İngiltere’de bir dönüm noktası: Grev dalgası!

Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta İngiltere'de yaşanan grevlerin analizi, Ukrayna-Rusya savaşıyla ilgili ateşkes çağrıları ve mülteciler konusunda AB'nin iki yüzlü tutumu yer alıyor.

  • Çeviri
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 25 Aralık 2022
  • 12:10

İngiltere’de grevler yine geçen haftanın gündemine damga vurdu, önümüzdeki haftalar için de planlanan birçok grev var. Counterfire gazetesine yazan Lindsey German, grevlerin bir dönüm noktasında olduğunu belirtiyor ve etkili olup sonuç alması için birçok sektörde topluca genel greve gitmenin önemine dikkat çekiyor.

Ukrayna’daki savaşın genişleyebileceği ve bir nükleer savaşa dönüşebileceği endişesine bağlı olarak Almanya’da da hükümetin Macron’un müzakere çağrısına aktif destek verip ateşkes için çaba harcaması talepleri yükseliyor.

Geçtiğimiz dönem Ocean Viking adlı tekne tarafından kurtarılan göçmenlerin çektiği çile, dikkatleri yeniden göç krizine çevirdi. SOS Méditerranée gemisi, Libya açıklarında derme çatma teknelerde bulunan 234 mülteciyi kurtarmıştı. Daha sonra, ne Malta ne de İtalya topraklarına yanaşmasına izin verdi. Bu  nedenle bir düzine kadın, 57 küçük çocuk ve hastadan oluşan yolcularıyla birlikte üç hafta boyunca tehlikeli koşullarda denizde kaldı. Fransa’dan La Forge gazetesinden çevirdiğimiz yazı, göçmenlere karşı Avrupa Birliği’nin süren ikiyüzlü politikasının altını çiziyor.

İngiltere’de grevlerin politik yönü ve zafere ulaşmanın yolu

Lindsey GERMAN
Counterfire

Sağcı medya ve muhafazakâr politikacılar, bu ay her gün yaşanan ve yeni yılda daha da artacak olan kamu sektörü grevleri konusunda oldukça öfkeli. Onların kitabına göre bunun olmaması gerekiyordu: Sağın kahramanı Margaret Thatcher 1980’lerde ‘militan sendikaların’ sonunu getirmişti; demir yolu işçileri, öğretmenler ve öğretim görevlileri, postacılar, memurlar, hemşireler, ebeler ve ambulans şoförlerinin grev yapması ya da yakın gelecekte yapmayı planlaması onlara inanılmaz geliyor. Onların düşünceleriyle gerçeklik arasındaki uçurum büyük.

Eylemlerle ilgili mantıklı bir değerlendirme şu soruyla başlayabilir: bir hükümet nasıl olur da bu kadar çok sayıda işçi grubunu greve gitmeye itebilir?  Bu sorunun yanıtı, on buçuk yıldır reel olarak gerileyen ücretler ve genel olarak kamu hizmetleri harcamalarındaki keskin düşüşlerle birlikte tüm çalışanların yaşam koşullarına yönelik sistematik saldırılarda yatıyor. Bu da tüm grevlerin ücretlerle ilgili olduğu, yüksek enflasyon ve enerji fiyatlarındaki artışla bağlantılı olduğu, ama aynı zamanda çalışma koşullarıyla da ilgili olduğu anlamına geliyor. Grevler genelleşti çünkü işçi sınıfından her kesim kendini daha kötü hissediyor, artan eşitsizlik ve sefaleti görüyor ve bu nedenle grevcilere sempati büyüyor.

Dolayısıyla mevcut grev dalgası muhafazakarlar ve onların medyadaki sözcüleri için büyük bir zorluk teşkil ediyor… Şimdiye kadar sert bir tutum izlediler: Hükümet demir yollarında pazarlık yapılmasını engellemek için müdahale ediyor ve hemşirelere daha fazla zam yapılamayacağı konusunda ısrar ediyor. Ancak kendi milletvekillerinden bazılarının baskısı giderek artıyor… Grevlere karşı hükümet ve medya propagandasının tüm ağırlığı ve grevlerden kaynaklanan aksaklıkları öne çıkaran ancak aynı aksaklıkların kesintiler, hükümet politikası ya da özelleştirilen sektörün verimsizliğinden kaynaklandığını görmezden gelen hakim anlatı göz önüne alındığında, tüm grevlere destek seviyeleri oldukça yüksek.

