TKİP VI. Kongresi için Gençlik Komisyonu tarafından sunulan metnin genel gençlik hareketini ele alan ilk bölümüdür… (Ekim, Sayı: 317, Mayıs 2019)
Türkiye’de toplumsal muhalefetin önemli bir parçası ve dinamiği olan gençlik hareketi tarihinin en zayıf dönemlerinden birisini yaşıyor. Öyle ki, günümüzde gençlik mücadelesi politik gençlik örgütlerinin oldukça sınırlı ve dar pratiklerine gerilemiş bulunuyor. Gençlik cephesinden yansıyan bu tabloyu yerli yerine oturtmak için, gelişmeleri Haziran Direnişi’nden günümüze toplumsal muhalefette yaşanan gerileme süreciyle birlikte ele almak gerekir.
2013 yılında patlak veren Haziran Direnişi, toplumsal muhalefetin yakın dönemdeki en güçlü çıkışı oldu. Bilindiği üzere dinci-faşist iktidarın baskı politikalarına, keyfi dayatmalarına, sosyal-iktisadi-kültürel saldırılarına, yaşam tarzına yönelik kaba müdahalelerine karşı toplumun farklı kesimlerinden oluşan geniş bir yelpaze sokaklara indi. Bu heterojen halk hareketi içerisinde kadınlar ve özellikle gençler güçlü bir şekilde yerlerini aldılar.
Bu toplumsal çıkış gerilerken, gençlik hareketi de olağan sınırlarına dönmeye başladı. Buna rağmen çeşitli gündemlere yönelik olarak, örneğin Soma’ya, Berkin Elvan’ın yaşamını yitirmesine, kadın cinayetlerine karşı üniversiteler ve esas olarak da liseli gençlik içerisinde ciddi tepkiler, hareketlenmeler, duyarlılıklar ortaya çıktı.
Partimizin V. Kongre’sini topladığı dönemde (2015 sonbaharı) gençlik hareketinin genel tablosu böyle idi. İki kongre arası dönemde, İstanbul Üniversitesi’ndeki bölünme eylemleri dışında kitlesel eylemler gerçekleşmedi. Olduğu kadarıyla da politik gençlik örgütlerinin sınırlı eylemlilikleri üzerinden yaşandı.
***
V. Parti Kongresi’nden bugüne uzanan süreç, toplumsal muhalefete olduğu gibi gençliğe dönük saldırıların da tırmandığı bir dönem oldu. Süreci 2015’ten, özellikle 7 Haziran seçimlerinden başlatmak gerekirse, toplumsal muhalefeti ve Kürt hareketini ezmeye dönük kapsamlı saldırılardan gençlik ve akademik alan payına düşeni fazlasıyla aldı. İlerici birikim faşist baskı ve saldırıların doğrudan hedefi oldu.
Üniversiteleri hedef alan saldırganlığın ilk örneği “Barış isteyen akademisyenler”e dönük linç girişimi oldu. Bu süreçte akademisyenlerin bir kısmı tutuklandı, birçoğu üniversitelerin dışına atıldı. Aynı dönem üniversitelerde siyaset yasağı gündeme getirildi. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ise adeta cadı avı başlatıldı. Öncesinde ilerici akademisyenleri hedef alan saldırılar, darbe girişiminin ardından ihraç boyutuna taşındı. Bu süreçte akademide var olan ilerici birikimin önemli bir kesimi tasfiye edildi.
Üniversiteleri hedef alan saldırıların diğer bir boyutu ise devrimci-ilerici öğrencilerin okullardan sürülmesi, üniversite içerisinde siyaset yapmanın yasaklanması, türlü baskı ve zorbalığın üniversite öğrencileri üzerinde yoğunlaştırılması oldu. Boğaziçi Üniversitesi örneğinde olduğu gibi (Afrin işgaline karşı eylem yapan öğrencilerin tutuklanması), dinci-faşist iktidar devrimci ve ilerici öğrencileri sadece soruşturma-uzaklaştırma saldırılarıyla değil, hem polis-yargı-tutuklama terörü ile hem de eğitim hakkını doğrudan hedef alan saldırılarla etkisiz hale getirmeye çalıştı.
