Geride kalan seçimlerin henüz tozu dumanı dağılmış değil. Şu ana kadarki gelişmeler, AKP’nin başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerde aldığı yenilgiyi kolay hazmedemeyeceğini gösteriyor. Yeniden oy sayımları sürerken ve bloklar arası gerilim artarken, olayların nasıl seyredeceğini tahmin etmek belli zorluklar içeriyor.
Ancak kesin olan şudur. Uluslararası sermaye çevreleri ile işbirlikçi tekelci burjuvazi seçim sonuçlarından bir hayli memnundur. Oluşan tabloyu kendi ekonomik dayatmalarını daha hızlı hayata geçirmek için büyük bir imkân olarak görmektedir. Sonuçlar ekonomik kriz koşullarında iyice sıkışan AKP’yi denetim altına almayı kolaylaştırmakta, ona verdiği desteği daha kapsamlı bir mutabakata çevirme olanaklarını güçlendirmektedir.
TÜSİAD’ın yaptığı açıklama, Erdoğan’ın yaşadığı güç kaybının şokunu atlatamadan vaat ettiği reform ve yeni ekonomik program, bu mutabakatın en önemli başlığının ekonomik kriz ve buna karşı alınacak önlemler olduğunu göstermektedir. Tekelci sermaye krizin faturasını emekçilerin sırtına yıkmak konusunda tam ve kesin adımlar istemekte, iktidar bloku da bu konuda tekelci sermaye gruplarıyla tam bir uyum içinde davranacağını beyan etmektedir.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun daha seçim sonuçları tam olarak netleşmeden iktidara yaptığı “ekonomik krizin sonuçlarına karşı birlikte davranma” çağrısı, düzen muhalefetinin de bu mutabakata dahil olma isteğinin dışa vurulması anlamına gelmektedir.
Halen bütün dikkatlerin üzerinde toplandığı ve taraflar açısından çok önemli olan İstanbul tartışmasının izleyeceği seyir bu temel önemde durumu değiştirmeyecek, en fazla bu mutabakata düzen muhalefetinin göstereceği uyumun konjonktürel sınırlarını belirleyecektir.
Düzen içi çatışma ve dalaşmaların alacağı biçim ne olursa olsun, eğer krizi hafifletici birtakım önlemleri almayı başaramazlarsa, önümüzdeki süreçte esas çelişki ve çatışma, bir avuç azgın sömürücü ve onlara hizmet eden iktidar bloku ile geniş işçi ve emekçi kesimler arasında olacaktır.
Krizin sonucu olarak ağırlaşan hayat koşullarının, özellikle de işsizliğe ve pahalılığa karşı büyüyen memnuniyetsizliğin düzeyi düşünüldüğünde, kriz karşıtı tepkinin sandığa henüz yeterince yansımadığı görülmektedir. Bu olgu, düzen muhalefetinin ekonomik sorunların çözümü konusunda geniş emekçi kitlelere güven veremediğinin göstergesi olduğu kadar, krizin sonuçlarına karşı oluşan tepkinin mevcut kutuplaşmanın sınırlarını kendiliğinden aşamadığının da ifadesidir. Ancak bu durum işin özünü değiştirmemektedir. Zira siyasal çalkantı koşullarında derinleşen ekonomik kriz, AKP-MHP blokunun geleceğini olduğu kadar siyasal süreçlerin nasıl seyredeceğini de esasta belirleyecektir. Sorun, düzen muhalefetinin sosyal demagoji ile harekete geçiremeyeceği açık olan tepki ve öfkenin, sorunun esas muhatabı devrimci hareket ve toplumsal muhalefet güçleri tarafından ne kadar harekete geçirilip geçiremeyeceğiyle ilgilidir.
Sınıf hareketinin verili koşullarında ağırlaşan krizin geniş kitlelere etkisi, var olanı koruma refleksiyle içe kapanma ve sinme olarak karşımız çıkmaktadır. Hareketin mevcut bilinç ve örgütlülük düzeyi ile ülkenin içinde bulunduğu siyasal iklim düşünüldüğünde, çok da şaşırtıcı olmayan bu tablonun değişmesi, krizin daha da derinleşmesinin ürünü olarak yaşanacak kendiliğinden süreçlere bırakılamaz. Kriz karşıtı çalışmamızın temposunun artırılarak daha geniş emekçi kesimlere ulaşılması, belli mevziler üzerinden ateşleyici mücadele örneklerinin yaratılması, krizin yarattığı yıkıcı etkiye karşı bir şeyler yapmak isteyen işçilerin bir araya geleceği zeminlerin oluşturulması, önümüzde duran görevlerdir.
Sınıf devrimcileri seçim sürecinde olduğu gibi 1 Mayıs döneminde de krizi temel gündem olarak ele alacaklardır. Derinleşen ekonomik kriz ile yoğunlaşan faşist baskı ve terör politikaları arasında bağ kuran bir hatta 1 Mayıs’a hazırlanacaklar, 1 Mayıs’ın krize ve baskı politikalarına karşı güçlü bir protesto olarak gerçekleşmesi için büyük bir çaba harcayacaklardır.