ABD’de başkanlık seçimi 6 Kasım 2024’te yapılacak. Son üç yüzyılın olağan siyaset tablosu geçerlidir: Demokrat ve Cumhuriyetçi partilerin adayları belli olmuştur; sonucu etkileyecek üçüncü bir aday yoktur. Seçim fiilen Joe Biden ile Donald Trump arasında yapılacaktır.
Bu olağan tablo, iki aday arasında gerçekleşen bir TV tartışması sonunda değişti; bir siyasal krize dönüştü. Adaylardan birisinin “değiştirilmesi” gündeme geldi. ABD siyasal tarihinde benzerine (galiba) bir kere rastlanmıştır. Üstelik dünya, nükleer bir felakete doğru sürüklenmekteyken…
Bu boyutları ile gözden geçirelim.
Bir TV tartışmasının tetiklediği siyasal kriz
Siyasal kriz, Joe Biden ile Donald Trump arasında 27 Haziran’da yapılan TV tartışmasında ABD başkanının “fena halde teklemesi” sonunda patlak verdi. Videolar “tekleme” örneklerini tekrarlıyor. Biden, bir önceki başkan Trump’ın ağır saldırıları karşısında suskun kaldı; aşikâr yalanlarını yüzüne vuramadı. Tutuklaştı; zaman zaman çaresiz bir görüntü verdi.
Biden’ın program sonrasında yakınlarına da “çuvalladım” diye itiraf ettiğini öğreniyoruz. Hemen sonraki bir ankete göre seçmenlerin yüzde 72’si 81 yaşındaki Biden’ın dört yıl daha ABD başkanlığını sürdürebilecek zihinsel, ussal melekelerden yoksun olduğunu düşünmektedir.
Siyasal yansımalar hızla ortaya çıktı: TV yayınından kısa süre sonra Demokrat Parti’nin “ağır topları”, önde gelen Kongre üyeleri, “itibarlı” liberal yazarlar, Başkan’ın kampanyasını milyonluk bağışları ile destekleyen şirketler “Demokrat Parti adayı değişsin” çağrısında birleştiler.
19 Ağustos’ta Chicago’da Biden’ın adaylığını kesinleştirmek üzere toplanacak olan Demokrat Parti Delegeler Meclisi’nin (National Convention) üyeleri ve oyları önseçimlerde belirlenmişti. Biden’ın adaylığını önleyebilecek tek seçenek Başkan’ın adaylıktan çekilmesidir. Bu yüzden “aday değişsin…” önerisi, Demokrat Parti yönetimine değil, doğrudan doğruya Biden’a yapılmaktadır.
Biden, “adaylıktan çekil” çağrısını sekiz gün sonra Kongre’nin Demokrat üyelerine dönük bir ileti ile yanıtladı: “Çekilmiyorum; sonuna kadar yarışacağım.”
Biden: Dünyayı ben yönetiyorum...
Biden, Kongre’ye “çekilmiyorum” mesajını ilettiği gün ABC TV Kanalı’nın sunucusu George Stephanopoulos ile bir röportaja çıktı. “Teklediği” TV tartışması sonrasında, kamuoyuna bir “sınav” daha verdi.
Stephanopoulos, herkesin aklındaki soruyu Biden’a yöneltti: Başkan, Beyaz Saray’da nörolojik, zihinsel melekelerine dönük testlerden (“cognitive tests”) geçmekte midir? Yanıt ilginçtir:
“Her gün zihinsel bir test’ten geçiyorum. Kampanya yapmakla kalmıyorum; dünyayı da ben yönetiyorum. Ben olmasam NATO’yu kim birlikte tutacak? Ben olmasam Pasifik Havzası’nda Çin’i kim durdurabilecek? Böyle bir kavrayış (“reach”) benden başka kimde var?” (The Guardian ve Responsible Statecraft, 6 Temmuz 2024).
Biden’ın “dünyayı ben yönetiyorum” iddiasını, iki farklı doğrultuda değerlendirmek mümkün: “Dünya işleri” ile fazla ilgilenmeyen bir insan, “kendisini dev aynasında gören uçuk-kaçık bir zavallı” teşhisini koyar; ABD seçmenlerinin çoğunluğundaki endişelere katılır.
Alternatif yorum, “ben yönetiyorum” iddiasını “dünyayı ABD yönetiyor; Başkan da önemlidir” tespitine dönüştürerek yapılır. O zaman Biden kısmen haklıdır. NATO örneği, hele rakibi Trump ile karşılaştırılırsa, kesinlikle doğrudur. Trump’ın dört yıl boyunca NATO’yu karıştıran çıkışlarını hatırlatalım. NATO’nun Britanya gibi “şahinler kanadı”, bu nedenlerle kesinlikle Biden destekçisidir.
Ne var ki, bu yorum dahi “Biden’ın rolü ve zihinsel melekeleri” sorununu çözmüyor. Onun da ötesinde, “Biden’ı kim yönetiyor?” sorusunu öne çıkarıyor. Joe Biden, ABD devletinin ve toplumunun hangi öğelerinin, güç odaklarının denetimi altındadır? Halk sınıfları saflarındaki desteğinin sendikalı işçi sınıfı ile siyah nüfus seçmenlerinde yoğunlaştığı belirlenmiş. Uluslararası ekonomik ilişkilerde, dış siyasette ise sınıfsal hiyerarşinin ve devlet aygıtının belirleyici odakları çok daha önemlidir.
Bu konulara değinen iki katkıya başvuralım.
