İstanbul seçimleri ve sonrası

Son yıllarda seçimler, son olarak da yenilenen İstanbul belediye başkanlığı seçimi, dinci-faşist iktidarın yarattığı cendereden bunalmış en farklı toplumsal kesimleri adeta kendiliğinden bir biçimde seçim sandığındaki ortak tutumlarda buluşturdu. 31 Mart seçimlerinden birçok büyük şehir belediyesinin ve son olarak da şaşaalı bir başarıyla İstanbul büyük şehir belediyesinin “laik” muhalefete geçmesi, iyi halli orta sınıfları kendi sorunları ve kaygıları yönünden bir ölçüde rahatlatacaktır. Oysa işçi sınıfı ve emekçiler için gerçek sorunlar yerli yerinde durmaktadır. Dahası laik muhalefetin başarısı, dinci-faşist iktidar karşısında elde ettiği dengeleyici güç, “Türkiye ittifakı” türünden belli sınırlarda iktidar paylaşımına dönüştüğü ölçüde, bunun sonuçları işçi sınıfı ve emekçiler için daha da ağır olacaktır. Zira bu durumda ağır ekonomik krizin gerektirdiği bir dizi saldırı çok daha elverişli koşullarda hayata geçirilebilecektir.

  • Değerlendirmeler
  • |
  • Güncel
  • |
  • 26 Haziran 2019
  • 20:38

1- Dinci-faşist iktidarın İstanbul seçimlerini ikinci kez kaybetmesi neredeyse genel bir beklentiydi. Beklenmeyense bunun ezici düzeyde bir oy farkıyla gerçekleşmesi oldu. Tayyip Erdoğan görülmemiş bir keyfilikle iptal ettirdiği İstanbul seçimlerinde şansını ikinci bir kez denemek istemişti. Sonuç kendisi için ikinci bir yenilginin ötesinde gerçek bir siyasal hezimet oldu. Üstelik salt bir kent belediyesi seçimleri sınırlarında değil fakat ülke düzeyinde. Partimizin açıklaması bunu önden önemle vurgulamıştı: “Artık sözkonusu olan basitçe bir büyük şehir belediye başkanlığı seçimi değildir. Bu İstanbul gibi dev bir metropol olsa bile. İstanbul belediye başkanlığı seçimi üzerinden yaşanacak olan, ülke çapında bir siyasal boy ölçüşmedir.” Dinci-faşist iktidarın İstanbul seçimleri üzerinden aldığı politik-moral darbenin gerçek ölçeği budur.

2- Partimizin seçimi önceleyen değerlendirmesinin ikinci önemli tespiti, bu boy ölçüşmenin gerçek taraflarına ilişkindi: “Bunun görünürdeki tarafları dinci-faşist iktidar bloku ile düzen muhalefetidir. Fakat gerçekte iktidar karşısındaki asıl tarafı, yaratılan boğucu siyasal-toplumsal atmosfer altında bunalan en farklı türden toplum kesimlerdir. Düzen muhalefetine bugünkü özgüveni kazandıran ve ifade uygunsa onu arkadan itekleyen, tam da günden güne büyüyen bu toplumsal hoşnutsuzluktur.”

Dinci-faşist iktidarın uğradığı hezimetin gerçek kaynağı budur. Yenilenen İstanbul seçimlerinin baskın özelliği, kime oy verileceği değil fakat kime karşı oy verileceği idi. En farklı türden toplumsal kesimleri, en bağdaşmaz türden siyasal eğilimleri seçim sandığındaki ortak tercihte buluşturan bu oldu. Dinci-faşist iktidar bloku ile düzen muhalefeti arasındaki oy dengesini alt-üst eden gerçek etken olarak Kürt seçmenlerin tutumu da buna tanıklık etmektedir.

3- İstanbul seçimlerini yenilemek dinci-faşist iktidar için adeta bir zorunluluktu. Sorun Türkiye’nin en büyük metropolünün devasa rant kaynaklarını elde tutmanın ötesindeydi. 31 Mart seçimlerinde alınan politik ve moral darbeyi dengelemenin, tek adam rejimine yönelik sorgulamaları dizginlemenin ve nihayet iç çözülmeyi engellemenin bir olanağı olarak bakılıyordu buna. Bu büyük bir hesaptı, fakat aynı ölçüde de büyük bir kumar... Bu kumar, üstelik beklenmedik düzeyde bir ezici yenilgi ile, sonuçta kaybedildi. Bu, zaten çok yönlü bir iç ve dış sorunların, bunların oluşturduğu birleşik krizin ağırlığı altında bunalan dinci-faşist iktidarın artık kendi bünyesinde de bir kriz demektir.