Darbe sonrası süreç AKP’nin üniversite ve eğitim alanına yönelik gerici-piyasacı politikalarının önünün sonuna kadar açıldığı bir dönem oldu. Uzun bir süredir dinci-gerici iktidarın masasında duran planlar darbe süreci ile birlikte pratik saldırganlığa vardı. Üniversiteleri kendi içerisinde ayrıştırarak üç temel alana bölmek, bu yolla sermayenin ihtiyaç duyduğu potansiyelleri doğrudan üniversite zeminlerinde şekillendirmek, rektör atamalarıyla ve üniversite yönetimlerine polisi, valiyi, sermaye çevrelerini katarak üniversitelerin özerkliğine son darbeleri vurmak vb., bu saldırının başlıca unsurlarıydı.
Tüm bu saldırılar karşısında anlamlı karşı çıkışlar yaşanamadı. Tepkisellik ve dayanışma vardı ama saldırıya karşı güçlü tepkiler örgütlenemedi. Elbette dönem tamamen sessiz sedasız geride kalmadı. Örneğin Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde “Gitmiyoruz!” söylemi üzerinden eylemler gerçekleştirildi. Bunun bir diğer örneği “Geri döneceğiz!” söylemi üzerinden İstanbul Üniversitesi’nde ihraç saldırısı karşısında görece kitlesel geçen eylemler oldu. Yine aynı dönem içerisinde Boğaziçi Üniversitesi’nde Afrin işgali gençlik tarafından protesto edildi. Ama bu eylemler daha çok politik kesimlerin ortaya koyduğu sınırlı tepkilerden ibaretti.
Bu sürecin en anlamlı çıkışı, devrimci gençlik örgütlerinden DGB’nin İstanbul Üniversitesi ana kapısı önünde başlattığı direniş oldu. OHAL döneminin ilk direnişiydi bu. Kararlı, ısrarlı ve kendisine yönelen saldırıyı politik manada karşılayan bir direnişti. Daha önce sözü edilen eylemler görece kitleseldi ama bir yerden sonra saldırıyı kabullenen bir çizgide noktalandı. DGB’nin direnişi ise öteki ilerici-devrimci gençlik çevreler tarafından yalnız bırakıldı. Oysa sürecin önemli ilk politik direnişiydi ve gençlik cephesinden anlamlı bir çıkıştı. Yüksel Direnişi ve kamu direnişi, bunun arkasından gelen eylemli süreçler oldular. Sahiplenildikleri oranda ise sürecin önemli direniş odakları haline geldiler.
***
Bu bağlamda mezuniyet törenlerine de kısaca değinmek gerekir. Yıllardır özellikle ODTÜ’de gerçekleştirilen mezuniyet törenleri çoğu kere politik gösterilere dönüşüyordu. Baskı ve zorbalığın tırmandırıldığı günlerde, öğrenci gençlik tepkisini bu türden özgün süreçler üzerinden ortaya koyabiliyor. Tam da bu nedenle, ODTÜ’de gerçekleştirilen son 2018 yılı mezuniyet töreni Erdoğan yönetiminin hedefi oldu. Dinci-faşist iktidarı eleştiren ve tepkisini mezuniyet töreninde dile getiren öğrenciler tutuklanarak cezaevine konuldu.
***
2016, 2017 ve 2018 6 Kasım tabloları ise, gençlik hareketinin ne denli gerilediğinin dolaysız göstergeleri oldular. 6 Kasım eylemleri bugün artık neredeyse sadece İstanbul Üniversitesi’ne daralmış bulunuyor. Gençlik hareketinin önemli merkezleri olan Ankara, İzmir, Eskişehir gibi kentlerde artık 6 Kasımlar örgütlenmiyor. İstanbul Üniversitesi’ndeki ilerici-devrimci güçlerin ortaya koyduğu irade, bugünkü koşullarda herşeye rağmen anlamlı bir direnç alanı sayılmalıdır.
