Omurgalı-Omurgasız - Şükran Soner

  • Arşiv
  • |
  • Kategori yok
  • |
  • 23 Şubat 2013
  • 05:45

Sosyal medyanın işlevinin bugünün tarihi ile ülkemiz için abartıldığını düşünüyorum. Öncelikle ileri teknolojinin araçlarının yaşamı sorgulamaktan kendi çıkarlarına yönelik bile olsa yararlı kullanma çabasından çok, yaşayamamaya ilişkin açlıklarını, takıntılarını doldurma amaçlı kullanıldığına tanıklık ettiğimdendir. Matematiğin “iki artı iki eşittir dört” gerçeğinin tartışılmazlığı kadar kesin bilgilenebildiğimiz alanlardaki iletişim diyaloglarında bile sağırların diyaloğuna benzer sonuçlar üreten iletişimsizlik, cepheleşme, önyargılar birikimi belirleyici. Üstüne çok kirli medya-siyaset ilişkileri, çıkarlar ağının, düzenin etkilerini ekleyin.

Dün sabahın sıcak haberleri arasında, Türkiye’de çalışanların çalışma sürelerinin dünya ortalamaları, hele de bağlantılı olduğumuz ülkeler karşılaştırılmasında çok fazla olduğunun çarpıcı rakamsal sonuçları vardı. Sözde iş dünyasını bilen, ekonomist, uzman gazetecilerin, bilgiç bilgiç üzerinden yaptıkları esprilerden, çıkardıkları sonuçlardan utandım. En uzun süreli çalışma rekoru kırılan Türkiye’de çalışanların, en düşük süreli çalışan kimi Avrupa, Kuzey, Batı ülkelerdeki işçilerin iki saati kadar bile verimli çalışamadıklarının altını çiziyorlardı. Verimlilik sorunu yadsınacak bir sorun değil elbet. Ancak insan sağlığına, insanca yaşama hakkına aykırı olarak, çağdışı uzun çalışma süreleri öylesine gülünecek, geçiştirilecek bir sonuç değil ki...

Uzun süreli çalışma rekorunu kırmamız, doğrudan sendikal hakların nerede ise sıfırlanmış, yasalardaki çalışma sürelerine bile mesai ödeyerek uyulmamasından kaynaklanan bir kölelik düzeninde çalışırabilmenin sonucu. İşverenler daha pahalıya mal olacak fazla mesai uygulaması ile işçinin en uzun süreli çalıştırıldığı ülke olmamız sonucunu yaratmıyorlar ki. Fazla çalıştırılmaların yasal karşılığı çok sınırlı. Rekor uzun çalıştırma, bal gibi kayıt dışı, taşeron eliyle üretimler de dahil, çoğu mesaisiz angarya, fazla çalıştırmadan ortaya çıkan matematiksel sonuç. Toplumsal, gazetecilik, dahası okurluk, izleyicilik, kendi çıkarlarını kollama, algılamadaki sorumsuzluklar yumağında, kimlik erozyonumuzdaki omurgasızlık, böylesi matematiksel bir veriyi bile doğru görmemiz, anlamamıza, gereken tepkiyi vermemize engel oluşturuyor. Körü körüne inançta, cepheleşmede afyonlanmış olmak işte böyle bir şey.

***

Dün Sinop üzerinden yaşananlara yönelik en omurgalı çıkış, değerlendirmelerden özet... Katılanların kimlikleri, siyasal, toplumsal örgütlenmelerine ilişkin karalama, suçlama yarışından çıkan sonuçlar ne olursa olsun... Ya da herkes kendi mezhebine göre, önyargıları, kör inançları ile seçimler yaparak bildiği sonuçlara varsın... Siyasetin günübirlik çıkar hesapları da oyunlara, dengelerinin hızına, sıradan vatandaşın algılamaları yetişemiyor. Yine sosyal medyada yer almış çok renkli, görüntülü bir çalışmada görmüştüm. “Recep Erdoğan ile Tayyip Erdoğan” esprisinde, farklı fotoğrafları ile aynı konuya ilişkin yaptığı birbirinin zıttı açıklamaların dökümü, yer tarih verilerek sıralanırken özellikle de AKP - BDP - PKK ilişkileri üzerinden çelişkiler güncellik bağlantılı öne çıkarılmıştı.

Sinop üzerinden son gelinen siyaset çerçevesinde Başbakan Erdoğan’ın, BDP’lilerin Sinop’a gidip toplantı yapma haklarının olduğu söylemi ne kadar doğru ise, yine dünün medya görüntülü haberleri içinde yer alan, olayların ortasında taşkınlığı önlemeye çalıştığını söyleyen AKP’li belediye başkanının, olayın özelinde BDP’lilerin gelişini zamansız algılaması o kadar dikkat çekici. Sıradan vatandaşın BDP - PKK ayrımcılık tehdit algılaması aynı ölçeklerde o cepheden gelen çıkışlarla da öylesine pekiştirilmişti ki... Demek ki günün siyasal denge hesapları içinde bir gün öyle, bir gün böyle çerçevelerinde cepheleştirmeler, düşmanlık tohumlarının ekilmesinden sonra, işler “Biz uzlaştık, barış için yola çıktık” söylemi ile bir kalemde inandırıcılık kazanamıyor.

İktidarlarının ileri demokrasi, bu yolda darbeci anayasalardan kurtulma, hukuk devleti düzenini oturtma çıkışlarında bugün gelinen noktadaki gelişmeler, omurgasızlığın insan hakları, demokrasi, hukuk devleti düzeni ihlallerinin yeni gelişmelerinde koşar adımla gidişin yeni örneklerinde yarış pistinde kuralsızlıklar zincirleri gibiler. Bakıyorum da iktidarlarının buyurdukları çizgide yeni anayasa çalışmalarında görev yapmışlar, destek vermişler korka korka kimi yaşamsal uyarıları yapma gereğini duyuyorlar.

Ergenekon davasında sanıkların getirdikleri tanıkların dinlenmemesinin, bilişim belgelerinin gerçekliğinin kanıtlanması için bilirkişi süreçlerinin atlanmasının hukuksuzluk olduğunun altını çizenler “yargıdan usulden dönmenin gerekçelerini oluşturacaklar” saptamasını yapmışlar. 12 Mart, 12 Eylül askeri darbe hukuku davalarında bile bu işler daha bir hukuk sınırları içinde olmuşken, davalar yıllar süren haksız tutukluluklardan sonra, siyasi darbe hukuku yargılamaları olarak düşmediler mi? Halkımız davalar düşünce, hukuksuzlukları da unutmadı mı?

Cumhuriyet / 23.02.13