İngiltere Başbakanı Boris Johnson, son dönem burjuva politikacıların ‘tipik’ temsilcilerinden biriydi. Trump’tan Erdoğan’a, Bolsanaro’dan Urban’a ve başkalarına uzanan bir tipolojidir söz konusu olan. Bunların özelliği saldırgan, gerici, ırkçı, yabancı düşmanı, cinsiyetçi olmaları ve her ilerici-devrimci değere keskin bir düşmanlık göstermeleridir.
Johnson’un kendine özgü en rezil özelliği, emperyalist savaş kışkırtıcılığı konusunda Joe Biden’i bile geride bırakan bir gözü dönmüşlük sergilemesidir. Ukrayna savaşının baş kışkırtıcılarından olduğu gibi, savaşın bitme ihtimaline bile tahammül edemeyen bir histeri içinde olduğunu bilinmektedir.
Macron, Scholz, Draghi üçlüsünün Rusya ile savaşın bitirilmesi arayışı içinde olmaları ve bunun için Ukrayna’yı ziyaret etmeleri, Johnson’u diken üstünde bırakmıştı. Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski ile görüşen üçlü, Rusya ile anlaşmanın yolunun aranması yönünde bir eğilim sergilemişti. Bundan dolayı üçlü Kiev’i terk ettiği anda oraya damlayan Johnson, “Rusya’ya karşı savaşa devam edin. Biz size istediğiniz silahları vereceğiz. Ukrayna ordusunu eğiteceğiz. Rusya’ya karşı savaşı siz kazanmalısınız” türünden mesajlar vererek, savaşa benzin döktü.
Johnson’un pervasızlığı, Corona pandemisi karşısında aldığı tutumda da görüldü. Virüs ortalığı kasıp kavururken adam pişkin pişkin açıklamalar yapıyordu. Bilim insanlarını, hekimleri alaya alıyor, ölenleri umursamıyordu. Ancak binlerce insanın ölümünden sonra bazı önlemler almak için harekete geçmişti.
Bu gerici başbakanın son icraatlarından biri ise, İngiltere’ye gelen mültecileri Ruanda’da kurulan bir kampa geri gönderme konusunda karar alması oldu. Bu karar kaba ırkçılığın yansıması olduğu gibi, göçmenlerin tüm haklarının pervasızca ayaklar altına alınması anlamına da geliyordu. Tayyip Erdoğan’la yakın ‘ahbap’ olan Johnson, Madrid’de yapılan son NATO toplantısında AKP şefine “çok güzelsin” diyerek lümpen bir karakter olduğunu da göstermişti. Tayyip Erdoğan’ın aynı şekilde yanıt vermesi ise, kendi aralarındaki ‘ahbaplığın’ ne kadar ‘derin’ olduğunu gösterdi.
***
Bu savaş kışkırtıcısı 7 Temmuz’da Muhafazakar Parti Genel Başkanlığı’ndan istifa etmek zorunda kaldı. Aylardan beri bu yöndeki talepleri göz ardı eden Johnson, bazı bakanların peş peşe istifa etmesi üzerine geri adım atmakla yüz yüze kaldı. Parti başkanlığından istifa etmesi gerçekte başbakanlıktan da istifa etmesi anlamına geliyor. Eğer kendisi istifa etmezse parti yeni bir genel başkan seçince görevi ona devretmek zorunda kalacak. Bu yönüyle Johnson’un siyasi kariyerinin ‘çizildiğini’ söylemek mümkün. Tekrar o makama gelme şansı neredeyse imkansız görünüyor.
Johnson, izlediği politikalar ve sergilediği rezil tutumlarla bütünleşmiş bir kişilik olmakla birlikte o, esas olarak İngiliz emperyalizminin siyasi temsilcisidir. Yani icraatları İngiliz sermayesinin önemli bir kesimi tarafından destekleniyordu. Bu bağlamda Johnson’un hezimeti, emperyalist saldırganlık ve savaşa odaklanan politikaların arkasındaki sermaye cephesinin de hezimetidir.
Johnson’un yerine getirilecek kişi farklı olur mu? Bu belli değil, ancak saldırgan emperyalist politikanın Johnson şahsında hezimete uğradığı kesindir. Elbette emperyalist rejim bundan hemen vazgeçmeyebilir. Yine aynı pervasızlıkta bir savaş kışkırtıcılığının devam etmesi durumunda ise, buna karşı bir toplumsal muhalefetin gelişme ihtimali eskisine göre daha yüksektir.
***
Johnson’un istifası hem muhalefetin hem partisi içindeki muhaliflerinin basıncı altında gerçekleşti. Ancak Johnson karşıtı burjuva muhalefetin gelişmesinde işçi sınıfı ve kitle hareketinin güçlenme eğilimine girmesinin de büyük bir payı olduğu göz ardı edilemez. Enflasyon yükselirken, reel ücretler düşüyor, milyonlarca insanın sağlıklı gıdaya ulaşması bile giderek zorlaşıyor. Bu bağlamda savaşa ve militarizme karşı gelişen tepkiler de artıyor. Son günlerde gerçekleştirilen grev ve gösteriler, İngiltere’de daha güçlü daha kitlesel bir hareketin gelişebileceğine işaret ediyor. Bu ise, Johnson gibi bir figürün sistem için kullanışlı olma şansını ortadan kaldırmış görünüyor. Kendi partisindeki muhalefetin güçlenmesi ve bakanların istifa etmesi, Muhafazakar Parti içindeki tedirginliğin de arttığına işaret ediyor.
Seçimler gerçekleştirilene kadar Muhafazakar Parti hükümeti işbaşında kalacak. Ancak görünen o ki, saldırganlık ve savaş politikası aynı şekilde uygulanmaya devam ederse Muhafazakar Parti de Johnson gibi hezimete uğrayacak. Bundan da önemlisi, aynı politikanın devam ettirilmesi durumunda sınıf ve kitle hareketinin de gelişip güçlenmesi sürpriz olmayacaktır. Görünen o ki, önümüzdeki süreçte gerici muhafazakarlar, saldırganlık ve savaş politikasında ısrar ile sınıf ve kitle hareketinin gelişmesinden duydukları korku arasında sıkışıp kalacaklar.