Tek Gıda-İş Sendikası Avrupa Yakası Şubesi Eski Başkanı Muzaffer Dilek ile Elit Çikolata ve Haribo’da yaşananlar üzerine konuştuk…

  • Arşiv
  • |
  • Sınıf Hareketi
  • |
  • Röportaj
  • |
  • 11 Kasım 2012
  • 15:30

“Türkel, protokolle işçilerini pazarlamıştır”

Tek Gıda-İş Genel Merkezi ile Tek Gıda-İş Avrupa Yakası Şubesi Eski Başkanı Muzaffer Dilek arasında yaşanan çatışma Elit Çikolata’da işten atmaları, Haribo’da ise “işçisiz grevi” gündeme getirdi. Şube yönetiminden tasfiye edilen ve Öz Gıda-İş Sendikası İstanbul Temsilcisi görevine gelen Dilek, genel merkez ile yaşanan çatışmanın yanı sıra Haribo ve Elit’te yaşanan süreçlere ilişkin sorularımızı yanıtladı. Röportajda da okuyacağınız gibi, Dilek Haribo’da yaşanan işten atmaların altına imza attığını inkar etmiyor. Sendikal bürokrasinin, sendika genel merkezlerinden şubelere hatta fabrikalara nasıl uzandığını, işçilerin bu iki cepheden de ‘kayıkçı dövüşüne’ nasıl alet edildiğini gösteren röportajı okurlarımızın ilgisine sunuyoruz. Röportajın, Esenyurt BDSP tarafından yapılan değerlendirme ile birlikte okunduğunda daha anlamlı olacağını da not olarak belirtelim...

- Elit’te işten atmaların ardından yaşanan direniş sürecine gelene kadar, nasıl bir süreçten geçildi? Tek Gıda-İş’in buradaki misyonunu nasıl görüyorsunuz?

Muzaffer Dilek: Burada, çok daha öncesine uzanan bir süreçten bahsediyoruz. Bu söylediklerinizin bir kısmı TEKEL sürecini de kapsayan ve Tek Gıda-İş Sendikası yöneticilerinin “değişim-dönüşüm süreci” diye adlandırdıkları ama aslında Tek Gıda-İş Sendikası’nı tasfiye ettikleri bir süreçten bahsetmek gerekir. Tek Gıda-İş Sendikası özellikle 90’ların sonlarından beridir programlı bir küçülmeyi yaşama geçirmeye çalışıyor. Sendika, 90’lı yıllarda sadece TEKEL ve ÇAYKUR’da 80-90 binlere ulaşan üye sayısından özelleştirmeler ve daralmalar neticesinde bugün çok daha az sayılara ineceğini öngörerek küçülme programı yapıyordu. Aslında yaşanan süreç bununla paraleldir. Yani sendikaların tasfiyesi ya da özelleştirmelerde emeğin yağmalanmasına ayak uydurması süreci diyelim buna. Ben özel sektör kökenliyim ve sendikacılığa meslek olarak bakamıyorum. Amatör bir ruhla bunu yapmaya çalışıyorum. Yani işçiye mi sendika lazım, sendikaya mı işçi lazım noktasında “işçiye sendika lazım” tarafından bakıyorum. Yani işçinin mücadele edebilmesi için bir örgütlülüğe –bunun adı sendika olur, başka bir şey olur- ihtiyacı olur. İşçinin mutlaka yan yana gelip bir örgütlülük içerisinde olursa kendi hakkını savunabileceği düşüncesindeyim.  Tek Gıda-İş Sendikası’nın tabelasının bu işte bir günahı yoktur. Tek Gıda-İş’te, o tabelayı temsil eden insanların bilmeyerek yaptıkları hatalar değil, bilerek ve planlı olarak yaptıkları uygulamalar vardır. Bunlar bilinçli ve programlı olarak yürütülen bir sürecin sadece küçük parçalarıdır.