***
Geride kalan dönemin öğrenci kitlesine dayalı en güçlü çıkışı, üniversitelerin bölünmesine karşı gerçekleştirilen eylemler oldu. Bu süreç içerisinde özellikle İstanbul Üniversitesi’nin belli fakültelerinde taban dinamizmine dayanan kitlesel eylemler gerçekleşti. Bu çıkış kısmen Ankara Gazi Üniversite’sinde de karşılık buldu.
Gençlik hareketi adına yakın dönemde üniversite merkezli böylesi eylemler pek yaşanmamıştı. Söz konusu gençlik eylemlerinin en temel kusuru ise “akademik kariyer” duyarlılığına dayalı bir tepki olmasıydı. Üniversitelerin bölünmesine karşı ortaya konan tepki ne AKP’nin üniversitelere dönük gerici ve piyasacı saldırılarına, ne de eğitimin niteliğinin düşürülmesine karşı bir muhteva taşıyordu. Öğrenci kitlesinin en geri noktadan, diplomasının altında hangi üniversitenin adının yazacağına dair kaygıların ürünüydü. Günlere yayılan eylemlerin temel kusuru buydu ama sonuçta kitlesel bir hareketlilikti söz konusu olan.
Politik gençlik örgütlerinin harekete müdahalesi daha çok sürükleniş biçiminde oldu. Hareketi bölmemek ve kitleselliğini zayıflatmamak adına politikleştirme çabasından uzak durdular. AKP gericiliğinin eylemlerin ideolojik olduğu yönlü söylemleri de politik gençlik grupları üzerinde basınca dönüştü. Buradan bakıldığında denebilir ki tek anlamlı müdahaleyi genç komünistler yaptılar.
Normalde her türlü hareketliliğe saldıran, her türlü çıkışı boğmaya çalışan dinci faşist iktidar, bu hareketin üzerine rahatlıkla gidemedi. Toplumsal dinamiklere dayalı çıkışlar karşısında öyle kolayından saldırgan bir tutum izleyemediği bir kez daha görüldü. Nitekim kadın sorunu üzerinden ortaya çıkan duyarlılık karşısında da benzer bir tutum sergilemişti.
Çıkış noktası geri olsa da gençlik içerisinde güçlü bir mücadele potansiyeli bulunduğunu bölünme eylemleri açıklıkla ortaya koydu. Gençlik hareketi en geri sınırlarındayken bile binlerce öğrencinin sokağa çıkması bunun ifadesiydi.
Baskı ve gericilik tırmandırıldığı, hak ve özgürlükler ayaklar altına alındığı için, özgürlük özlemi ve gelecek kaygısı bugün gençlik içerisinde iki temel gündem olarak öne çıkıyor. Keyfi ihraçlar ve okuldan atmalar, siyaset yasakları, dinci-faşist çetelerin üniversitelerde önünün açılması, diplomalı işsizliğin boyutlanması, eğitim hakkının gasp edilmesi, gençliğin eğitimini sürdürebilmek için çalışmak zorunda kalması, eğitim araç gereçlerinin, barınmanın ve ulaşımın her geçen gün pahalılaşması, üniversite yönetimlerinin sermayenin ve devletin eline teslim edilmesi, eğitimin bilimsellikten uzaklaştırılması, tırmandırılan savaş ve saldırganlık politikaları, vb… Tüm bu sorunlar varıp gençliğin gelecek ve özgürlük talepleri ile ilişkileniyor.
Tam da bu nedenle son yıllarda gerçekleşen gençlik eylemlerinin ana talebi ve mücadele ekseni özgürlük ve gelecek oldu. Genç komünistlerin daha Haziran Direnişi’ni takip eden günlerde uzun soluklu bir mücadele hattı olarak saptadığı özgürlük ve gelecek ekseni, gelinen yerde gençliğin geniş kesimlerinin çeşitli talep ve özlemlerini kapsayan bir çerçeveye oturmuş bulunuyor. Bu nedenle özgürlük ve gelecek, önümüzdeki uzun soluklu mücadele döneminin ana şiarları olmaya devam edecektir.