Düzen muhalefetinden farklı olarak seçimler, AKP için olağan bir parlamenter işlem değil, fakat bir siyasal meşruiyet sağlama aracıydı. AKP her türden keyfi ve kirli icraatını meşru ve mazur göstermek için bu aracı uzun yıllar boyunca başarıyla kullandı. Ama artık bunun sonuna gelmiş görünüyor. Bu olanağı kullanabilmek sürecini bir parça daha uzatabilmesi, bir yandan kendi bünyesindeki çatlamaları dizginlemesine ve öte yandan muhalefet blokunda onarılamaz çatlaklar yaratabilmesine bağlıdır. Bugün için her ikisi de kolay görünmemektedir.

4- Bu dinci-faşist iktidarın sonunun geldiği değil, fakat karmaşık bir seyir izleyecek olan düşüş sürecinin başladığı anlamına gelir. Aldığı henüz yalnızca sersemletici sınırlarda bir darbe, hızını bir parça sınırlayan türden bir çelmedir. O hala da fazlasıyla güçlüdür ve çok yönlü imkanlara sahiptir. Ve en büyük imkanı da bizzat düzen muhalefetinin uzlaşmaya fazlasıyla yatkın tutumudur. Nitekim düzen muhalefeti elde ettiği seçim başarısını yeni bir hamleye çevirmeye hiç de niyetli olmadığını şimdiden ortaya koymuştur. Her ne kadar gelişmeler ilerde onu bu yönlü girişimlere zorlayacak gibi görünse de. Öte yandan düzen muhalefeti, düzen payına “gerçekçi” bir tutumla ve TÜSİAD burjuvazisiyle uyum halinde, Tayyip Erdoğan’ı belli sınırlara dönmeye ikna etmek, en fazlasından ölçülü biçimde buna zorlamak çizgisindedir. Uzlaşmaya dayalı tutumuyla dinci-faşist blokun tuzağına ya da yedeğine düşmeye de fazlasıyla yatkındır. 31 Mart seçimlerini izleyen “Türkiye İttifakı” söylemine anında teşne olması bunun göstergesidir. Oysa “eski” Türkiye’nin “milli mutabakat” çizgisinin günümüze uyarlanmış bu versiyonu, işçi sınıfına, emekçilere ve mazlum Kürt halkına karşı tüm düzen güçlerinin birleşik cephesi demektedir ve düzen muhalefetinin kendisine umut bağlamış yığınlara en büyük ihaneti anlamına gelecektir.

5- İstanbul seçimlerinin en dolaysız sonuçlarından biri, ABD-AB emperyalizmi ile TÜSİAD burjuvazisini bizzat Ekrem İmamoğlu şahsında nihayet bir “alternatif”e kavuşturmuş olmasıdır. Bu onlar payına son 7-8 yılın (AKP’nin “sınırlar’ı aştığı dönemin!) önemli bir sorunuydu. İstanbul seçimlerine gösterdikleri özel ilgi ve sonuçları karşısında gösterdikleri kontrollü heyecan gösteriyor ki artık “alternatif”lerini bulmuş durumdalar. Ekrem İmamoğlu’nu mümkün mertebe arkalayarak ve sürekli bir biçimde parlatarak, bu yolla kısa dönemli olarak Tayyip Erdoğan’ı terbiye etmeye ve ileriki bir evrede ise onunla değiştirmeye çalışacaklardır. Daha şimdiden açığa çıkmış bir dizi belirti, gerek CHP’nin gerekse bizzat Ekrem İmamoğlu’nun da bu misyona kendilerini hazırladığıdır.

6- Dinci-faşist iktidarın İstanbul seçimleri üzerinden aldığı politik ve moral darbe, tersinden toplumun ilerici katmanları ve Kürt halkı için önemli bir moral güç kaynağı olmuştur. İfade uygunsa bu kesimler bunaltıcı bir dönemin ardından bir an için soluklanma, bir nebze olsun ruhsal rahatlama imkanı bulmuşlardır. Fakat şu an için hemen hemen yalnızca bu kadar! Mücadeleye yönelmeyi kolaylaştıracak bir psikolojik rahatlama dışında bu gelişmenin işçiler ve emekçiler için herhangi bir dolaysız sonucu bugün için yoktur. Bundan ötesi, işçilerin ve emekçilerin, ilerici-devrimci güçlerin, genel olarak toplumsal muhalefetin bu gelişmeyi kendi amaç ve hedefleri doğrultusunda nasıl ve denli kullanabileceklerine bağlıdır.