Elit Çikolata işçilerinin geldiği nokta ve direnişe kadar nelerin yaşandığına geçelim. 40 yıldır örgütlü bir fabrikadan bahsediyoruz. Burada özellikle Sayın Mustafa Türkel, Evrensel gazetesine vermiş olduğu 17 Eylül 2012 tarihli demeçte “Elit Çikolata’da işçiler bunları iddia ediyor” demiş. İddia etmedik, belgelerini verdik. Hatta o belgeleri, öğrendiğimiz kadarıyla Tek Gıda-İş Sendikası’ndan mahkeme istemiş. 2010 yapıldığını iddia ettiğimiz ve belgesini de sunduğumuzun aslını da mahkemeye göndermiş. Diğerlerini de işveren bunların aslı genel merkezde demesine rağmen göndermemiş. Bunlar bizde yok demiş. Nasıl bir şeydir ki; bu işveren topu sendikaya atıyor, sendika işverene atıyor. 6 ay sonra hakim son müzekkeresini yazıyor. Hakim 15 gün süre tanıyor. Eğer bu süre içerisinde belgeler gönderilmezse yok hükmündedir diyecek. O noktada da sadece son protokolü sunuyor mahkemeye. Burada ciddi bir sorun var.

“Wallmart yalanı ile bir protokol yapmak istediler”

Olaylar şöyle gelişti. 2011 yılının Temmuz ayında genel başkan ve yöneticiler beni çağırdılar. Elit Çikolata işyerinin temsilcileri ile gittim. İşyerinin vekili ve yöneticileri de geldi. Biz sizinle bir protokol imzalamak istiyoruz dediler. Ne protokolü dedik. Onlar da bizim işyerimiz bu sene Wallmart’a iki konteyner çikolata satıyor. Wallmart gelip bizim işçilerimiz ile anket yapıyor. Bu anketlerde TİS ve işyerindeki uygulamalar arasında çeşitli farklar ve ödeme farkı tespit etmişler. Wallmart’a bunu anlatamıyoruz. Onun için, TİS imzaladığımız -2010 yılında imzaladığımız sözleşmeden bahsediyorlar-tarih itibari ile bir protokol yapıp bunu %50’ye düşürdüğümüze dair bir şey yapmamız gerekiyor. Biz de böyle bir şeyin mümkün olmayacağını söyledik. İşçinin hakkını ver dedik.

Daha sonra, temsilci arkadaşlarla genel merkezden randevu aldık. Temsilci arkadaşlarla gittik. Bu durumun şube yönetimimiz adına doğru bir şey olmadığını söyledik. Sendika TİS’i uygulatmamıştır, hata yapmıştır. Biz buna müsaade etmeyiz dedik. Böyle bir kararı ancak işçilerle beraber alacağımızı, kazanılmış hakları tartışma konusu haline getirmeye dönük bir hakkımız olmadığını söyledik. Bunlar konuyu çözmek yerine gidip araştırdılar. İşçiler ne dava açarlarsa açsınlar kazanılmış haklarını alabileceklerini gördüler. Hatta işçiler tarafından açılacak toplu bir davada diğerlerinin de hızla sonuçlanacağını gördüler. Wallmart yalanı ile bir protokol yapmak istediler. Biz bunu reddettik. Bunun doğru olmadığını hatta ahlaksız ve hukuksuz olduğunu da söyledik. Bir gün sonra bizi çağırdı genel başkan. “Bu protokolü ben konuştum, ben genel başkanım böyle olacak” dedi. Bunun üzerine ben hayırlı olsun dedim çıktım. Daha sonrasında ise o lafın üzerine imzalayacağımızı sandılar. Ama biz kabul etmedik.