(…)
Gençlik Komisyonu
Aralık 2018
***
TKİP VI. Kongresi Bildirgesi’nden…
Politik gençlik hareketi geleneğini kıramayacaklar!
(TKİP VI. Kongresi Bildirgesi’nin “Gençlik Hareketi” başlıklı ara bölümüdür… Buradaki başlık tarafımızdan konulmuştur…- Kızıl Bayrak)
- Gençlik hareketi yıllardır aşılamayan bir gerileme ve durgunluk içindedir. Bir zamanlar dinci-faşist iktidarın huzursuzluk kaynağı olan hareket, son birkaç yıldır en geri sınırlara çekilmiş, en dar zeminlere hapsolmuş durumdadır. Bu onun halihazırda kitlesel karakterini de yitirmiş olduğu anlamına gelmektedir. Dinci-faşist iktidar bu sonuca yılları bulan ısrarlı çabalarıyla ulaşmayı nihayet başardı.
- Gençlik hareketindeki gerileme gerçekte toplumsal muhalefetteki genel gerilemenin gençliğe yansıması oldu. Bu süreç 7 Haziran (2015) seçimlerini izleyen baskı ve terör dalgasıyla hız kazandı. Ardından 20 Temmuz (2016) OHAL darbesi geldi. Bununla startı verilen yeni kapsamlı saldırı dalgası, genel toplumsal muhalefet kadar gençlik hareketini de en geri sınırlara itti. Sistemli siyasal ve idari baskılarla, siyaset yasakları, soruşturmalar ve cezalarla, gözaltılar ve tutuklamalarla sonuçta öğrenci hareketi sindirildi. Üniversiteler kitlesel uzaklaştırmalarla ilerici kadrolardan arındırılırken, tersinden kapsamlı bir gerici kadrolaşmanın önünün açılması da gençlik hareketinin gerilemesinin bir başka etkeni oldu.
- Fakat bu durum geçici olmaya mahkumdur. Dinci-faşist iktidar gençlik hareketini bugün için sindirmiş olabilir, ama onu uzun süreli olarak dizginlemeyi başaramayacaktır. Türkiye’nin derin tarihsel kökleri olan politik gençlik hareketi geleneğini kırmak mümkün değildir. Geçen öğrenim yılı sonunda üniversitelerin bölünmesine karşı kendini bir anda kitlesel boyutlarda gösterebilen tepkiler bu açıdan rastlantı değildir.
- Partimiz bunu bilerek ve gözeterek gençlik içindeki çalışmasını sabırla ve inatla sürdürecektir. Bugünkü koşullarda ulaşılabilen en sınırlı ilişkileri bile en büyük titizlikle değerlendirecek, eğitip örgütleyecek, beklenmedik biçimde kendini gösterecek yeni bir hareketin önderlik sorumluluklarına hazırlayacaktır.
- Türkiye’nin toplumsal mücadele tarihine bütünü içinde bakıldığında, gençlik çalışmasının devrimci bir parti için taşıdığı özel önem kendiliğinden anlaşılır. Fakat partimiz için gençlik çalışması aynı zamanda sınıf eksenli çalışma için de çok özel bir önem taşımaktadır. Gençlik çalışması, özellikle de liseli gençlik çalışması, geçmiş kongrelerde genişçe gerekçelendirildiği gibi, partimiz için aynı zamanda sınıf çalışmasına bir ön hazırlıktır. Büyük bölümüyle yarının fabrika işçi adaylarını barındıran liseli gençlik ile hemen tümüyle sanayiye kalifiye işçi yetiştiren meslek liseleri ve meslek yüksek okulları için bu özellikle geçerlidir. Partimiz gençlik çalışmasına genel planda gereken önemi verecek, ama esas dikkatini yarının eğitimli genç sınıf yığınlarını oluşturacak bu alanlara verecektir.