Yaşar Kemal’le bir öğle yemeği – Can Dündar

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 04 Kasım 2012
  • 05:12

Yaşar Kemal’le öğle yemeği yedik dün... Harbiye’de Borsa Lokantası’ndaydık. Eşi Ayşe Hanım ve Zülfü Livaneli de bizimleydi. Nebil Özgentürk bir ara uğradı. Yaşar Usta’yı her gören eline sarıldı; o da 86 yaşına bakmadan, üşenmeden hepsinde ayağa kalktı; okurlarıyla, turistlerle, çocuklarla fotoğraflar çektirdi. Garson “Ne yersiniz” diye sorunca: “Dostoyevski’ninkinden” dedi Yaşar Kemal...

Zülfü Livaneli tercüme etti: “Kara lahana dolması... Rus yazar da hep ondan yermiş.”“Ondan önce bir şey alır mısınız?”“Adı sulu kendi susuz bir şey getir.”Zekice bulmacanın tercümesi yine Zülfü Livaneli’den:“Su böreği istiyor.”

Otobiyografisini yazacak

Yaşar Kemal, yeni çıkan kitabı “Çıplak Deniz Çıplak Ada”nın heyecanında:
“8 yılımı aldı yazmak... Hayatımda yazdığım kitapların en iyisi bu; çocuk oyuncağı değil” diyor.

Bu arada arşivinde bulduğu, Zülfü Livaneli’ne okuttuğu, yayımlanmamış, “Kuş” adlı eski bir romanının yayımlanacağı müjdesini veriyor.

“Sırada ne var?”

“Şimdi artık biyografimi yazacağım. 6 cilt olarak planlamıştım, 4 cilde indireceğim.”
Sonra otobiyografisinden ipuçları vermeye başlıyor ve sofrada muhteşem bir hayat hikayesinden sayfalar açılıyor.

Kafkaslar’dan başlayıp Çukurova’ya uzanan olağanüstü bir öykü...
Gazetecilikle başlayıp “vatan haini” damgasına çıkan, Nobel yollarından “Ulu çınar” sıfatına uzanan muhteşem bir kariyer...

Peter Üstünov’dan Cengiz Aytmatov’a, Gorbaçov’dan Mitterand’a, Neşet Ertaş’tan (“O ölünce çok ağladım” dediği) Kazım Koyuncu’ya pek çok isimle birbirinden güzel anılar...

O anlattıkça edebiyat tarihi geçiyor sanki önünüz sıra:
Şöhret olacak müzisyen
1970’lerin başı...
Genç bir müzisyen, Ankara’da “İnce Memed” türküsünün derlemesini bulmuş; adapte etmek için Yaşar Kemal’i arıyor.

“Ramazan Yaşar’ın kitapçısında bulursun” diyorlar. Orada birkaç gün bekliyor. Nihayet geliyor Yaşar Kemal...

Müzisyen derdini anlatıyor. Yaşar Kemal, “Gel bizim evde çal da dinleyelim” diyor.
Müzisyen genç, bağlamasını kapıp eve gidiyor. O çalarken, evde başköşede daktilo başındaki Tilda, başını yazısından kaldırıp indirdiği gözlüklerinin üzerinden bakıyor.
Müzisyen gittikten sonra Yaşar Kemal’e “Bu çocuk çok meşhur olacak” diyor. Tıpkı Yılmaz Güney’le tanıştığında onun çok meşhur olacağını söylediği gibi...
“O çocuk”, soframızda oturan Zülfü Livaneli...

40 yıllık dostlar...
Tilda’nın vefatından sonra Yaşar Kemal’in, Ayşe Hanım’la evlenmesi fikrini ortaya atan da o...

Rengarenk anılar
Şimdi Ayşe Hanım ve Zülfü Livaneli, Yaşar Kemal’in canlı bellekleri olarak, ne sorsa adeta “stereo yayınla” iki koldan cevap yetiştiriyorlar.

