Ukrayna ve Filistin’i kan gölüne çeviren emperyalistler, yeni savaşların fitilini ateşleyebilecek adımlar atmaya devam ediyor. Ortadoğu ve Kafkasya'da yaşanan yıkımı şimdi de Asya’ya taşımaya hazırlanıyorlar. Hegemonya mücadelesinde düşüşte olan ABD'nin giderek saldırganlaşması, rakiplerin karşı çıkışlarını da kaçınılmaz kılıyor. Rusya gibi Çin’in de ABD’nin organize ettiği provokasyonlara sert yanıtlar vermesi, artık oyunun kurallarının değişmeye başlayacağını gösteriyor. Son haftalarda Güney Çin Denizi'ndeki gelişmeler ve takip eden adımlar buna işaret ediyor.
ABD, daha önce Rusya’ya yaptığı gibi şimdi de Çin’i “çevreleme” hamleleri yapıyor. Bunun için bölgedeki işbirlikçi devletlerle kurulan ilişkileri derinleştiriyor. Japonya ve Avusturalya devletlerini yanına çekip silahlanmaya teşvik eden Biden yönetimi, Filipinler ve Tayvan gibi uşak devletleri kullanarak gerilimi besliyor. Ukrayna'yı kullanarak vekalet savaşı yürüten ABD-NATO cephesi benzer bir senaryoyu Çin’e karşı da oynamak için yol arıyor.
Geçtiğimiz günlerde Güney Çin Denizi'nde savaş riskini arttıran gerilimlerden birisi daha yaşandı. Mütemadiyen tekrarlanan gerilimin bu sefer farklı olmasının nedeni, ABD'nin bunu bölgesel gerilimi yükseltmek için kullanması oldu. Balıkçıların “sınır hattını” geçmesi nedeniyle yaşanan sorunun çözülmesini dinamitleyen ABD, gerilimin iyice artmasına neden oldu. Çin Sahil Güvenlik güçleri, İkinci Thomas Sığlığı adı verilen bölgede ABD yapımı Sierra Madre savaş gemisine ikmal yapmaya çalışan Filipinler’e ait gemilere karşı tazyikli su kullandı. Bu gelişme 25 yıldır geminin kaldırılmasını bekleyen Çin'in sabrının sınırlarına geldiğini gösteriyor. Bu olay, aynı günlerde Filipinler yönetiminin ABD ile ilişkileri geliştirmeye dönük attığı adımlara karşı bir mesajdı aynı zamanda.
Geçtiğimiz ay Filipinler Devlet Başkanı Ferdinand Marcos Jr., İkinci Thomas Sığlığı bölgesindeki bir çatışmada Filipinli askerlerin yaralanması ve gemilerinin hasar görmesinin ardından Çin’e karşı önlemler alacağını ve Washington’daki şeflerinden destek arayacağını söylemişti. Üçlü zirve bunun ardından gerçekleştirildi. ABD, Japonya ve Filipinler zirvesi “güvenlik” antlaşmasıyla yeni bir başlık daha açtı. Çin lideri Şi Jinping’in eski Tayvan lideri Ma ile görüşmesinden iki gün sonra Joe Biden, Japonya ve Filipinler liderleriyle buluştu. Ne zaman Çin Tayvan'la diplomatik alanda adım atmaya çalışsa, ABD bir provokasyon tezgahlıyor. ABD'nin bölgedeki işbirlikçilerini kullanması sınır gerilimlerini artıyor. Tayvan sorunu bu açıdan başlı başına bir gerilim noktasıyken Güney Çin Denizi'nde Filipinler üzerinden ayrıca kışkırtıcı hamleler yapılıyor.
ABD'nin başını çektiği batılı emperyalistler bölgedeki gerilimi tırmandırarak Çin’e karşı askeri paktlar kurmaya gerekçe yaratmakla kalmıyor, silahlanma yarışını körükleyerek silah tekellerine yeni pazarlar da yaratıyor. Tabii emperyalistlerin ittifakları, aralarındaki rekabetin gölgesinde gelişiyor. Anlaşma yaptığı Fransızları ortada bırakıp milyarlarca dolarlık denizaltı projesini ABD ile İngiltere’ye veren Avustralya bunun için AUKUS'a alındı. Fransa, ABD-İngiltere ikilisine ateş püskürürken, Japonya ise Avusturalya'nın AUKUS’a dahil edilmesine karşı çıkıyor. Dolayısıyla kurulan ittifaklar, çıkar çatışmasından dolayı kırılgan bir yapıya sahip.
Hegemonya krizinin Asya cephesi
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIRPI) son raporları, kapitalist devletlerin bir silahlanma yarışı histerisi içinde olduğunu ortaya koyuyor. Dünya genelinde 2,24 trilyon dolarlık bir bütçenin militarizm ve savaş aygıtları için harcanması, sorunun vardığı boyuta işaret ediyor. Geçen yıl askeri harcamaları en çok Avrupa devletleri arttırdı. ABD ise bir trilyon dolara yaklaşan harcamalarıyla başı çekiyor. Çin halen ABD’nin çok gerisinde olmakla birlikte yarışta ikinci sırada bulunuyor ve aradaki açıyı daraltıyor.
