Tekrarlanan İstanbul seçimlerinin üzerinden üç hafta geçmesine rağmen, seçim sonuçları çeşitli tartışma ve gelişmeler üzerinden gündemdeki yerini korumaya devam ediyor.
Burjuva cephede Erdoğan yönetimi ile düzen muhalefeti arasında iki ayrı kampa bölünmüş olan düzen siyasetinin akıbetine dair çeşitli senaryolar yazılıp-çiziliyor. Mevcut dengelerin hangi yöne doğru ilerleyeceği, kurulmak istenen tek adam rejiminin meşruiyeti, AKP bünyesinde yaşanan krizin ne boyutlara ulaşacağı, kartların hangi biçimde yeniden dağılacağı, Erdoğan yönetiminin olası hamleleri vb. soru ve sorunlar düzen siyasetinin ana gündemlerini oluşturuyor.
Seçimlerden politik-moral üstünlükle çıkan burjuva muhalefet, daha ilk andan itibaren Erdoğan yönetimi şahsında cisimleşen tek adam rejiminin meşruiyetini tartışmaya açmış bulunuyor. Ancak bu tartışmaların sınırları bellidir. Düzen muhalefeti elde edilen “seçim başarısı”nı yeni bir hamleye çevirmek yerine tek adam rejiminin/sisteminin yaşadığı çıkmazları hafifletecek kimi yeni düzenlemelerle düzen siyasetini rahatlatan bir politik hat izlemektedir. Buna rağmen gerici-faşist iktidar bloku, düzen muhalefetinin sistemin gerilimlerini yatıştırmaya ve yumuşatmaya yönelik tüm bu girişimlere karşı bilinen çizgisinde ısrar etmektedir. Bu tutum kaçınılmaz olarak düzen siyasetinin yaşadığı krizi derinleştiren bir rol oynamaktadır. Hem AKP’nin içinden çıkacak yeni parti girişimlerinin hem de İmamoğlu şahsında burjuva muhalefetin yarattığı yeni “alternatif”in varlığının önümüzdeki dönem içinde düzen siyasetinde yeni gerilimleri ve kırılmaları gündeme getirmesi muhtemeldir.
Solda 3. yol tartışmaları
İstanbul seçimlerinden politik-moral üstünlükle çıkan bir diğer kesim ise, toplumsal muhalefetin bir bölümünü temsil eden ilerici-sol güçler oldu. Reformist solun büyük bir bölümü “CHP eksenli düzen muhalefetine bağlanan umutlar”la beslenen temelsiz beklentilerin girdabına kapıldılar. Düzen muhalefetinin seçim başarısını kendi “zaferleri” olarak kutlamaları bunu göstermektedir. Ayrıca 23 Haziran seçiminin ardından ortaya koydukları çeşitli söylem ve yaklaşımlarıyla bu tutumlarını daha da derinleştirdiler.
Seçim sürecinde “Erdoğan yönetimini geriletmeyi” esas alan bu güçler, seçim sonuçları üzerinden önümüzdeki dönemde “nasıl bir yol izleneceği” tartışmalarını hızla gündemlerine aldılar. Solun önemli bir kesimini oluşturan ve İstanbul seçimlerinde kritik bir rol oynayan HDP eksenli reformist blok, özellikle Abdullah Öcalan’ın seçimlerden kısa bir süre önce kaleme aldığı mektubu da esas alarak “3. Yol” tartışmasını yeniden gündemleştirdiler. “Yeniden” diyoruz, zira “3. Yol” ya da “3. Cephe” tartışmaları yeni değil. Özellikle 2000’li yılların ilk yarısında, yine bizzat Abdullah Öcalan tarafından gündeme getirilen “Zeytin Dalı” projesinin seçim eksenini de “3. Cephe” çizgisi oluşturuyordu. Rejim krizinin o günkü görünümü üzerinden ikiye bölünmüş olan düzen siyasetine, üçüncü bir alternatif olabilme yaklaşımı idi 3. Cephe tartışmaları. Öyle ki, kimi Kürt siyasetçiler HDP’nin kuruluş ilkelerinden birisinin doğrudan 3. Yol çizgisi olduğunu dile getiriyorlardı (bugün bu değerlendirmeler tekrar gündeme getiriliyor).
