Kimlerin 1 Mayıs'ı?... - Nihal Kemaloğlu

  • Arşiv
  • |
  • Kategori yok
  • |
  • 01 Mayıs 2012
  • 03:24

Devletin ölüsünün sayısını bilmediği, çünkü yaşarken de sosyal kayıtlarına almadığı işçilerin nisan ayının ilk üç haftasında  ölümleri 80'e yaklaşmıştı.

İstanbul İş Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nin kayıt dışı rakamları hesaba katıldığında ülkemizde yılda 15 ila 30 bin işçinin öldüğü bir başka gerçekti.
Bugün eğer üzerine AVM'emsi proje dikilip çitlenmemiş bir meydan bulunur ve valinin de despotluğu tutmazsa 1 Mayıs emekçi bayramı olduğu dillenebilecek.  
 Yanıp tutuşan, patlayan, boğulan, sendikaya üye oldu diye önce işten atılan sonra hakkını savununca gözaltına alınan, üzerine taşerondur etiketi basılarak 'isimsiz' emeği ona buna pazarlanan, piyasalarda yevmiyesi inşaatlara döşediği metrekare yapı malzemesinden değersiz emekçilerimizle çalışma hayatının nasıl 'büyük bir amele pazarına' dönüştüğünü ise bizler hala idrak edemiyoruz.

Ve çalışma hayatında 'hepimize' ayrı ayrı biçilen iş yasalarıyla bu pazara teslim edileceğimizden bihaberiz... Maksimum kar ilkesinin yönettiği yaşam alanlarımız birer birer sektörleşirken, hayatımızın piyasa vesayetinde eriyip kaybolduğunu izlerken, yakın bir zamanda çoluk çocuk 'geçici işlerin/ taşeron hayatların' müstakbel sahipleri olacağımızı hala aklımız bir türlü kesmiyor...    

1 Mayıs'ı kapanmış bir tarihi dönemin arkaik anması zannedenler, 'esnek' iş yasalarının harıl harıl hazırlanarak 2012-2023 yıllarını hedef alan Ulusal İstihdam Stratejisi'nin dayatacağı güvencesiz, tazminatsız, sigortasız iş yaşamından kendileri ve çocuklarını  muaf mı addediyorlar. 'Bizim büyük büyümemiz!' yer çimento, gök demirdir hırsıyla kamusal hak ve varlıklara, hayatımızın her anını katarak her şeyi ciro ve kar endeksli piyasalara devrederken hangimiz işini ve onurunu koruyabileceğini düşünebilir ki? Spekülatif büyüme baş dönmemize derinden eklemlenen tüketim kültürünün bizi sürüklediği yerde 'milli iradeye' değil, 'totaliter sermaye iradesine' tabi olacağımızı bilmekte yarar var...    

Adı 'özgürleştirici', evden, parçalı işbaşına çalışma diye sunulan, beyaz yakalı- mavi yakalı çalışanları özel istihdam bürolarına sermaye yapacak iş yasaları yürürlüğe girdikten sonra ibretlik demokratik anayasa metni yazılsa bile yaprak kımıldamayacak.

Ve belki de yanar döner yani bir yüzü 'demokratikleşme' iddiasında diğer yüzü 'otoriterleşmeyle' mustarip piyasa hegemonyasının kulları olduğumuzu anlayacaktık.

Öyle değil mi? Eğitimde 4+4+4 düzenlemesinde 'devlet okullarında ilköğretim parasızdır ifadesi' kaldırılmasıyla eğitimde 'özelleştirme' yasallaşırken, sağlık alanında vatandaşın zorunlu GSS primi ve artı 11 katılım ücretiyle nihayetlenen 'dönüşümün' ertesinde hem öğretmenler hem de doktorlara ölümcül saldırılara karşı ALO şiddet hattı kurulması nasıl bir toplumsal geri tepmedir hala okuyamıyoruz...
Piyasacılığın insafsızca çözdüğü toplumsal yapı 'aile, muhafazakar, dindarlık' söylemleri ve sosyal yardımla dikiş tutmuyor, dizginleri boşalan şiddet kültü tüm tezahürleriyle aileden-işyerine, sokaktan-okula-hastaneye her yeri basıyordu... 
Babalar feci şekilde dövdükleri çocukları ranzadan düştü diye hastaneye getiriyorlar, kadına karşı şiddet yasalarına ve mahkeme korumasına rağmen günde 4 kadın, işletmelerin karlılık  şiddetinden 5 işçi ölüyor ve devlet İş Güvenliği Yasası'yla 16 yaşındaki çocukların ağır ve tehlikeli işlerde çalışmasının önünü açıyordu...

'Füze kalkanı istemiyoruz' pankartı açan öğrenciler tutuklanıp ağır hapis cezasıyla yargılanıyor, Adana'da mahkeme 24 öğrenciye 270 yıl 6 ay ceza verirken, Fethiye'deki toplu tecavüz sanıkları delil yok/özgürlükleri ihlal olmasın gerekçesiyle topluca salıveriliyorlardı. 200 bin öğrencinin okuduğu Eğitim Fakülteleri'nden öğretmenlik formasyon hakkı bir anda kaldırılıyor, parasız eğitim pankartının devlette yarattığı dehşetin karşılığı 19 ay tutuklulukla bedelleniyor ve 2010-2011 yılları arasında 7 bin 43 öğrenci hakkında soruşturma açıldığını öğreniyorduk...
Ne de olsa Miss Universe çıkartmaya ah etmiş bankamatik kimlik kartı almayan öğrencileri özel güvenlikçilere dövdürüp, fişleyen facebook'ta twetter'da avlayan 'demokratik' üniversitelerimiz, piyasa toplumunun zihin mühendisliği icabı bahar karnaval-festivalleriyle meşgullerdi. Her iki çocuktan birinin çocuk işçi olarak çalıştığı Türkiye'de her iki çocuğun birinin babası da taşeron işçiliğe razı hale gelirken, Adana'da TEDAŞ taşeron işçi direnişinde çocuklar babalarıyla gözaltına alınıyordu...

En son gelen OECD raporu da Avrasya kaplanı Türkiye'nin genç eğitiminde sonuncu, bebek ölümlerinde birinciliğini ilan ediyordu...
Ve böylelikle Türkiye'nin 'demokratikleşme' diyetini yüklenen 13 bine yakın 'terörist' tutuklumuz, 90'ı aşkın zindan gazetecimiz, demir parmaklıkların ardına koyulan 600 üniversite öğrencisi ve 2 bin çocukla gireceğimiz bütün 1 Mayıs meydanları herkese dar gelmeyecek miydi?...

Akşam / 01.05.12