Mercek altında Türkiye – Ergin Yıldızoğlu

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 05 Kasım 2012
  • 05:45

Dünya basınında Türkiye hiç bu kadar mercek altına alınmamıştı. AKP iktidarının 10. yılında, bu mercekten bakanların gördüklerini yalnızca son iki haftada rastladıklarım üzerinden kısaca aktarmaya çalışacağım.

Galiba çok geliyor - ya da ‘hubris’

Ciddi bir bölgesel krizde, AKP kadrolarının, bırakın sorunları çözmeyi, anlamakta yetersiz kalacağını, bu köşede “hazırlıksız yakalanacağız” teması altında birçok kez tartışmıştık. Ancak, bir bakıma Erdoğan’ı ilk “keşfeden adam” diyebileceğimiz Morton Abramowitz’in, ABD dış politika tartışmalarının en önemli platformlarından The National Interest’te, hemen “her taşın altına baktıktan sonra” adeta, “Bu sorunlar Erdoğan’a galiba çok gelmeye başladı” diyen yorumunun (çevirisi için: www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=48163) bir başka anlamı vardı. Tartışmalar da zaten bu yazıdan sonra, Abramowitz’in değindiği sorunlar etrafında, olayların da etkisiyle giderek yoğunlaştı.

Financial Times’dan Philip Stephens’e göre, “Türkiye Şam yolunda tökezledi”. “Kendine aşırı güveni giderek otoriter biçimler almaya başlayan” Erdoğan’ın, bölgede liderlik yapma hevesleri, hayatın gerçeklerine takılmış. Ama Erdoğan, AB ile ekonomik bağlarını hiç dikkate almadan Ortadoğu’da liderlik söylevleri vermeye devam ediyor. “ABD ve AB’nin Ortadoğu’ya düzen getirecek gücünün olmadığının ortaya çıkması, Türkiye’nin veya bir başkasının bu güce sahip olduğu anlamına gelmiyor.”

Carnegie Endowment’de yazan diplomat-akademisyen Marc Pierini de Türkiye’nin AB’den uzaklaşmaya başladığına dikkat çekiyor. Burhan Kuzu’nun İlerleme Raporu’nu yere çalmasına, Egemen Bağış’ın AB Parlamentosu’nun raporunu daha yayımlanmadan, reddetmesine değindikten sonra, Başbakan’ın Başdanışmanı İbrahim Kalın’ın “dış politikada artık değerlere, kültürel yakınlıklara, simgelere ve bunların yarattığı ortak aidiyetlere” yaptığı vurgudan, “Artık tarihi, Avrupa merkezli bir bakış açısıyla okumuyoruz” sözlerinden hareketle, Türkiye’nin 89 yıllık “Batı çapasını” atmaya başladığı sonucuna ulaşıyor.

Hindistan’ın Savunma Çalışmaları ve Analizleri Enstitüsü’nden Rajeev Agarwal’a göre Türkiye’nin bölge nispeten istikrarlıyken sorun yaşamayan “yumuşak güç” (örnek olarak liderliğini kabul ettirme) politikasının yeni koşullarda işlevsizleştiğini, Mavi Marmara olayından sonra, bundan yararlanarak bölgede etki artırma çabalarının, “Arap Baharı devrimlerinden” sonra tıkandığını, kısacası AKP Türkiyesi’nin hızla biriken sorunlara uyum gösteremediğini vurguluyor. Abramowitz de yazısında, “Hem liderlik iddiasında olmak hem de güç kullanmaktan çekinmek olmuyor” diyordu.

Foreign Policy Focus’tan Conn Hallinan da Türkiye’nin daha birkaç yıl önce başarılı gibi görünen dış politikası için, “şimdi ne oldu” diye soruyor; sorunun cevabını “hayallerden ve ‘hubris’ten (maddi koşullara aldırmayan kendini beğenmişlik - E.Y) kaynaklanan politikalarda” arıyor. Hallinan Türkiye’nin Kahire ve ‘Körfez Monarşileri’yle bir üçgen oluşturarak bölgeye egemen olma yaklaşımının, bu ülkelerin iç koşullarını, Suriye’de Selefi militanlara verilen desteğin risklerini göremediğine işaret ederek bu militanların daha sonra ne yapacağının belli olmadığına, Centre for Staretgic and International Studies uzmanlarından Bülent Alirıza’nın “Türkiye’nin konumunun, Afganistan karşısındaki Pakistan’a benzemeye başladığına” ilişkin saptamasına dikkat çekiyor.