Zamanın Prodi’si örnek alınarak şekillendirilen Zeytin Dalı Projesi, gelişmelerin de seyrine bağlı olarak kimi zaman Syriza, kimi zaman Podemos, kimi zaman ise Hugo Chavez Venezuelası’nda yaşanan gelişmelerden güç alan reformist sol içinde düzen siyasetinde bir alternatif olma umudunu hep diri ve canlı tuttu.
Bugün de özellikle İstanbul seçimleri benzer bir umudu reformist solda yeniden yeşertmiş, 3. Yol tartışmalarını ise solun gündemine bir kez daha sokmuş bulunuyor. Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız “3. Yol” yaklaşımı, solun önemli bir kesiminin parlamentarist çizgiye oturduğu dönemin ürünü olarak düzen siyasetinin çatlaklarında siyaset yapmayı esas alan bir politik platformdur. Günümüzde ise, özellikle darbe girişimi ve faşist tek adam rejimine geçiş sürecinin startının verilmesiyle birlikte düzen siyaseti bir kez daha iki ayrı kampa bölünmüş, bölünmede reformist solun önemli bir kesimi CHP merkezli düzen muhalefetinin arkasına yedeklenmişti. “AKP’yi geriletme” perspektifinin dolaysız bir ürünü olan bu yaklaşımın temelinde ise, programatik olarak siyasal konumunu düzen sınırlarına hapsetme ve parlamentarizmin batağına saplanmış olma gerçeği yatmakta idi.
24 Haziran İstanbul seçimlerinde Erdoğan yönetiminin sarsıcı bir darbe alması, iktidar ile düzen muhalefeti eksenine oturan rejim krizinde dengeleri değiştireceği beklentisini güçlendiren bir etken oldu. İki ayrı kampa bölünmüş olan düzen siyasetinde yeni alternatiflerin tartışmaya açılması, kurulmak istenen tek adam rejiminin meşruiyetinin masaya yatırılması vb. gelişmeler, parlamentarist solda bir kez daha alternatif olma umutlarını depreştirdi. Abdullah Öcalan’ın mektubu ile birlikte daha yüksek sesle bir kez daha dillendirilen 3. Yol tartışmalarının gerisinde bütünlüğü içinde bu gelişmeler yer almaktadır.
Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim!
İstanbul seçimlerinde ilerici ve sol güçlerin önemli bir rol oynadığı, özellikle HDP eksenli reformist blokun seçimlerin sonucunda belirleyici bir yer tuttuğu açık. Toplumsal mücadele süreçlerinin böylesi kritik evrelerinde ilerici-sol güçlerin oynadığı bu türden roller elbette önemli bir yerde duruyor.
Fakat öte yandan Prodi, Syriza, Podemos vb. yakın dönem örnekleri üzerinden de görüleceği üzere, parlamentarist sol, toplumsal mücadelelerin geliştiği koşullarda dalga kıran rolü oynamakta, toplumda gelişen devrimci mücadele dinamiklerini ve imkanlarını parlamentarist zeminlere taşıyarak köreltmektedir. İstanbul seçimlerinin hemen ardından bu tarihsel gerçeği hatırlamak ve hatırlatmak, sınıf ve emekçi kitleleri uyarmak bakımından hayati bir önem taşımaktadır.
Seçimlerin ardından oluşan tablo ise, tüm temel ve toplumsal sorunlar üzerinden sınıf eksenli bir mücadele geliştirmenin, düzene karşı devrim alternatifini öne çıkarmanın önemini ayrıca teyit etmiş bulunuyor. Bu yönüyle, gerek iktisadi-sosyal planda olsun, gerekse siyasal süreçler-gelişmeler üzerinden yaşansın; günümüz Türkiye’sinde var olan tüm temel toplumsal-siyasal sorunların gerçek ve kalıcı bir çözüme kavuşmasının yolu işçi sınıfının bağımsız devrimci çizgisini ve tutumunu her cepheden geliştirmeyi ve örgütlemeyi esas almayı gerektirmektedir.
Gerek düzen siyasetinin “yeni alternatif” arayışları gerekse de reformist solun “3. yol” siyaseti işçi ve emekçilerin gerçek kurtuluşunun yolunu açamaz. Kurtuluşun ve çözümünün tek yolu, düzene karşı devrimci sınıf çizgisinde ısrarla ve kararlılıkla atılacak adımlardan geçmektedir.