Kıskananlar çatlasın – Özgür Mumcu

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 26 Kasım 2012
  • 05:39

Başbakan Erdoğan memleketimize yeniden diriliş yaşatıyor. Bir nevi gecikmiş bir Rönesans tecrübe ediyoruz. Bu sebeple Sayın Erdoğan’ın bir Rönesans adamı gibi her konuda uzmanlığının olması eşyanın tabiatı gereğidir. Aksini iddia etmek ancak jakoben bir at gözlüğüyle basireti bağlanmışların meşgalesi olabilir.

Sayın Başbakan Rönesans adamı olmaklığıyla her mevzunun ustasıdır. Kendi deyişiyle mesela ‘çevrecinin daniskasıdır’. Estetik zevkleri gelişmiştir, plastik sanatlar ve mimari hususunda incelmiş bir kaygıyla konuşur. Beğenmediği heykeli ucube diye yıktırması da İstanbul’da Çamlıca Tepesi’ne betonarme bir Sultanahmet Camii kondurması da bu sebeple.

Sporun ve sporcunun dostudur. Sporun hemen her dalı hakkında rakipleri kahredici taktiksel bir dehanın cisimleşmiş halidir. Olimpiyatları hatırlayalım, sabah 03.00 sularında kadın voleybol takımı oyuncularını arayıp moral verdikten sonra kimsenin aklına gelemeyecek şu cümleyle konuşmasını bitirmesi nasıl unutulur: “Bloklara dikkat edin.”

Sadece heykel, mimari, çevrecilik ya da kadın voleybolu mu? Hayır! Bir Rönesans adamı, bu kendi memleketinde parya milletin değerlerinin yeniden dirilişinin müellifi elbette hem tarih hem de televizyon ve sinema alanlarında da mutlak bir kavrayışa sahip bir bilge kişidir. Aynı zamanda coğrafya ve nüfusbilim konularında da hepimizi tenvir edecek bir kabiliyeti var Başbakan’ın. Ne dedi mesela dün: “Biz 7 milyarlık bu dünyanın içinde yaşıyoruz.” Bu söz ancak bir Batlamyus’un, bir Biruni’nin söyleyebileceği ağırlıktadır, dikkat isterim.

Nasıl devam etti Sayın Erdoğan konuşmasına: “Bizim görevimiz nedir, bunu çok iyi biliriz. Ecdadımızın at sırtında gittiği her yere biz de gideriz; her yerle biz de ilgileniriz.”

Ecdat nereye, biz oraya. Ne demiş şair, “yüksel ki yerin bu yer değildir, dünyaya gelmek hüner değildir.” Hakikaten, insan ecdadının at sırtında gittiği her yere gitmeden nasıl yükselebilir?

Peki, ecdadımızın at sırtındaki halleri hakkında bizlere şuur kazandırması gereken televizyon yapımcılarının yapıp ettikleri yanlarına mı kalmalıdır? Başbakan Erdoğan şunları söylerken haksız mıdır: “Biz öyle bir Kanuni tanımadık, onun ömrünün 30 yılı at sırtında geçti. Sarayda o gördüğünüz dizilerdeki gibi geçmedi. Bunu çok iyi bilmeniz lazım. Bunu çok iyi anlamanız lazım. Ben o dizilerin yönetmenlerini de o televizyonun sahiplerini de milletimin huzurunda kınıyorum. Bu konuda da ilgilileri uyarmamıza rağmen yargının da gerekli kararı vermesini bekliyoruz.”

O yargı mensuplarının da Başbakan’ın kullanmayı sevdiği tabirle ‘kendilerini çek etmeleri’ gerekmez mi? O rezil dizi kim bilir ne kadar zamandır yayında. Başbakan bundan huzursuz ve yargı ‘gerekli kararı’ vermemiş. Kimden korkuyorlar? Avrupa Yargıçlar Birliği’nden mi? Bu vesayetçi birlik geçen gün Türkiye hakkında bir deklarasyon yayımladı ve şu terbiyesiz ifadelerle milli iradeye saldırdı: “Kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığının güvenceleri diğer iki erkin yargıya neyin gerekli olduğu konusunda talimat vermesine müsaade etmez. Bağımsız yargı anayasa ve hukuka dayanır, diğer erklerin emir ve direktiflerine değil.”

Anlamıyorlar. Milli irade Başbakan’ın bedeninde somutlaşmıştır. Onun kaygıları milletin kaygılarıdır, onun iradesi milletin iradesidir. İradeler kaynaşmıştır. Dolayısıyla Erdoğan’ın söyledikleri bu milletin sesinin doğrudan yankılanmasıdır. Yani bu durum o Avrupalı yargıçların devletlerinden daha ileri bir demokrasinin göstergesidir.

Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı oyununda isabetle belirttiği üzere “Artık bir şefimiz var, her belayı o savar”.

Heykelse yıkar, diziyse yargıya emrini verir. Ne diyor Taner şarkının devamında: “Şefin var mı yan gel yat, için ferah, kafan rahat.”

Önümüzde becerikli süvari, at sırtında, ecdat nereye yahu biz de oraya. İçimiz ferah, kafamız rahat. Kıskananlar çatlasın ve de herkes akıllı olsun.

Radikal / 26.11.12