O tarihten sonra işyeri temsilcimiz Aydın Açıkelli mobbingle karşılaşmaya başladı. Tabi bu sürecin öncesinde genel başkan “işyerinde işçilerin aklına niye böyle fikirler sokuyorsun, işyerlerine çok sık gidip gelme” gibi şeyler söyledi. Bu protokole ilişkin imzalayacaksın tehditlerini aldıktan sonra yanımdaki temsilciye dönüp “sen şimdi bu protokolü imzalamayınca yarın gidip işyeri müdürüne ne diyeceksin” tarzında şeyler söyledi. Ben burada temsilciye şunu dedim. “Ben maaşımı işyerimden almıyorum. Bir sendikacı olarak bu duruma tavır alıyorum. Sen istersen benim dışımda da hareket edebilirsin.” Zaten devamında şube başkanı imza vermiyorsa temsilcininkine gerek yok deyip imza almaktan vazgeçmişler.  Biz o protokollerin yapıldığını ancak mahkemede öğrendik.  O gün işçi arkadaşların birisini şubeye çağırıp, dışarıdan başka avukatla ilk alacak davasını açtık. Bizim bahsettiğimiz tüm bu belgelerin hepsi mahkemeye delil olarak işverenin sunduğu belgelerdir. 

Diyelim ki bunların hepsi yalan. Bir sendika genel merkezi işçisine sormadan toplu iş sözleşmesinden geri adım atar mı? Kendini mücadeleci diye adlandıran bir sendika bunu yapar mı? Hadi işçisine sormadan yaptı. Temsilcisine sormadan yapar mı? Hadi temsilcisini geçtim. Baştemsilcisini de geçtim. Şube başkanına sormadan yapar mı? Biz bunları 2009 yılında bu işyeri bize bağlanır bağlanmaz fark ettik. İnsanlar söylüyor, bağırarak söylüyor. Ama sesini orada patrondan geçiremiyor ki. Düşünün burada patronun günahı var. Ama patrondan çok sendikanın günahı var. Biz o fabrikada örgütlülüğü nereden anlayalım. Gidelim görelim Kasımpaşa’daki fabrikada köpek kulübesi var ama 40 yıllık sendikalı yerde temsilci, sendika odası olmaz mı? Yok.

Buradaki yapı işçilerin talepleri ile başladı. Bundan sonraki süreç de yine işçilerin takibi ile olacak. Biz onlara sorunlarımızın çözümü ve kurtuluş için örgütlenmek gerekir dedik. Elit işçileri en son topluca genel merkeze gittiler. Fazla mesailerini tam alamadıklarını ve bunun haklarını olduğunu söylediler. Genel merkez, böyle bir şeyin gündemlerinde olmadığını söyledi. Hatta işçileri Çanakkale gezisine, pikniğe götürmeyi teklif ettiler. İşçiler protokolleri ortaya çıkardılar ve böyle bir şey imzalamadıklarını söylediler. “O zaman sizin yerinize biri imza atmış. Bunu kim imzaladı başkan” dendiğinde ve “Başkan bizim paramızı sen mi yedin” dediğinde sağla sola küfür savurdular. Ertesi gün, protokolü ortaya çıkaran arkadaş müdür tarafından çağrılıyor ve müdüre “Orası bizim sendikamız. Biz oraya aidat veriyoruz. Bu sizi ilgilendirmez” diye karşılık veriyorlar. İşçiler, sendikanın taraf olmayacağını anladıklarında bu sefer de dava açma noktasına geldiler. Yaklaşık 35 arkadaş toplandılar, beni de çağırdılar. İlk toplantıya 7-8 arkadaş gelmişti. Sonrakinde daha kalabalıktılar. Bu toplantılarda arkadaşlarımıza haklarını anlattık. Şubemiz tasfiye edilirken birçok şey yaptık. Çalışma Bakanlığı’na gerekli yazıları yazdık. Çalışma Bölge müfettişleri işyerinde incelemeler yaptılar. Üstelik, protokollerin de doğru olduğu düşünülerek yapılan incelemelerde işyerine cezalar kesildi. İşçilerin, açılan davaları kaybetmeleri sözkonusu bile değil. Fabrikanın patronu Tanıl Küçük bana telefon ederek “Muzaffer Bey, bugün 25 arkadaşın çıkışını veriyorlardı. Benden müsaade almak için aradılar. Yurtdışındayım, benim aramamı da yanlış anlamayın. Ben işten çıkarmalara onay vermedim. Siz de sendikayla sorunlar yaşamışsınız ve ben buna çok üzüldüm. Benimle konuşmadan lütfen eylem yapmayın” dedi. Biz de bunun üzerine bekledik. 3-4 gün sonra Esenyurt’ta Tanıl Küçük ile bir araya geldik. Küçük, Tek Gıda-İş Sendikası’yla ne sorunlar yaşadığımı sordu ve hatta Mustafa Türkel ile aramı düzeltmeyi teklif etti. Biz de bu sorunların bu şekilde düzelmeyeceğini söyledik. Önümüzdeki süreçte Türkel ile çalışmamızın çok güç olduğunu ama çalışma hayatının içinde bir şekilde olacağımızı ifade ettim. “Türkel, sınıf için ilk akla gelenlerden biridir ama etrafındakilerin onu getirdiği durum bu ve onun için üzülüyorum” dedim. Tanıl Küçük, “Kendi işçilerimle toplantı yapacağım. Kağıt üzerinde haklılar ama para vermem” dedi. İşçilerle toplantı yapacağını ifade etti ve işçileri benim ayaklandırdığımı ima etti. Bunun ardından arkadaşlarla yaptığımız toplantının ardından bahsi geçen toplantı gecikince arkadaşlar işyerine ihtarname çekti. İşveren,  bayramdan sonra yaptığı toplantıda “ben kimseye para vermiyorum. Dava açanı da işten atıyorum” dedi. Bunun üzerine, iki arkadaşımız, hakları verilmediği koşullarda dava açacaklarını söylediler. O arkadaşlar fiilen işten atıldılar.