Gorbaçov’la görüşmeye gittiklerinde Moskova’da Cengiz Aytmatov’la buluştuktan sonra kayboldukları ormanlıkta karşılarına çıkan koruma ile bütün dünya dillerinde anlaşmaya çalışıp sonunda “Menim özüm Türk’tür” cevabını almalarını hatırladılar kahkahalarla...

İsveç’teki sürgünlük günlerini, Peter Üstünov’un “İnce Memed”i çekiş hikayesini anlattılar. CHP mebusu olan Karadenizli Fırıncılar Sendikası Başkanı’nı anımsadılar sonra...

Yarım asır önce... Mebusa Yaşar Kemal’i tanıştırıyorlar.
“Tanımayrum” diyor.
“Cumhuriyet’te yazıyor”.
“Tanımayrum”.
“Edebiyatçı hani..”
“Tanımayrum!
Sonunda tanısın diye “Nobel adayı” diyorlar. Soruyor mebus:
“Nobel, hangi vilayetin kazasıydı?”

Bunları dinleyip Yaşar Kemal’in biyografisini merakla beklemez misiniz şimdi?

Ölüm Oruçları
Zulmün artsın ki...

2000 yılındaki ölüm oruçları sürecinde aynı arabulucu heyetteydik Yaşar Kemal’le...
Bayrampaşa’daki direnişçiler üzerindeki etkisini görmüştüm. O girince, ölümün eşiğindeki tutuklular bile ayağa kalkmaya davranmıştı.
Hele birini, kendisi de unutamıyor.

“Yaşar Kemal gelsin, derdimizi dinlesin” demiş ölüme yatarken...
Yaşar Kemal yanına gittiğinde ölüm döşeğindeymiş.
“Aç gözlerini, bak geldi Yaşar Kemal” demişler.

Yaşar ağabey de “Kalk be arkadaş” diye seslenmiş, gür sesiyle...
Gözünü açabilmiş sadece...

“Yıllar sonra sordum o çocuğu; ‘Ölmedi, ama sakat kaldı’ dediler” diye anlattı. Sonra da bizim girişimden sonra nasıl silahlarla baskın yapıldığını, “kurtarma operasyonu” adı altında nasıl insanların öldürüldüğünü konuştuk.
Batmış Türkiye
Bugünkü açlık grevlerine gelince...
“Anadolu’da bir söz var” dedi Yaşar Kemal:
“’Zulmün artsın ki zevalin çabuk gelsin’ derler. Zulmedenin sonu çabuk gelir. Halbuki talep edilenler, bütün demokrasilerde normal karşılanan, en doğal haklardır.”

Bu kez devrede değil Yaşar Kemal; ama izliyor uzaktan, üzülerek... “Batmış bu Türkiye” diye söyleniyor, yaşananları gördükçe...
Temennisi, ölümler olmadan, bu işin çözümlenmesi...

Yaşar Kemal’in yakılan ağıtları

Anadolu’da “ağıt yakmak” derler; dildedir.
Ama Yaşar Kemal’in ağıtları gerçek anlamda yakılmış.
“Yeryüzünün en güzel ağıtlarını derledim 40’lı yıllarda” diye anlattı.
“4 yılda 300 ağıt topladım. Jandarma geldi, evden aldı, götürdü. Karakola gittim sordum. Bir polis müdürü bulmaya söz verdi. Sonra geldi, ‘Yakmışlar onları sobada’ dedi.”
Bu yangının alevi, hala yüzündeydi adeta...
Öylesine üzgündü, bunca yıl sonra bile...
“O ağıtları yeryüzünden sildiler” dedi.
Ama bazıları belleğindeydi.
“Yaz” dedi.
Açtım defterimi; o söyledi, ben yazdım, eski bir yangından, yaşlı bir çınarın hafızası sayesinde kurtulan iki ağıtı:
“Dervişin mendili ala/ bülbül konar daldan dala
Ben öpmeye kıyamazdım/ belemişler kızıl kana...”

“Anavarza at oynağı/ kana belenmiş gömleği/
Gıyman aşiretler gıyman/ kör karının bir değneği”.

Milliyet / 04.11.12