Geçen hafta, The Times ve New York Times gibi yayımlarda “ABD’nin bu savaşçılara destek vermekten” Erdoğan’ın da “havadan korunaklı bölge kurma” talebinden, hatta kimi diplomasi bloglarında, “Esad’ın gitmesi koşulundan” vazgeçtiğine ilişkin haberler vardı. Bunlar doğruysa, zaten AKP’yi yeterince radikal bulmayan bu Selefi militanlar, “ortada bırakılmanın düş kırıklığıyla, öfkesiyle, şimdi nereye yönelecekler” sorusu gündeme geliyor.

Der Spiegel, Başbakan’ın Almanya gezisi sırasında AB’ye 2023’e kadar süre tanıdığına ilişkin sözlerine Alman basınının tepkilerini aktarıyordu. Dei Welt’e göre bugün “Türkiye’nin AB üyeliği önemsiz bir sorun”. Frankfurter Allgemeine Zeitung, Türkiye’nin aile, evlilik, ülke gibi konulardaki geleneksel görüşlerinin, Avrupa’daki yaşam tarzlarına uyumsuz olduğunu iddia ediyor. Almanya Financial Times, Türkiye’nin “güçler ayrılığı, yasal bağımsızlık, Kürtlerin haklarının korunması gibi alanlarda ilerleme kaydetmediği takdirde ilişkilerin buzdolabında kalmaya devam edeceğini” savunuyor.

Sultan mı, demokrat mı?

Birçok yorumcunun yazılarında Erdoğan’la ilgili olarak bu sorulara cevap aranıyordu. Yorumlarda, Erdoğan’ın gittikçe daha otoriter özellikler sergileyen tek adam yönetimi, tutuklu Kürt siyasetçiler, gazeteci ve yazarlar, akademisyenler, Batı standartlarına uygun olmayan, keyfi yargılamalar, uzun tutuklama süreleri, Kürt sorununda içine girilen çıkmaz, kanlı kısırdöngü, en son açlık grevleri dikkat çeken konuların başında geliyor. Fethullah Gülen hareketi üzerine kapsamlı araştırma yazıları da var. Claire Belinski’nin City Journal’daki, adeta “bu hareket ABD ulusal çıkarlarıyla çelişmeye başladı” demeye getiren yorumu da oldukça ilginçti. Çok sayıda yorum, yazı arasında, The Guardian’dan Simon Tisdal ile eskiden Zaman gazetesinde, şimdilerde de arada sırada New York Times’da yazan Andrew Finkel dikkatimi özellikle çekti. Tisdal, Cumhuriyet mitinglerine katılanlar için “orta sınıf züppeler” kavramını kullanmıştı, Finkel ise başlangıçta, uzun süre Zaman gazetesinde AKP hükümetini destekledi. Her iki gazeteci de AKP’nin demokrasi getirmekte olduğuna ilişkin fanteziler ürettiler. Şimdi ikisi de eleştirel bir tavır sergiliyorlar. Tisdal uzun denemesinde muhalefet liderlerinin ve yazarların eleştirilerine yer veriyor; tutuklamalardan, mahkemelerden, “Anayasal Darbe” kavramından söz ediyor. Finkel basın üzerindeki ağır baskıları Gazetecileri Koruma Komitesi’nin son raporu üzerinden gündeme getiriyor.

Cumhuriyet Bayramı olayları da değinilen konular arasında; Washington Times, “Acının Üzerine Hakaret Başlığı” ve “fiyasko” kavramı ile olayları aktarıyor. World Politics dergisinde, Steffan Ileman da Cumhuriyet Bayramı olayları bağlamında, “Türk baharı mı yoksa sekülarizmin son nefesi mi” sorusuna cevap arıyor. Balyoz davasına, AB’ye üyeliğin gündemden düşmesine, kürtajın hatta sezaryenin fiilen yasaklanmış olmasına da geçerken değiniyor. Financial Times’da Daniel Dombey 600’ü aşkın açlık grevcisine, bunları desteklemek için yapılan protesto gösterilerine, Erdoğan’ın sert tavrına değiniyor. AKP’nin hevesli destekçilerinden Hugh Pope’un (Uluslararası Kriz Grubu) şimdilerde eleştirel bir tutum almaya başladığı anlaşılıyor.

Özetle AKP Türkiyesi’ni mercek altına alanlar, hiç de iyi şeyler görmediklerini anlatıyorlar...

Cumhuruiyet / 05.11.112