Elit fabrikasında geçen sene Tek Gıda-İş yetki alabilsin diye 150’ye yakın işçi işten çıkartılmıştır. Bu nasıl bir ilişkidir. Bunu da belgeleriyle ispat ederiz. Evrensel gazetesinde bu konuyla ilgili 17 Eylül’de çıkan haberde Mustafa Türkel “Sendikamız ile bu işveren 40 yıldır sözleşme imzalıyor. Zaman zaman iyi ücret alır zaman zaman fedakarlık da yaparız. İşçinin haklarına helal getirmeyecek sözleşmeler imzalıyoruz. İşçiler de sendikanın imzaladığı sözleşmelere ya da ek protokollere saygı duyarlar” dedi.

Fabrikada 15 yıllık işçinin ücreti asgari ücret düzeyinde. Nasıl, helal getirmeyen sözleşmeleri imzalıyorsunuz? Haberim olmayan protokollere rıza göstermek zorunda mıyım? Protokollere karşı dava açmak yerine sendikasıyla oturup sorunu çözer. Tüm bunları 1,5 yıl boyunca dile getirdik. “İsteyen sendikayı değiştirir” dendi. Bu ne demek? Bana mecbursunuz demektir. Mustafa Türkel’in söylemleri, Elit işçisinin mücadele takvimini belirledi.

Kongreden sonra genel merkezin ilk kararı genel merkezin adres değişikliğidir. Genel merkezin 2011 Eylül ayında yapılan genel kurulundan bir gün önce adresi değiştirildi. Genel kuruldan sonra adres değiştirildi. 2. karar Elit Çikolata işyeri temsilcilerinin görevden alınışıdır. 3. Karar, şube yönetim kurulunun kaldırılmasıdır. Tek Gıda-İş Genel Merkezi, Elit işçilerinin sorunlarını yüksek perdeden dile getirmemizin ardından talimatı almış ve kongreden sonra düğmeye basmıştır. Bizim mücadelemiz Elit işçisinin mücadelesiyle birliktedir.

