Kürtçe savunma büyük Türk hâkimine emanet – Ezgi Başaran

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 15 Kasım 2012
  • 04:41

Mısır tanesine benziyor. Uzaktan mısır tanesi gibi de kokuyor. Güvercin yaklaşıyor. Kafasını iki yana hareket ettirerek inceliyor. Dilinin üstünde gezdirirken tak boğazına takılıyor. Mısır tanesi değil o çünkü. Mısır tanesine benzeyen sarı bir plastik. Kurnaz insan icadı.

Dün TBMM’ye getirilen anadilde savunma hakkıyla ilgili bir bölüm de içeren düzenleme, güvercinin önüne atılan plastik bir mısır tanesi. Onu eylemekten başka işe yaramayacak bir kurnaz insan icadı.

Neden derseniz...

Düzenleme, Türkçe bildiği halde ‘kendisini daha iyi ifade edebileceği bir dille’ savunma yapmak isteyen kişiye sadece iddianamenin okunması ve esas hakkındaki mütalaasını verirken izin veriyor. Geri kalan her adımda, her soruda sanık kendisini en iyi ifade ettiği dilde değil Türkçe konuşacak. Türkçe dışında bir dil konuştuğu söz konusu iki durumda da tercüman bulundurma ve bu tercümanın ücretini ödeme yükümlülüğü sanığa ait. Üstelik her an hâkim tarafından “Bu iş yargılamayı sürüncemede bırakıyor” gerekçesiyle Türkçe dışında bir dilin kullanılması askıya alınabilir. Düzenleme bu inisiyatifi hâkime bırakıyor.

BİR: Herhangi bir ceza yargılamasında mahkeme giderleri, davanın sonunda sanığın hüküm giymesi halinde sanığa bırakılıyor. Dolayısıyla tercüman bulma ve ücretini verme sorumluluğu katiyen sanığa yıkılamaz. Düzenleme diyor ki: Madem ki sen Türkçe bilsen bile anadil hakkını bu kadar istiyorsun, parasını vereceksin kardeşim! Doğuştan gelen hakkı parayla satın almak! Vay be.

İKİ: Bir insan düşünün. Kendimi Kürtçe daha iyi ifade ediyorum, diyor. Mahkeme “Peki ama Kürtçeyi sadece iddianame okurken ve esas hakkında savunmanı yaparken kullanabilirsin. Geri kalanında kendini iyi ifade etmediğin dili kullanacaksın” diyor. Ne mantık, ne akıl?

ÜÇ: Bu düzenleme hâkime sadece “Aaa bu iş sürüncemede kaldı” derken değil, aslında Kürtçe savunmanın her noktasında inisiyatif veriyor. Çünkü mevcut 202 sayılı yasa da aslında hâkim tarafından ‘doğru’ ve ‘iyi niyetli’ biçimde yorumlansa; örneğin KCK davasında Kürtçe savunma yapmanın önünde hiçbir engel yok. Dolayısıyla var olan ‘siyasi engel’ bu düzenlemeyle de ortadan kalkmıyor. Yani Kürtçe savunma yine büyük Türk hâkimlerine emanet.

Büyük Türk hâkimi karşısındaki sanığın ne kadar Türkçe bildiğine, ne kadar bilmediğine, ne zaman işi yokuşa sürdüğüne karar verecek. O hâkim ki son KCK basın davasında mahkeme salonunda sanıkların avukatlarıyla görüşmesine, birçoğu açlık grevinde olan sanıklara şekerli su verilmesine engel olmuş, daha önce Kürtçe konuşmaya başlayan sanığın büyük bir ayıp ediyormuş gibi mikrofonunu kapatmış, bir halkın anadilini ‘Türkçe dışında bir dil’ yahut ‘Bilinmeyen bir dil’ olarak tutanaklara geçirmiştir.

Devletin Kürtlere doğuştan gelen haklarını vermek konusundaki taktiğini sofistike bir endüstriden geçirdiğini görüyoruz. Çok geç, çok az, çok geç, bol taksitli uygulamasına ‘hakkını verirmiş gibi’ yapma kodunu ekledi. Bu kodda bir de ‘ancak parası olan, verirmiş gibi yaptığımız bu haktan yararlanabilir’ özelliği var ki... Oh, tadından yenmez bu devlet.

NOT: Yarın ODATv davasının duruşması var. Aylardır beklenen TÜBİTAK ek raporu da mahkemeye ulaştı. Bu rapor da kendi içinde çelişkili ifadeler barındırıyor ve bir bilim kurumunun nasıl siyasetin esiri olduğunu gösteriyor. Yazıklar olsun TÜBİTAK! Balyoz ve ODATv davaları için verdiğin o bilirkişi raporları, senin neyi bildiğini ve nasıl bir kişi olduğunu ortaya serdi.

Radikal / 15.11.12