Grevler on yıllardır olmadığı kadar İngiliz siyasetine hakim oluyor. Thatcherizm’in başlattığı neoliberalizm dönemi, küreselleşmiş serbest piyasaları ve ehlileştirilmiş sendikaları, genişlemesinin ve başarısının merkezi olarak gördü. En hararetli savunucuları, ücret kesintileri ve derinleşen eşitsizlik dışında her şeye karşı en sert direnişi göstermeye devam ederken, İngiliz egemen sınıfının bazı kesimleri ücretlerin çok düşük olduğunu ve bu ücret politikası devam ederse kamu sektörünün işe alım yapamayacağını kabul ediyor. Ancak, hemşirelerin kazanması halinde bunun diğer işçi grupları tarafından takip edilecek büyük bir kırılma olacağının farkında olarak sağlam durmak isteyen kesimler de var. İngiltere Merkez Bankasının geçen hafta faiz oranlarını bir kez daha yükseltme kararından da anlaşılacağı üzere, ne kadar acı verirse versin ve yaşam standartlarını ne kadar kötüleştirirse kötüleştirsin, bu ilacı almaya devam etmemiz bekleniyor.

Grevler de bir dönüm noktasında. Grevler hem sendika üyeleri hem de halk tarafından iyi bir şekilde desteklendi ve hemşirelerin grevi kesinlikle hükümete bir darbe oldu, ancak Noel’i mahvetme söylemi kasıtlı olarak kullanılıyor ve özellikle demir yolu çalışanlarının yorulduğu iddiası var. Sendika liderleri müzakereye alışkın ama bu uzlaşma yolu şu ana kadar anlaşmazlıkların çoğunda masada değildi - ya da en azından büyük kesintiler ve çalışma koşulları dayatılmadan masaya getirilmiyordu ve sendikalar bu şartları kabul etmiyor. Yine de muhtemelen enflasyonun altında kalacak bir artış için uzlaşmalar arıyorlar.

Demir yolunda grevler altı aydır devam ediyor ve süresiz grev yerine bir ve iki günlük eylemlere gitmenin sınırları kendisini gösteriyor. Süresiz grevin, sendikalar ve halktan bağışlarla finanse edilen uygun bir grev ücreti ile sürdürülmesi gerekecek ve bu grevler işverenleri ve hükümeti can evinden vuracaktır. Koordinasyon ve eylemlerin tırmanışı bu yönde olmalıdır. Birbirini takip eden günlerde yapılan bir dizi grevin önemli bir kümülatif değeri olsa da bunlar aynı gün topluca genel greve gitmekle aynı şey değil.

Böyle bir grev, güçlü bir siyasi unsur içerir, çünkü sektörel bir anlaşmazlıktan ziyade hükümetin kendisine karşı bir meydan okuma haline gelir. Ayrıca bu grev, sendikal örgütlenmenin ve mücadeleciliğin güçlenmesine yardımcı olarak çeşitli sektörel uyuşmazlıklar açısından da besleyici rol oynar…

Britanya’da sendikal hareket son birkaç ay içerisinde artan grev sayıları, üye sayısındaki artış ve daha yüksek mücadele seviyeleri ile büyük adımlar attı. Tarih bize, sendikaların düşüşte olduğu ya da durgunlaştığı uzun dönemlerin ardından örgütlenme ve bilinçte sıçramaların yaşandığı sendikal örgütlenmelerin olduğunu gösteriyor…

Sendikal ilerlemeler, işçi sınıfının toplumda üretilen zenginlikten aldığı payın artmasında kilit rol oynamıştır. Sendikaların zayıflaması ise rekor düzeyde eşitsizliğin ortaya çıkmasına yol açmıştır. İşverenlerin ve onların hükümetteki destekçilerinin mücadele etmeden hiçbir şeyi kabul etmeyeceklerini biliyoruz.

Geçmişte hükümetlerin sendikal ilerlemelere verdiği yanıtlardan biri baskıyı ve otoriterliği arttırmak olmuştur. Şu anda birçok kilit sektörde grev yapmayı neredeyse imkansız hale getirecek sendika karşıtı yasalarla bunu yapmaya çalışıyorlar. Bunun, elde edilebilecek olandan daha azına razı olan uzlaşmalarla birleşerek bu mevcut grev dalgasını saptıracağını umuyorlar. Bunun gerçekleşmemesini sağlamak bize bağlı.

Ukrayna’da ateşkes hemen şimdi!

Ralph URBAN
Neues Deutschland

Ukrayna savaşının ortasında, nükleer savaş tehdidi daha gerçek hale geliyor. Ancak uluslararası toplumun bu konudaki resmi açıklamaları çelişkili.