Türkiye dahil kimi ülkelerin militarizm ve savaş için yaptıkları harcamalarda düşüş görünüyor. Ancak bu düşüş sadece ithal edilen silahlarla ilgili. Toplam harcamalarda yine artış var. Ancak silahların bir kısmı ülke içinde üretiliyor. Bu konuda asıl vurgulanması gereken nokta, batılı emperyalistlerin “soğuk savaş” döneminden beri en yüksek harcamaları yapmaya başlamasıdır. Ukrayna savaşını kışkırtanlar kendi savaş hazırlıklarını “savunma” maskesi altında sürdürüyorlar. Öyle ya, Siyonist rejimin soykırımcı ordusunun da adı “İsrail Savunma Güçleri” (Israel Defence Force).
Emperyalist savaş aygıtı NATO üyesi devletlerin çoğu bütçelerinin %2'sini ya da fazlasını militarizm ve savaş için harcamaya başladılar. Keza Asya'da da benzer bir değişim görülmektedir. Japonya ikinci emperyalist paylaşım savaşından sonra silahsızlandırılmışken, bugün ABD tarafından daha çok silah almaya teşvik ediliyor. Savunma değil saldırı maksatlı ordusunu yeniden organize etmesi için yönlendiriliyor. Japonya'daki ABD askeri güçleri de modern bir yapıya dönüştürülerek “hızlı müdahale edebilir” hale getiriliyor. Yakın zamana kadar silahlanmaya nispeten sınırlı bütçeler ayıran Almanya, Japonya gibi ülkeler de militarist histeriye kapılmış durumda. NATO ile Rusya’nın “tatbikat” adı altında yaptıkları güç gösterileri Asya'da da yaygınlaşıyor. Gerçek bomba ve mühimmatların kullanıldığı bu tatbikatlar birer savaş provası halini alıyor.
Savaş sanayisine ayrılan bütçelerin artırılması tekellerin çıkarlarını korumak için yeterli değil, pazarlara ve üretim maliyetlerinin düşük olduğu alanlara hakimiyet de büyük bir önem taşıyor. Artık doğrudan çatışmaya yol açmasa da yaşanan her gerilimin bu ilişkiler alanına da yansıması oluyor. Çin'in “Kuşak ve Yol” projesine dair haberlere bakıldığında dahi tablo açıkça görülebiliyor.
Ukrayna savaşının başlatılmasıyla birlikte emperyalistler arası hegemonya mücadelesinde yeni bir sürece girildi. Son gelişmelere bakıldığında, güç kaybetmekte olan ABD ile batılı emperyalist merkezler vekalet savaşları ya da gerilimleri artırarak karşı tarafın güçlenmesini kösteklemeye çalışıyor. Bu bağlamda Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Mao Ning'in “soğuk savaş” benzetmesi tarihsel kıyaslamanın ötesinde, ABD'nin hamlelerine karşı Çin'in gösterdiği reaksiyon açısından bir anlam taşıyor.
Çin, açıktan aynı tonda olmasa da derinden hazırlıklarını sürdürüp kararlılığını gösteriyor. Bu aşamada çatışma istemediği açık. En azından kendini “hazır” sayana kadar. Ama barut depolarının etrafında kıvılcımların giderek arttığı bir dönemde bu “sakin” tutumun ne kadar süreceği belli değil. Rusya’da Donbas konusunda sabırlı davranmaya çalışmış, ancak kendi politik hedeflerinin sınırlarına dayandığında savaşa girmişti. Çin de benzer bir akıbetle karşılaşabilir. Tek fark, Çin Rusya'dan daha güçlü bir rakip ve ABD bugün hem Ukrayna hem İsrail'i desteklemekte zorlanıyor. Dolayısıyla Ukrayna’da yaptığı gibi öncelikle bölge ülkelerini ateşe atmaya çalışacaktır.
Rusya'yı savaşa çeken politikanın bir benzerini Çin üzerine kurguluyorlar. Çin'den bahsederken olumsuz algı yaratmayı esas alan, sistematik olarak Çin'i “batı için tehdit” olarak sunan bir söylem yaygınlaştırılıyor. ABD ile işbirlikçileri açıktan savaş çığırtkanlığı yapıyor, Çin’i hedef alan her antlaşma ile kuşatmayı artırıyor, yarının savaş mevzilerini tahkim etmeye çalışıyorlar.
Görünen o ki hegemonya krizi derinleştikçe yeni cephe arayışları da artacak. “Asıl düşman” olarak kodlanan Çin'e karşı atılan kışkırtıcı adımlar sıklaşacak. Burada asıl mesele savaşları kışkırtanlar karşısında antiemperyalist mücadelenin zayıf olmasıdır. Savaş bütçelerinin yükünü sırtlamaya mecbur bırakılan ve cephelerde ölüme gönderilen kitlelerin örgütsüzlüğü ise savaş kundakçılarının işini şimdilik kolaylaştırıyor. Elbette bu durum her an değişebilir, işçi sınıfı ve emekçiler militarizm ve savaşın faturasını ödemeyi reddedebilirler. Bütün ilerici-devrimci güçlerin bu yönde çaba harcaması ise günün acil görevlerden biri sayılmalıdır.