Milli iradenin milli gelir payı?- Nihal Kemaloğlu

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 12 Mayıs 2012
  • 03:50

Milli gelirle 'milli irade' arasındaki hakkaniyet gözeten ilişkinin vahim zafiyetini Dünya Bankası verileri de doğruladı.

Dünya Bankası Dünya Kalkınma Göstergeleri 2012 raporuna göre Türkiye'de yoksulluk sınırının altında yaşayan, kırsal ve kentsel nüfusun oranı yüzde 18.1'e çıkmıştı. 

Sıcak para ve yabancı sermaye bağımlısı neoliberal  büyüme modeliyle 'artan' milli gelirimize zenginlerin el koyduğu ve yoksullara sızmadığı açıktı.
Milli gelir itibarıyla en üst konumda bulunan yüzde 10'luk kesim ülke toplam gelirinin yüzde 29.4'ünü ve gelir skalasının en altındaki yoksul yüzde 10'luk kesim yüzde 2.1'ini elde ediyordu.

Kaba hesapla toplumun geri kalan yüzde 90'ı milli gelirin geri kalan yüzde 70'i sosyoekonomik milli hiyerarşiye göre göreceli paylaşıyorlardı.
Ve  yaklaşık 2 milyon 500 bin kişinin geliri günde 2 doların, 1 milyon 400 bin kişinin ise günde 1.25 doların altındaydı.

'Gelişmekte' olan ülkelerin küreselleşmeye entegrasyonundan sorumlu Dünya Bankası gibi neoliberalizmin ulus-üstü kurumlarından gelen veriler bile gelir dağılımındaki uçurumu onaylarken siyasi iktidarın yoksulluğu kılıfladığı 'milli irade' kavramının sıcak kuşatıcılığı da ortaya çıkıyordu.

'Milli' irade yoksulluğun yönetilmesinde ve etkisizleştirilmesinde  kurucu kavram olarak büyük elverişlilik sunarken, günlük geliri 10 dolar olanları orta sınıfa katarak geniş bir orta sınıf ülküsü yaratmaya ve tüketmeye davet eden araştırmalarda yoksulluğun teskin edilmesinde ciddi PR propagandası gerçekleştiriyordu.
Elbette tüketimle hipnoz edilen piyasa toplumundaki keskin ayrışmayı geniş yoksul nüfuslarla, en zenginlerin neyi ne kadar tükettiklerine baktığımızda anlıyorduk.
İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası'nın raporuna göre en zengin yüzde 20'lik kesim ile en yoksul kesim arasında araba satın alma gücü arasındaki fark 1729 kata ulaşıyordu.

En yoksul 3 milyon 761 bin ailenin aldığı toplam araba sayısı '377' iken aynı sayıda zengin aile 651 bin 144 araba satın almıştı, çünkü alttakilerin gücü yılda ancak bir ayakkabı almaya yetebiliyordu.

Ve ayrıca onlar ne rüya beldelerine davet eden turizm sektörünün ne de 'cenneti' bu dünyada vaat eden konut sektörünün hedef müşteri kitlesinde yer alıyorlardı.
Sinema ve tiyatroya gitmiyorlar, gıda harcamalarına yetişemiyorlar ve eğitime ayıracakları tek kuruşları da yoktu.

Okullarda şaibeli piyasa fazlalılığının değerlendirildiği süt dağıtım projesi sonunda öğrenmiştik ki öğrencilerin birçoğu ilk defa sütü okulda içmişlerdi.
Dört çocuktan birinin yoksul ve okula aç gittiği Türkiye Save The Children Fund'un ana-çocuk sağlığı raporunda ise 165 ülke arasında 90. sırada yer buluyordu.
Yunanistan ve Arnavutluk'un da arasında bulunduğu 43 ülkenin yer aldığı 1. lige giremeyen Türkiye, Küba ve İsrail'in başa oturduğu 2. lig de Namibya ve Lübnan'dan sonra 47. sıradaydı.

Dolayısıyla mübalağalı büyüme fenomenimizin rasyoneli olan piyasaların tam tahakkümünün gerçekleşmesiyle 'paran kadar yaşayacaksın' mottosunun müşteri kimliği bile vermediği yoksullar 'milli irade' kimliğiyle yetinmek zorundaydı.
'Ahır yapılan cami-tek vatan-tek bayrak-beyaz kefen' popülizminin dalga dalga yayıldığı ülkenin en zengin 100 kişisi, 3 milyon 215 bin asgari ücretlinin 700 küsur TL'lik 'zenginliğinden'  ödediği Gelir Vergisi'nin üçte biri kadar vergi ödemiyordu.
Ama sıra bir gün milli iradenin de şişen milli gelirden alacağı payı sormaya yani siyasetin kendisine sıra gelecekti.

Akşam / 12.05.12