“Türkel, protokolle işçilerini pazarlamıştır”

- Sendikadan tasfiye edilmek istendiğiniz bir süreçten bahsettiniz. Elit’te bu sorunun ‘96 yılından beri sürdüğünü söylüyorsunuz. Genel merkezin Tekel direnişi gibi birçok süreçteki tutumları biliniyor. Türkel’le beraber davranan biri olarak bu birliktelik niye bozuldu ve böyle bir durum olduğunu bilmenize rağmen niye sessiz kaldınız?

- O zaman bu durumu bilmiyordum çünkü bu fabrika benim şubeme bağlı değildi. Herkesin mesul olduğu işyerleri vardır ve buralardan sorumludur. İşçilerde de “bulunduğu yapının içinde körleşme durumu var. Dünyayı ve çalışma hayatını unutuyor. Elit’in 2009 yılında bize bağlanmasının ardından bu olayı fark ettik ve gündeme getirdik. Önce müzakere süreci geçirdik. Genel merkez, bu sorunu kendi yöntemleriyle masada çözeceğini söyledi. Bu duruma göz yummamız mümkün değildi. Bizim görevimiz toplu sözleşmeyi uygulamaktı ve bunu söyledik. Biz, Tek Gıda-İş Sendikası’ndan maaş alırken bu davayı açtık. Önce fişimizi çektiler sonra dava açtık gibi bir durum sözkonusu değil. Çalışma Bakanlığı’na Elit ile ilgili yazı yazıyorum ve bu durumu genel merkez ile paylaşıyorum. Bana zehir zemberek yazılar geldi ve tehdit aldım. Buna sarı sendika diyemeyiz. Sarı sendika, işverenin kurduğu sendikadır. Bu, işçilerin kazanılmış haklarını teslim etme noktasında bir teslimiyetçiliktir. Sayın Türkel Kumlu için ne ifade ediyorsa Elit için de Türkel, protokolle işçilerini pazarlamıştır.

“Haribo’da süreç işçinin iradesi doğrultusunda gerçekleşmiştir”

-Haribo’da yaşanan süreçte altında imzanızın bulunduğu belgeye ilişkin neler diyeceksiniz?

-Haribo işçileri tehdit edilmiştir. Adı geçen arkadaşlar mücadelede sürekli birlikte olduğumuz arkadaşlardır. Bu 4 kişiden ikisini hiç tanımıyorum. Bu arkadaşlarla herhangi bir sorunum sözkonusu değil. Efes Pilsen’deki arkadaşlarımız, şubeye bir hareket geldiğinde sert bir tepki gösterdiler. İşçiler imza topladılar ve şubeyle ilgili kararın gözden geçirilmesini istediler. Şube başkanı bu sözleşmeye girmezse sendikadan topluca istifa ederiz diye topluca imza topladılar. Aynı tür bir girişimde Haribo işçileri de bulundular. Bunu yapan arkadaşlar arasında çok iyi tanıdığım iki arkadaş da vardı. Bunun ardından ise Efes yönetimi “Akıllı olun. Genel merkez Muzaffer’in üzerini çizmiş, genel başkan, bu süreçte kesinlikle Muzaffer olmayacak” diyor. Biz de bu arkadaşlara “bizi almıyorlarsa sizin orada ne işiniz var” dedik. Bizim arkadaşlarımız da “Gidelim. Birimiz orada olalım bari” diyorlar. Şubede toplanan şubenin yönetici ve temsilcilerine Benim görüşüm sözleşmeye hiç kimse girmemesi yönünde ama kararı işte buradasınız siz alın dedim. Bu sözleşmenin taslak hazırlık safhasında İki otobüsle genel merkeze gittik genel merkezin temsilciler ile birlikte hazırladığı taslağı kendi başlarına revize etmişler diye tepki gösterdik. Bu arkadaşlar, toplu sözleşmeye girmeye çalıştılar ve onlara bu sözleşme oturumunda ciddi bir şey olmayacağını söyledim. Arkadaşlar, kendi aralarında bu sözleşmeye girmeme kararı aldılar. Ben onların kararına müdahale etmedim. Türkel ise, sözleşmeye katılmayan Efes temsilcilerini görevden aldı. Daha önce temsilcilikten alınmış kişi temsilci olarak atandı. Bize rağmen temsilci atadı. Geçtiğimiz Şubat ayında Efes işçilerine açık bir mektup kaleme aldım. İşçilerle toplantı yapmaya başlayınca sözleşme farklı bitti. En son sözleşmede 270 TL zam aldılar ve dönem içerisinde Tek Gıda’nın imzaladığı en iyi sözleşmedir. Bunun ardından, temsilcilikten alınmış arkadaşlarımız “nasıl olur” diye bir yönelim içine girdiler. Arkadaşların bazıları genel merkezin ekibi olarak ortaya çıktılar. Genel merkez bizi tasfiye ediyor ve biz mücadele veriyoruz. Bu arkadaşlar da bizim karşımızda yer aldılar. 8 Nisan 2012’de bize olağanüstü kongre yaptılar. Mahkemenin, 18 Ocak’ta bana verilen disiplin kurulu kararının yürütmesini durdurmasından hemen sonra şube yöneticilerimiz çağrılarak bazıları tehditle bazıları teklifle istifa ettirilmiştir. Bu süreçte işyerlerine alınmadım. Profesyonel kadrom kesildikten sonra Efes Pilsen’de işçi olarak çalışmak için müracaatımı yapmıştım ve bu da olumlu değerlendirilmedi.