7- Burada ise en büyük tehlike ve tuzak, CHP eksenli düzen muhalefetine bağlanacak umutlardır. İstanbul seçimlerinde adeta CHP sol kanadı gibi Ekrem İmamoğlu için çalışan reformist solun büyük bölümü kendini bu kapana şimdiden sokmuş durumdadır. Ekrem İmamoğlu’nun seçim başarısını kendi “zafer”leri olarak kutlamaktan bunu İstanbul’da “haramilerin saltanatını yıkmak” olarak sunmaya kadar varan söylem ve yaklaşımlar, solun bu kesiminin düştüğü durumu göstermektedir. Reformist solun öteki bir kesimi ise kendini bu acınası tutumdan tutarlı laiklik ve “İslamcı” Ekrem İmamoğlu söylemiyle ayırabilmektedir.

8- Son yıllarda seçimler, son olarak da yenilenen İstanbul belediye başkanlığı seçimi, dinci-faşist iktidarın yarattığı cendereden bunalmış en farklı toplumsal kesimleri adeta kendiliğinden bir biçimde seçim sandığındaki ortak tutumlarda buluşturdu. 31 Mart seçimlerinden birçok büyük şehir belediyesinin ve son olarak da şaşaalı bir başarıyla İstanbul büyük şehir belediyesinin “laik” muhalefete geçmesi, iyi halli orta sınıfları kendi sorunları ve kaygıları yönünden bir ölçüde rahatlatacaktır. Oysa işçi sınıfı ve emekçiler için gerçek sorunlar yerli yerinde durmaktadır. Dahası laik muhalefetin başarısı, dinci-faşist iktidar karşısında elde ettiği dengeleyici güç, “Türkiye ittifakı” türünden belli sınırlarda iktidar paylaşımına dönüştüğü ölçüde, bunun sonuçları işçi sınıfı ve emekçiler için daha da ağır olacaktır. Zira bu durumda ağır ekonomik krizin gerektirdiği bir dizi saldırı çok daha elverişli koşullarda hayata geçirilebilecektir.

9- TKİP VI. Kongresi, günümüzde dinci-faşist iktidara karşı oluşan toplumsal muhalefetin sınıf konumları ve çıkarları temelden farklı bu iki kesimi arasındaki ayrım üzerinden özel bir tarzda durmuş, bunun yarattığı sorunlara ve sorunlar karşısındaki devrimci sınıf tutumuna özel bir biçimde işaret etmiştir:

Tayin edici önemdeki sınıfsal-siyasal gerçeklerin rejim krizinin ve onun bir yansıması olarak ortaya çıkan laiklik, cumhuriyet değerleri, yaşam tarzı türünden ikincil önemde sorun ve söylemlerin gölgesinde kalması, devrimci siyasal mücadelenin halihazırdaki en önemli handikabıdır. Bu çerçevede devrimci siyasal çizgi ve tutum, her şeyden önce bu çarpıklığı hedef almak, mücadelenin gerçek sınıfsal-siyasal eksenini ön plana çıkarmakla yükümlüdür. Bu, dinci faşist iktidara karşı mücadeleyi sağlam ve gerçekten devrimci sınıfsal bir temele oturtabilmenin zorunlu bir koşuludur aynı zamanda.

Bu temel önemde hususu göz önünde bulunduran ve yanısıra günümüzün ağır ekonomik kriz koşullarında sınıf eksenli çalışma ve mücadelenin öneminden hareket eden TKİP VI. Kongresi, “Sınıfa Karşı Sınıf!” vurgusunu kongre çalışmasının ana şiarı olarak benimsemiştir.”

Bu yaklaşım, son seçimlerin ardından ortaya çıkan ve bir cereyana dönüşen aldatıcı alternatif karşında daha bir anlam ve önem kazanmıştır. Bunun sınıf devrimcileri için ortaya koyduğu sorumluluk, işçi sınıfı ve emekçiler içinde direnç alanları yaratmak ve yaygınlaştırmak için seferber olmaktır.

Türkiye Komünist İşçi Partisi

26 Haziran 2019

www.tkip.org