'Meram'ınız hakkı öldürüp vermek mi? – Ali Topuz

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 15 Kasım 2012
  • 04:35

‘Meram’ nedir? Konya’da güzel belde adı. Hukukta da yeri var. Sözlüklerde, “Maksat, niyet, arzu, istek, içten tasarlanan” gibi anlamlar taşıyor. Bu anlam yükü, hukuk açısından önemli. Medeni hukuku pas geçip, cezaya bakalım:

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 202. maddesi, sanığa “Tercüman bulundurulacak haller”i sıralarken “Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa” der, “mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir.” Hak, duruşmalarla sınırlı değil: “Bu madde hükümleri soruşturma evresinde dinlenen şüpheli mağdur veya tanıklar hakkında da uygulanır.”

“Meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe” ifadesindeki düğümün çözümü, “meram”dan ne kastedildiğiyle yakından bağlantılı. Bir ceza yargısında, sanığın meramı nedir? “İçteki tasarıları?”

Bunu saptamak için sanığın bulunduğu yeri düşünmeli: Sulh ceza, asliye ceza ya da (özel yetkili veya değil) ağır ceza mahkemesi. Hakkında bir karar verilecek, ağırlaştırılmış müebbet dahil, bir ceza. Sanığın “meramı”, hakkındaki suçlamaları a) anlaması ve b) bu suçlamalara karşı “savunma” yapmak, yani ceza almamasını sağlayacak bilgi ve delilleri, ceza almasını sağlayacaklara karşı etkili biçimde (duygusal, ruhsal, fizik, hiçbir baskı altında kalmadan) ortaya koymaktır. Bu imkânın, hakkın bulunması yargıyı adil, bulunmaması adaletsiz yapar. Anadili Kürtçe olanın, Türkçe savunmaya zorlanması halinde “hiçbir baskı altında olmadığını” ve “meramını anlattığını” savunmak, savunmanın “adil yargılama”ya etkisini küçümsemek olur.

Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin 3 (a) bendi, kendisine suç yöneltilen herkesin, suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmesini emreder. AİHM uygulamalarında, iddianamenin sanığın dilinde bir örneğinin teminini arayan kararlar var.

Esasen, TBMM’ye sunulan metinden önce mevcut yasa, adil yargılama ilkesini (AİHS normlarına uygun biçimde) karşılayacak kadar açıktı. “Açık” olmayan, yargıçların “meram”ı, “Türkçe biliyorsa Kürtçe yok” diye yorumlamasındaki görünüşte hukuki, içerikte politik tercihleriydi. Düzenleme, kanun koyucunun “niyetini” güzel özetleyen Lozan’ın 39. maddesinin son fıkrasıyla da uyumluydu: “Devletin resmi dili bulunmasına rağmen, Türkçeden başka bir dil konuşan Türk uyruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır.”

Kürtçe savunma talepleri, “resmi dil”, “sanık haklarının ihlali”, “yargıyı uzatacak iş ve işlemler” yollu saldırılarla haksız gösterilip çürütülmeye çalışılırken, nedense kanundaki açıklık, “yapamazsınız” diyen yargıçlar gibi görmezden gelindi. Kanun açık, çünkü, hiçbir cezai düzenleme sanık aleyhine yorumlanamaz, kuraldır.

Sanki anadilde savunma bir hak olarak istenmemiş de savcıların, yargıçların ve avukatların Kürtçe konuşup yazışması istenmiş gibi davranıldı. Oysa yargılama sürecinde Türkçe dışında bir dilde ifade alınması, “resmi dil Türkçedir” ilkesiyle çelişmez. Nitekim, yargıçlara göre iyi Türkçe bilse de, İngilizce savunma yapmak isteyen bir İngilizin isteğine uyulması ilkeyi bozmaz, yasanın adalet ilkesi gereği yabancı-yurttaş ayrımı yapmadan düzenlendiğini gösterir.

Kürtçenin “resmi dil”i bozduğu iddiası, hukuki yorum değil, politik karardır. Başka uyrukların yararlanıp, TC uyruklarının yararlanmadığı bir hak düzenlemiş olmakla, kanun koyucunun “meram”ı hukuk ya da adalet olabilir mi?

Sonuç: Sistemin tahrifi

“İş” düzeldi mi? Beter oldu. Mesut Hasan Benli’nin dünkü haberinde güzelce anlatılıyordu, özet:
Tüm yargı sürecinde var olan bir hak, sadece iki “an”a indirgendi.

Yargıçların aşırı yorumlarla takdir yetkisi kullanmaları yasalaştı. Üstelik, “kötüye kullanma, davayı uzatma” gibi ibarelerle, sanık haklarını hiçe sayan hâkim davranışları kanuni iltifat görmüş oldu. Artık, örneğin, bir yargıç yavaş konuşan bir sanığı “hızlı konuşmaya” zorlayabilir.

“Kürtçe tercüman isteyen parasını öder” demekse, sakatlığın yeni dönem politikalarıyla uyumunu en güzel anlatan cümle olsa gerek: Tüccar siyaseti öğrenmiştik, tüccar hukuk devri de başlıyor.

Radikal / 15.11.12