Tayyip Erdoğan çoğu kez yaptığı gibi son günlerde milliyetçilik üzerine söyledikleriyle de toplumun karşısına bir laf bulamacıyla çıkmış oldu.
Bu laf kalabalığı içinde ne söylemeye çalıştığını elden geldiğince iyi niyetle anlamaya çalışırsak, özetle, etnik milliyetçiliğe (ırkçlığa) karşı olduğu sonucunu çıkarıyoruz.
Ulus devletler döneminde özellikle doğru, doğal bir şeydir bu.
Fakat Başbakan burada durmayarak; “Kimse karşıma Kürt olarak da Türk olarak da çıkmasın” diye devam ediyor.
Yine iyi niyetle yorumlarsak, bununla da kimse kendini öncelikle etnik aidiyetiyle tanımlamasın demek istiyor.
İlk bakışta pek hoş görünmekle birlikte, tam da burada, birkaç noktaya açıklık getirmemiz gerekiyor…
***
Bunlardan biri, Tayyip Erdoğan ve benzerlerinin, etnik aidiyet kavramına karşı çıkarken dinsel (ve mezhepsel) aidiyet olgusunu öne çıkarmalarıdır.
Mezhep savaşlarının mezbahasına dönmüş Ortadoğu’da ve genel olarak İslam coğrafyasında, laik bir ulus devlet olma yönünde çok önemli yol almış ülkemizde, ırk ayrımcılığının reddedilip dinciliğin (ve mezhepçiliğin) baş tacı edilmesi, en az onun kadar geri, bilim dışı, en az onun kadar büyük yıkımlara yol açmış, açmakta ve açacak olan bir başka felaketin kapısını çalmaktır.
***
İkinci nokta, Türkiye ulus devleti içinde Kürt etnik aidiyetçiliğinin giderek daha yüksek sesle dile getirilmekte oluşudur. Türkiye’de bir Kürdistan oluşturma ve onun da ötesinde birleşik bir Kürdistan yaratma hedefinin öncelikli düşünsel temeli etnik aidiyet kavramı değilse nedir?
Kürt ya da Türk ya da başka uluslardan Kürdistan ideolog, politikacı ve yandaşlarının, ulus devlet olmanın ulusal ekonomi ve dil başta olmak üzere temel koşulları üzerinde kafa yormaktan çok, bilinen dış desteklere de güvenerek işi oldubittiye getirmek eğiliminde olduklarını düşünüyorum.
***
Bu yazıda altını çizmek istediğim ve açıklık kazanmasını istediğim asıl sorun ise Türkiye Başbakanı’nın, daha öncelerde de dile getirmiş olduğu gibi “Türk” sözünü etnik bir aidiyetin adı olarak ve sadece bu anlamıyla görmekte oluşudur.
“Türk” sözcüğü ulusal bir aidiyetin değil de sadece etnik bir aidiyetin adıysa ve bu iddiada bulunan kişi herhangi biri değil de ülkenin başbakanıysa, ona kendini bu etnik aidiyetten sayıp saymadığını sorma hakkımız olacaktır.
Erdoğan bu soruyu dürüstçe, açıkça yanıtlamalıdır.
Türk’üm diyorsa, tartışmamızı daha ileri bir alana, “Türk” kavramının Türkiye gerçekliğinde neden daha çok ulusal aidiyetin adı olduğu konusuna doğru geliştiririz…
Değilim diyorsa, bunu kuşkusuz ki saygıyla karşılar, fakat o zaman da kendisine şu soruları yöneltiriz:
“Öyleyse, sadece bir etnik aidiyetin adı neden bütün bir ülkenin adı olsun? Siz ülkemize Türkiye denilmesini gerçekten benimsiyor musunuz? Benimsiyorsanız, bu bir tutarsızlık değil mi? Benimsemiyorsanız, neden dile getirmiyorsunuz? Henüz zamanı gelmediğini düşündüğünüzden mi?..”
Tayyip Erdoğan’ın kendini hangi etnik aidiyetten saydığı umurumda değil. Fakat ülkemizin adı konusundaki düşüncesini dürüstçe açıklamalıdır…
***
Ve son olarak, Türkçe…
Türklük sadece bir etnik aidiyetin adıysa, Türkçe de bu aidiyetin sınırları gerisine çekilmek zorunda değil midir?
Buna bağlı olarak da bu ülkede ne kadar etnik aidiyet varsa ya da olduğu düşünülüyorsa o kadar sayıda anadilinde eğitim hakkı olmalı, böylece de Anadolu ve Trakya coğrafyasında ayrı ulus devletler oluşturmanın yolu açılmalıdır…
Bu son söylediklerim bugün belki kuruntu gibi görünebilir…
Fakat teslimiyetçi akılla değil de ileriye dönük irdeleyici akılla düşünülürse, pek de öyle olmadığı görülecektir…
Cumhuriyet / 23.02.13