Tüm dünyada kısa sürede yaşamın ekonomik, siyasi, kültürel, tüm ezberlerini şaşırtan, toplumu derin bir endişe ve belirsizliğe sürükleyen korona virüse karşı, ne kadar işe yarayacağı, çözüm olup olmayacağı bilinmeyen bazı önlemler can havliyle alınıyor. COVID-19’un can kaybını en azda tutmak için “sosyal uzaklaşma” en önemli tedbir olarak her yerde tavsiye edilirken bu önlem, bekleneceği gibi, tüm dünyada birçok mal ve hizmete talebi bıçak gibi kesti.
Talep daralması, arkasından üretimi, yani arzı da durdurdu. Şirketlerin her türlü varlık değeri hızla düştü. Her yerde devletler, bir yandan merkez bankaları aracılığıyla para politikaları bir yandan Hazine üstünden maliye politikaları ile global kriz dönemlerinde uyguladıkları ezber reçetelere başvurdular. Bu reçetelerin, dibi belirsiz korona virüs krizinde işe yarayıp yaramayacağı henüz bilinmiyor ama yine de deneniyor.
Türkiye’de de art arda Merkez Bankası ve Saray, para ve maliye politikalarını açıkladılar ama ertesi gün bir güvensizlik işareti olarak hem TL hızla değer kaybetmeye devam etti hem de Türkiye’nin risk primi rekor kırdı. Türkiye, diğer ülkelerden açık ara daha riskli olarak ayrıştı.
Her ülkede, her sınıftan insanlar ancak gıda, temizlik ürünleri gibi acil ihtiyaçlarına para harcıyorlar. Diğer harcamalarını kısmış, hatta kesip atmış durumdalar. Ne kadar süreceği bilinmeyen bu durum, talepten mahrum kalan şirketleri ani bir frene zorladı ve tüm borsalarda hisseler hızla düştü, firmalar alabora oldu. Şirketler, bankalara olan kredi borçlarını, devlete olan vergilerini, çalıştırdıkları elemanlara ücret ve maaşlarını nasıl ödeyecekleri sorunu ile altüst oldular.
İki ay gibi kısa bir sürede tahvil, faiz ve altın gibi çok oynak ve karışık seyir içindekiler dışında, finansal varlık fiyatları inanılmaz düşüşler gösterdi. Güvenli liman olarak ABD Doları değerleniyor. Dolar endeksi, diğer büyük ülke paralarına karşı yüzde 5’e yakın arttı. Türkiye’nin de aralarında olduğu gelişen ülke paraları da dolar karşısında son iki ayda yüzde 12’ye yakın değer yitirdi. Dolar ve Euro’dan oluşan döviz sepeti karşısında TL’nin değer kaybı yüzde 8’i aştı.
Borsalardaki kayıp sadece iki ayda üçte biri buldu. Gelişmiş dünya borsaları da gelişmekte olan borsalar da MSCI endeksleriyle ortalama yüzde 31 değer yitirdi. Türkiye borsasının kaybı ise yüzde 35 ile biraz daha fazla oldu.
Petrol fiyatları düşüşte, diğer varlık fiyatlarını tam olarak katladı. Brent petrol fiyatı 65.2 dolardan 24.5 dolara indi. İki aylık düşüş yüzde 62’ye yaklaştı.
Bu dehşetli “değersizleşme” karşısında ABD Merkez Bankası Fed’den başlamak üzere tüm merkez bankaları para politikalarını yapabildikleri kadar gevşetip şirketleri su üstünde tutma çabasına giriştiler. Devamında, Hazine kaynaklarını devreye alıp maliye politikaları ile şirketlere vergi ertelemeleri, kaynak enjeksiyonları, gerektiğinde gönüllü kamulaştırmalar teklif eden uygulamalara geçtiler. Mali disipliniyle ünlü Angela Merkel bile Almanya’da önemli bir bütçe açığını göze alarak mali destek vadetti. Tüm ülkeler, yeter ki talep olsun umuduyla “helikopter para” denilen, yurttaşa karşılıksız paralar, kuponlar dağıtmanın da peşindeler.
Dünyanın, çoğu 2008-2009 global krizinde uygulanmış klişe reçeteleri, Türkiye’de de gecikmeden uygulamaya sokuldu. İlk adımı 17 Mart’ta Merkez Bankası attı ve bir süredir indirmekte olduğu politika faizini tek haneye çekti. Merkez Bankası ayrıca şirketleri ve ihracatçıları, bankaların basıncından kurtaracak, şirketleri su üstünde tutmayı hedefleyen önlemler açıkladı.