8 Nisan’daki kongrede genel başkan, hiç gündemde olmamasına rağmen –olağanüstü kongreler önceden ilan edilmiş gündemle toplanırlar- kürsüye geçti. Buna itiraz ettiğimizde ise “ben genel başkanım” demiştir. Konuşmasında ise Haribo işçisine yönelik, “Bakın. Toplu sözleşmeniz var. Eğer Muzaffer’i seçerseniz toplu iş sözleşmesini görürsünüz. Olacakların sonuçlarına katlanırsınız. Çaresi yok, biz Muzaffer’le çalışmayacağız. Siz Muzaffer’i seçemezsiniz” demiştir. Biz de çıkıp, “Sen beni seçtirmeyeceksin. Ahlaklı mısın? Adam mısın? Fabrikaya da mı aldırmayacaksın” dedik. “Hiçbirinizden bir talebim yok. Sizden oy da istemiyorum. Koltuk, mevki, makam onun olsun. Sadece, kendi fabrikama girmek istiyorum. Fabrikama misafir olarak bile girmemi nasıl engellersiniz” dedim. Bana “Muzaffer sen bir hata yaptın, bizi şöyle sattın, yüzüstü bıraktın” diyemiyorsanız… Sen buraya Tek Gıda-İş’in parasıyla geliyorsun ve nasıl geldiğini unutuyorsun. Kongrede gergin anlar yaşandı. Genel merkezde bulunan kamera kayıtları da silindi.  Oylama geçtik ve kongreyi açan Mecit Amaç, divana 45 kişi içinden genel merkez 15 oy aldı. İkinciyi oylamadı bile. Salondan çıkmak zorunda kaldılar. “Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz!”, “Kahrolsun sendika ağaları!” sloganlarıyla o salon yarım saat inledi. Daha sonra bu işçiler istifa etme noktasına geldiler. Niye istifa edeceğiz. Biz kazanıyoruz. “Biz kazanacağız!” sloganını atmaya başladık. Haribo’daki Ersin Erdoğan arkadaşımızı da divan kuruluna seçtik. Bu arkadaşın divan tutanaklarında imzası var. Bu nasıl bir ilişki ki Seçim Kurulu seçime gelmiyor. Sadece erteleme tutanağı tutuluyor. Hazirun cetvelini çalanlarla ilgili suç duyurusunda bulunacağımızı ve seçim kurulunun neden göreve gelmediğiyle ilgili inceleme başlattıracağımızı söylememizin ardından kurul, bir sonraki seçime herkesten önce geliyor. Fabrikalardaki arkadaşlarımız ise genel başkanın, seçimi iptal ettiğini söylediler. Mustafa Türkel bizatihi arıyor ve “Ben genel başkanım. O seçim bizim seçimimiz değildir. Seçime kimse gitmeyecek” diyor. Seçim için yalan beyan vermek suçtur. İkinci toplantıda delegelerin üçte birinin salonda bulunması kongrenin toplanması için yeterli olacak ancak bunu da engellemek için çalışma örgütlediler. Haribo’daki bu arkadaşlar da “Biz genel merkezin adamlarıyız. Bu seçime giren herkesi işten attıracağız. Kimse seçime gitmesin. Genel başkanın talimatı böyledir” diyorlar. Seçimden sonra Haribo’yu ziyaret ediyoruz ve genel merkezin yazısıyla daha evvel bizi içeriye almayan Haribo buna izin veriyor. Efes Pilsen hala almıyor. “Muzaffer seçildin ama bir de genel başkanla barış” diyor. İki haftada bir sayın genel başkanla ilişkilerinin çok iyi olduğunu biliyorum. Bu olayın ardından, Haribo’daki bu arkadaşlar fabrika içindeki diğer arkadaşlarımız tarafından tecrit edildiler. İşçilerde yeniden