktır. Holding salonlarında eller ovuşturuluyor olmalı: Alın size ‘hukuka dönüş’ ve kulübelere savaş.
Evrensel / 14.09.23