İlk olarak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, aralık 2022 başında Moskova’da kurduğu İnsan Hakları Konseyi üyeleriyle yaptığı toplantıda nükleer silahların caydırıcı ve misilleme aracı olarak kullanıldığını vurguladı. İlk kullanımı Rusya’nın yapabileceğini reddetmedi. Aynı dönemde Almanya Başbakanı Olaf Scholz, nükleer bir tırmanış tehlikesinin şimdilik azaldığını açıkladı.

Sadece birkaç gün sonra, Kırgızistan’daki Avrasya Ekonomik Birliği zirvesinde Putin önleyici nükleer saldırı kavramını açıkça değerlendirdi. Rusya bu konsepti ABD’den alabilir ve nükleer doktrinini buna göre değiştirebilirdi.

Şu ana kadar Çin, koşulsuz ilk kullanıma karşı politikası olan tek nükleer silahlı ülkedir. Bu, Çin’in ister önleyici veya ilk saldırı olarak isterse de herhangi bir nükleer olmayan saldırıya karşılık olarak olsun, hiçbir koşulda nükleer silah kullanmamaya kararlı olduğu anlamına gelmektedir. ABD ve Rusya’nın askeri doktrinleri ilk kullanımı göz ardı etmemektedir.

Konvansiyonel bir çatışmada yenilgi tehdidi de nükleer silahların kullanılmasına yol açabilir.

ABD ve Avrupa’dan sürekli silah akışı Rusya Devlet Başkanını savunmaya iterse, nükleer silah kullanımı göz ardı edilemez. Almanya’nın önde gelen dört barış ve çatışma araştırma enstitüsünün barış raporu 2022 tam da bunu söylüyor: “Rusya savunmada olduğunda riskin arttığının farkında olmak önemlidir.”  Rusya’nın nükleer silah kullanma olasılığı “düşük” olsa bile Batı, tırmanma riski karşısında itidalli davranmalıdır.

Ne yazık ki, NATO liderliği kendi eylemlerinin sonuçlarından emin görünmüyor: NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, “İşler ters giderse, korkunç bir şekilde ters gidebilir” dedi. Ukrayna’daki savaşın korkunç olduğunu ve NATO ile Rusya arasında büyük bir savaşa dönüşebileceğini söyledi. Rus hükümetinin bakış açısına göre NATO müttefikleri Ukrayna’ya silah sağlayarak, askerlerini eğiterek ve Rus birliklerine yönelik saldırılar için askeri istihbarat sağlayarak aslında kendilerini çoktan çatışmanın bir tarafı haline getirdiler.

Her geçen gün bu savaşın diğer devletlere sıçraması ya da nükleer bir savaşa dönüşmesi riski artıyor. Bu durum hem Polonya’ya yapılan füze saldırısı hem de Rusya’nın iç kesimlerindeki askeri havaalanlarına yapılan insansız hava aracı saldırıları ile kanıtlanmış durumda. Savaş her gün acı, ölüm ve yıkım getiriyor. Her geçen gün uzlaşmazlık artıyor, cepheler daha da sertleşiyor. Tüm bu nedenlerden ötürü savaş bir an önce sona ermelidir.

Şu ana kadar ne askeri bir çıkmazı beklemek ne silah sevkiyatı ne de yaptırımlar ateşkes görüşmeleri için bir fırsat penceresi açabildi. Uluslararası topluma meydan okunmaktadır. Özellikle de çatışmanın taraflarıyla müttefik olan ülkeler, savaşan tarafları etkilemek, ateşkes ve uzlaşma için baskı yapmakla yükümlüdür; bunlar her iki tarafça da acı verici olarak algılansa bile.

Alman hükümeti, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Rusya da dahil olmak üzere tüm tarafların meşru güvenlik çıkarlarını dikkate alan müzakereler için yaptığı baskıya katılmalıdır. Şimdi bir ateşkese ve yeni bir Avrupa barış düzeni için fikirlere ihtiyacımız var.
(Çeviren: Semra Çelik)

Ne Fransa ne de Avrupa göçmenleri istiyor

La Forge

OCEAN Viking adlı tekne 22-26 Ekim tarihleri arasında Libya açıklarında derme çatma teknelerde bulunan 234 kişiyi toplamıştı. Daha sonra, ne Malta ne de İtalya topraklarına yanaşmasına izin verildi. B u nedenle, çok tehlikeli koşullarda yolcularıyla birlikte tekne üç hafta boyunca denizde kaldı. Bu engelleme karşısında, yirmiye yakın STK’nin “İtalya, Malta, Avrupa Devletleri ve Avrupa Komisyonunu derhal karaya çıkmayı kolaylaştırmaya çağıran” ve “İtalya’nın kazazedelerin karaya çıkmasını geciktirme yönündeki genel politikasını” kınayan çağrısını iletti. Avrupa Komisyonu daha sonra endişelerini dile getirdi: “Gemideki durum kritik bir seviyeye ulaşmıştır ve insani bir trajediyi önlemek için acilen çözülmelidir” ve “Bu kişilerin tehlike altında olmasına yol açan koşullar ne olursa olsun, denizde insan hayatını kurtarmaya yönelik yasal yükümlülük açık ve nettir” dedi.