istifa söylemleri başlıyor. Bunu engelliyoruz. Biz de işçilerin fabrika içerisindeki barışı önemlidir. İşyerinde yaşanan tehditlerle ilgili işveren “İşçilerin şikayetleri ve oluşan gerginlikler üzerine şubemize bir yazı yazıyor ve fabrikada disiplin kurulunun toplanacağı söyleniyor. Bizim aklımızdan geçen şu. Şimdiye kadar, Tek Gıda-İş Sendikası’nın örgütlü olduğu işyerlerinde kaç defa disiplin kurulu toplandı. Efes Pilsen’de bir tane gösteremezsiniz. Hatta Efes’te şimdiye kadar işten çıkartılan işçiler için Tek Gıda-İş dava dahi açamamış. Haribo’da ben açtım ve kazandım ve tazminatını vatandaşın cebine koydum. İşverenler kendi çıkarlarına bakarlar. Bu, Elit işçileri ile işveren arasındaki bir problemdir. İşçiler, kıdem tazminatları verilerek işten atılsınlar dedim. Olacaksa böyle atılsın. Elit’te böyle demiyor ama. Mustafa Türkel, 18. maddeden atıldılar diyor. Ben, bu adamlar işe geri dönüş davası süreciyle beraber en azından tazminatlarını alsınlar dedim. Gerçek şudur. İşçiler fiilen çıkarılmıştır. Doğru, herkese göre değişir. Biz işçilerin ikinci bir mağduriyet yaşamamasını istedik. Orada işten atmalara karar veren kurulda ben yokum. Dava açıp işe geri dönebiliyorsunuz. Elit işçileri için de aynısını yaptık. Haribo’daki grev sürecine gelirsek… Sözleşme görüşmelerine beni almadılar. Grev, toplu iş sözleşmesinin sonucudur. Sadece grev sürecinden bakıp da, “Muzaffer bu işçileri işten attırdı”. Türkel’i ben çok iyi tanıyorum. 2. Tekel direnişi sürecinden de biliyorum. Bizim de vermiş olduğum mücadelede onların mazlumluğunun arkasına sığınıyorlar. Türkel’in zulmü, 2-3 mağdurun arkasına saklanarak gizlenemez. Yaşananları saklamayan ve dobra dobra söyleyen bir şube başkanıyım. Bu arkadaşlar Haribo sürecinde, benden onlarla ilgili bir şey yapmamı talep etmemişlerdir. Keşke bu arkadaşlarla konuşabilseydik. Toplu sözleşmeyi bağıtlamak için oturuyorsunuz ve 9 ay boyunca bunu sürdürüyorsunuz. Daha sonrasında greve bir tane işçiyi çıkaramıyorsunuz ve tüm yaşananlardan, bir görüşmeye dahi sokmadığınız şube başkanını sorumlu tutuyorsunuz. O süreç içinde ne maaşımı verdiler, ne arabamı verdiler. Şubenin telefonlarını kestiler. Bu süreçte SGK’ya “kayıtdışı çalışıyorum” diye yazı yazdım SGK da görmedi. Bu nasıl bir şey ki onlar mücadelede çığır açan oluyor biz sendika kırıcı oluyoruz. Haribo ve Elit’te yaşananları sendikal bürokrasiyle mücadele açısından yararlı buluyorum. Varsın her şey benim üzerimden tartışılsın. Gerekirse biz makamımızı kaybederiz. Haribo süreci, tamamen Haribo işçisinin iradesi doğrultusunda gerçekleşmiştir. Haribo işçisi örgütlüdür ve bugüne kadar 1 Mayıslar'a mevcudunun yarısı kadar katılmıştır. Her yere gitmiştir. Elit Çikolata işçisi de bu anlamda tepkisini çok demokratik bir biçimde vermiştir. Haribo’daki arkadaşların işten atılmaları noktasında benim bir imzam sözkonusu değildir.