IV’ncü Enternasyonal’den devrimci tespitler
Troçkist IV’ncü Enternasyonal’in organı World Socialist Web Site (WSWS), Biden-Trump tartışması üzerinde tarihsel mirasına yakışan bir çözümleme yapıyor. Tom Mackaman imzalı yazıya ekleyecek fazla bir şey yok; birkaç aktarma ile yetinelim (WSWS, 29 Haziran 2024).
“Joseph Biden ile Donald Trump arasındaki başkanlık tartışması bir yozlaşma, gericilik ve budalalık göstergesiydi. Sorun, sadece Biden’ın, açık-seçik bunaklığından veya Trump’ın malûm kabadayılığından ibaret değildi. 27 Haziran gecesinde dünyaya, egemen bir sınıfın tümüyle çöküşü sergilendi.”
“Amerikan kapitalizmi sahneye önde gelen iki sözcüsünü çıkardı: Bir tarafta politika öncelikleri İsrail’in Gazze’deki azgın soykırımını desteklemek ve Rusya’ya karşı savaşı sınırsızca tırmandırmak olan bunak Biden… Diğer tarafta tartışmayı 6 Ocak 2021’deki darbe girişimini savunmak için kullanan sahtekâr faşist Trump… 2024’te Amerikan siyasetinin dünyaya sunduğu seçenekler bunlardan ibarettir.”
Yazının sonraki kesimleri Biden ve Trump’ın sicillerini kısaca sergiliyor: Biden, çürüyen Amerikan kapitalizmin tipik temsilcisidir. Başkanlık döneminde icraatı nasıl özetlenebilir? Gelecek için ülkesine ne vaat etmektedir? “İki soruya da aynı yanıt: Savaş, sadece savaş…” Tartışmada “İsrail’e istediği bütün silahları, zamanında verdik” diye öğünmüş; “NATO’nun Rusya’ya karşı savaşını tırmandırmayı vaat etmiştir.”
Trump’tan barışçı bir dış siyaset yaklaşımı bekleyenler hayal kırıklığına uğramıştır. Bu faşist siyasetçi, “göçmenlere karşı ABD tarihinin en hacimli tehcir operasyonunu başlatmayı” vaat etmiştir. Tabii ki milyonlarca emekçi göçmen ancak ağır, kanlı devlet şiddetiyle sınır-dışı edilebilir.
Mackaman’ın Biden-Trump tartışmana ilişkin bilançosunu tekrarlayalım: “2024’te Amerikan siyasetinin dünyaya sunduğu seçenekler bunlardan ibarettir”.
Seymour Hersh: Biden buralarda değildir
Seymour Hersh ABD’nin kıdemli, ünlü araştırmacı gazetecilerindendir. 55 yıl önce ABD askerlerinin Vietnam’daki My Lai katliamını ifşa etmekle sivrilmiş, 1970’te bu nedenle Pulitzer ödülü almıştır.
ABD siyasetini yakından, içeriden izlemektedir. Kişisel blog‘unda 28 Haziran 2024’te yayımladığı yazı (Türkçeleştirerek), “Ülkeyi kim yönetiyor? Dostları ve içerisi, Biden’daki çöküşün aylardan beri farkındaydı” başlığını taşımaktadır.
Başlıktaki çarpıcı bilginin özü, yazının ikinci paragrafında yer alıyor. Aktarıyorum: “Kendisinin ve dış politika danışmanlarının yürüttüğü politikalardaki çelişkileri kavrama açısından Başkan artık buralarda değildir. Amerika, neyi imzaladığını bilmeyen bir başkana sahip olmamalıdır.”
Yazı, Biden-Trump arasında TV tartışmasından bir gün sonra yazılmış. Hersh, yukarıdaki ifadesini bir tespitle tamamlıyor: “Dün akşamki program dünyaya ve Amerika’ya açıkça gösterdi ki icraatının sorumluluğunu fark edemeyen bir başkanımız var.”
Yazının sonraki kesimlerinde, Biden’ın çevresindeki kişilerin yakın kuşatması altında “tutsak” olduğu ve son altı ayda durumunun daha da kötüleştiği örneklerle açıklanıyor. Bunları aktarmıyorum. Benzerleri başka kaynaklarda da var. Hersh, ABD Anayasası, Amendment 25’te yer alan bir “çözümü” hatırlatıyor: Başkan Yardımcısı ve kabine çoğunluğu Başkan’ı “kısıtlı” (“incompetent”) ilan ederek görevden alabilmektedir.
Asıl vahim gereken durum, “ABD’yi ben yönetiyorum” demekte olan; ama “neyi imzaladığını bilmeyen” Biden’ın bugünlerde Washington’daki NATO toplantısına başkanlık yapmasıdır.
NATO Genel Sekreteri peşinen duyurdu: “Ukrayna’da Rusya’nın kazanmasına izin vermeyiz”. Dünyayı nükleer bir felaketin eşiğine hızla taşıyacak kararlar gündemdedir. Savaş ve barış ikileminde Biden’ı savaş lobisinin tutsak aldığını, ABD’nin zorlaması sonunda alınan son Ukrayna kararlarından algılıyoruz.
Bu ortamda Trump’ın “ehven-i şer” olduğunu, savaş-barış ikilemi açısından iki adayı karşılaştıran Alexander Dugin savunuyor (The Postil Magazine, 1 Temmuz 2024). “Putin’in akıl hocası” olduğu söyleniyor. Ciddiye almak gerekir; tartışabiliriz.
soL / 12.07.24