Yapılanlar bu para politikası önlemleri ile kalmadı, ertesi gün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan korona virüsün etkilerini azaltmak amacıyla 100 milyar TL (yaklaşık 15 milyar dolar) tutarında olduğu iddia edilen bir “maliye politikası” paketi açıkladı. "Ekonomik İstikrar Kalkanı adını verdiğimiz bir paketle COVID-19 salgınının etkilerini azaltmak için toplamda 100 milyar liralık bir kaynak setini devreye alıyoruz" diyen Erdoğan’ın paketinde öncelikle firmaları rahatlatacak önlemler getirildi. Firmaların çeşitli vergi ve SGK prim borçlarının altı ay ertelendiği açıklandı. Kamu bankalarına kredi borçları olanların yükümlülükleri üç ay ertelendi. Özel banka borçlusu firmalara da destek verilecek. Bu ötelemeler, birçok şirket eleman çıkarma, kapıya kilit vurma durumuna doğru hızla yaklaşırken fazla anlamlı olacak gibi görünmüyor.
Havayolları, turizmin çeşitli alanlarında faaliyet gösteren şirketler için Eximbank veya kamu bankaları kanalıyla kurumları ayakta tutacak mali destekler vadedildi. Kredi Garanti Fonu (KGF) limitinin 25 milyar liradan 50 milyar liraya yükseltileceği bildirildi.
Pakette ne işe yarayacağı bilinmeyen bazı önlemler herkesi şaşırttı. Örneğin, havacılık sektöründe önümüzdeki üç aylık süre için iç hatlarda KDV yüzde 18’den yüzde 1’e indirildi. Seyahat talebi düşmüşken, insanlar eve kapanmışken bu indirimin ne faydası olacak? Aynı soru, konut alımını özendiren önlemlere yer verilmesi ile ilgili de soruldu.
Erdoğan’ın paketinden çıkanlar daha çok şirketleri, bankaları düşünmüşken, korona virüs krizinin işsiz bırakacağı, gelirini düşüreceği çalışan kesim ve yoksullar ile ilgili pek bir şey düşünülmemiş olması, elbette eleştiri oklarına hedef oldu. Üretimine ara verecek şirketlerin işçilerine İşsizlik Sigortası Fonu’ndan “Kısmi Çalışma Ödeneği” uygulamasının esnetilmesi işçilere en büyük jest gibi sunuldu. Yoksullara sağlanmakta olan yetersiz yardımlara kısmi artışlar getirilmesi vaat edildi. Paketten 65 yaşın üstünde olanlara ise kolonya ve koruyucu maske önleminin çıkması sosyal medyada şaka konusu oldu.
Dünyanın diğer ülkelerinde açıklanan korona virüs krizine karşı ekonomik paketlerin ne süreyle ne kadar işe yarayacağı bilinmiyor. Çünkü maruz kalınan virüsün yıkıcılığının boyutu bilinmiyor. Fitch 2020 büyümesinin yüzde 1,3’ü ancak bulacağı görüşünde. Dünya, böyle bir tehdit ile ilk kez karşı karşıya.
Yaşadığı son küresel krizde geliştirdiği klişe reçeteyi ezberden kullanan dünya devletleri, beklentilerine karşılık bulamayabilirler. Umdukları talep canlanması olmadığı gibi, firmaları su üstünde tutma gayretleri boşa çıkabilir ve art arda iflaslar, stratejik sektörlerde ise zorunlu kamulaştırmalar gündeme gelebilir.
Bu durum Türkiye’nin de başına gelecek gibi. Hizmet sektöründe birçok işyeri kapanırken, sanayiden de stoğa çalışma yeterli görülünce irili ufaklı fabrikalar ücretli izinle kapılarını kapatmaya başladı. Soruna çözüm üretilemez ise bu ücretli iznin bir süre sonra işten çıkarma tatsızlığına ulaşıp yüzde 14’lerdeki işsizlik oranını inanılmaz boyutlara taşıyacağı açık.
Açık olan bir şey de Erdoğan yönetiminin aldığı kararların güven vermediği. Bunu, önlemler sonrası TL’nin hızlı değer kaybı, dolar fiyatının 6.55 TL’ye çıkışı ve ülke risk priminin rekor seviyelere (600’e doğru) çıkması ile anlamak mümkün.