“Tek Gıda-İş niye grev yapıyor?”

-Haribo’daki işten atılmalarla ilgili altında imzanızın olduğu bir belge gerçekliği var. Bu belgede, patronun, kendi üyeleriniz hakkında verdiği işten atma kararına onay veren imzanız da bulunuyor. Bunlara ilişkin ne diyeceksiniz?

- Siz, bir işyerinde işçileri teşvik ediyorsanız bu tehditlere maruz kalan işçileri çağırdım. Hepsiyle tek tek görüştüm. İşyerinden “işyerinde böyle bir rahatsızlık var” dendi. İşyerinde, bir çok işyerinde olduğu gibi bir disiplin kurulu toplanarak işten çıkarma kararı alındı.

Bu işin ilginç olan diğer bir yanı da birkaç soru ile ancak anlaşılabiliyor. Bugün bizleri sorumlu tutuyorlar. Madem sorumluysak neden bizden hiçbir talepte bulunmuyorlar? Bu arkadaşlar, grev aşamasına gelinceye kadar biz yandık, biz satıldık diye niye söylenmiyorlar? Demek ki, genel başkan onlara bekleyin diyor. Grev sabahı size ihtiyacım var. Size şu kadar da maaş vereceğim diyor. Size Elit’te, Efes’te iş bulacağım diyor. Bu arkadaşlar genel başkana, zamanında bizim veya başkalarının da güvendiği gibi o kadar çok güveniyorlar ki genel başkanın adamı olmayı bir lütuf olarak görüyorlar. Hatta masraflarının fatura edileceğini, maaş bağlanacağını bekliyorlar. Bu arkadaşlar grev gözcülüğü yapıyorlar sendika da onlara bir şekilde “sahip çıkıyor” peki, Elit işçileri işten atıldığında bu genel başkan ve ekibi neredeler? Bunu sormam gerekiyor. Tek Gıda-İş niye grev yapıyor? Gelin bu tarafından bakalım. Daha o günlerde, damadını Efes’te işe aldıran Mustafa Akyürek damadının yanında işe başlasın ve Mustafa Türkel, işten attırdığı Elit Çikolata işçilerinin sorunlarına çözüm arasın demişimdir. Son bir senedir bu mücadele adına yazdığım onlarca yazı var bunları birer sefer okusak bu olanları çok net görebiliriz.

Kızıl Bayrak / Esenyurt