İtalyan hükümetiyle üç hafta süren bir restleşmenin ardından Fransa nihayet 11 Kasım’da Toulon’da karaya çıkmalarına izin verdi. Ancak mülteciler, Fransa’nın onları kendi topraklarına otomatik olarak kabul etmediğini göstermek amacıyla İçişleri Bakanlığı tarafından oluşturulan kapalı bir bekleme bölgesine alındı. İltica başvuruları kaos ve telaş içinde, bazen gerekli çevirmenler olmadan incelenmiştir. Toulon polis karakolundaki bir temizlikçi kadın Arapça bildiğinden çeviri için görevlendirilmiştir.

Sadece 66 kişiye olumlu bir cevap verildi ve hayatta kalan 175 kişi onları ağırlamak için gönüllü olan 11 ülke arasında dağıtılacak: Almanya, Lüksemburg, Bulgaristan, Romanya, Hırvatistan, Litvanya, Malta, Portekiz, İrlanda, Finlandiya ve Norveç. Ancak iltica hakkının sürelerine ve yasal koşullarına riayet etmek mümkün olmadığından, olumsuz görüş alan 123 kişi Aix adli mahkemesinin tavsiyesi üzerine serbest bırakılmak zorunda kaldı. Buna rağmen kendisini demokrasinin erdemleriyle süsleyen Avrupa, göçmenleri engelleme arzusunu ortaya koymaktadır. Birbiri ardına gelen anlaşmalar üye ülkeler arasındaki derin ayrılıkları gözler önüne seriyor. Haziran ayında kararlaştırılan yeniden yerleştirme sistemi, aralarında Fransa’nın da bulunduğu bazı ülkelerin İtalya gibi ülkelere ulaşan 8 bin göçmeni gönüllü olarak kabul etmesini, kabul etmek istemeyen ülkelerin ise mali sonuçlara maruz kalmasını öngörüyordu.

Gérald Darmanin, göçmen karşıtı açıklamaları ve yasa tasarılarıyla İtalyan hükümetinin “Kabul edilemez davranışını” eleştirdi ve Fransa’nın “İtalya’ya tüm yeniden yerleştirmeleri askıya alacağını”, yani İtalyan topraklarında bulunan ve 2023 yazına kadar Fransa’ya kabul edilecek olan 3 bin 500 kişiyi açıkladı.

Avrupalı içişleri bakanları, Fransız hükümetinin talebi üzerine Brüksel’de bir araya gelerek yeni krizleri önlemeye yönelik bir acil durum planı kabul etti. Çözümleri: Tunus, Libya ve Mısır gibi ülkelerle iş birliğinin güçlendirilmesi, bu ülkelerden ayrılmaların önlenmesi ve sürgünlerin geri dönüşlerinin artırılması. On binlerce insanı en tehlikeli yollara atarak hayatlarını riske atan nedenlere ilişkin hiçbir önlem yok. Savaşlar, ekonomik krizler, iklim krizleri, kıtlıklar ve bunların halklar üzerinde yarattığı sefalet, kaçınılmaz olarak belli sayıda insanı başka bir yerde gelecek aramaya itecektir. Bu da göçmen sayısındaki artışı açıklamaktadır: yılın ilk on ayında 280 bin (+ yüzde 77) göçmen Balkanlar üzerinden AB sınırlarına ulaşmıştır. On binlerce insanı hayatlarını riske atarak tehlikeli rotalara iten bu trajediler karşısında, zengin Avrupa ülkeleri arasındaki tek anlaşma noktası bu sürgünleri daha da uzağa itmektir.

Bu gerçekler karşısında, dayanışma ilkesinden vazgeçmeyen, kazazedelerin yardımına koşmaya devam eden ve ulusal ve Avrupa makamlarını onurlu bir karşılama sağlamaya çağıran kuruluşlar var. Bu, desteklenmesi gereken haklı bir mücadeledir.
(Çeviren: Diyar Çomak)

Evrensel / 25.12.22