İstikrarsızlığın istikrarı - Ergin Yıldızoğlu

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • Ekonomi
  • |
  • 16 Ağustos 2010
  • 09:00

Dünya ekonomisinde aylardır, veriler bir süre ekonomik toparlanma gösteriyor, sonra yön değiştiriyorlar. Bu kez, iki dipli resesyon, deflasyon hatta depresyon tartışmaları başlıyor, piyasalarda sert dalgalanmalar yaşanıyor. Bu oldukça korkutucu bir durum, çünkü kronik bir istikrarsızlığın (belli sorunların, aşılamayarak, sürekli tekrarlanması anlamında) istikrar kazandığını düşündürüyor. “Nasıl bir şey?” diyorsanız, Japonya ekonomisinin 1990’ların başından bu yana içinde debelendiği duruma bakabilirsiniz.

Bir öyle, bir böyle...
Geçen hafta boyunca tam da böyle bir duruma örnek gösterilebilecek türden gelişmelere şahit olduk. Borsalar hafta boyunca sert dalgalanmalar yaşayarak düştüler. Çünkü dünyanın en büyük ekonomisi ABD’de şirketler, ekonomik toparlanma haberlerine güvenlerini kaybetmişlerdi, tüketici talebinde bir iyileşme beklemediklerinden, yeni işçi almaya istekli değillerdi. Çin’den gelen veriler de ekonomik yavaşlamaya işaret ediyordu. (Wall Street Journal, 13/08)

Hafta içinde, ABD Merkez Bankası, daha önce öngörülenden daha zayıf bir ekonomik toparlanma beklediğini söyledi. Diğer bir deyişle işsizlik oranının yakın zamanda yüzde 9.5’ten (Clinton dönemindeki yöntemle hesaplandığında yüzde 16’dan) aşağı düşme olasılığı yok. Enflasyon oranı da Merkez Bankası hedefinin altında seyrediyor. “Ciddi ekonomistlerin çoğunluğu, ABD ve diğer Batı ekonomilerinin deflasyon tehlikesiyle yüz yüze olduğuna inanıyorlarmış” (Market Watch, 12/08). The Economist de iyimser olmaya büyük çaba gösteren bir yorumunda, “deflasyon konusundaki endişelerin haklı olduğunu” kabul ediyordu.

Haftanın ikinci yarısında borsalar düşmeye devam ederken, bu kez Avrupa’dan beklenenden daha iyi veriler gelmeye başladı. Avrupa Merkez Bankası, önceki ay sanayi üretiminde görülen ani gerilemeye işaretle toparlanmanın momentum kaybetmeye başladığını söylemişti ama bu kez, veriler tam aksi yönü gösteriyordu: Almanya ekonomisinin bu yılın ikinci üç aylık döneminde, birleşmeden bu yana en yüksek büyüme hızını gerçekleştirmiş olduğunu öğrendik. Almanya ekonomisi ikinci üç aylık dönemde birinciye göre yüzde 2.2, yıllık olarak ise yüzde 9 büyümüş (Bloomberg 13/08); işsizlik de kriz öncesi düzeyine geri dönmüş. Arkasından Avrupa ekonomisinin beklenenden daha hızlı büyüdüğünü öğrendik. Cuma günü, öğleden sonra, CNBC sunucusu, haberi “Avrupa’da resesyon bitti” sevinciyle veriyordu.

Ancak verilere biraz daha yakından bakınca, İngiltere’de ekonomik büyüme hız kesmeye başlarken analistlerin çoğu “iki dipli” durgunluktan söz ediyor, “depresyon korkusunun” artmakta olduğunu vurguluyorlardı (The Guardian 11/08). Avrupa’nın geri kalanına bakınca da karşımıza oldukça karanlık bir görüntü çıkıyordu. Avro bölgesinin 16 ülkesinden oluşan ekonomi, ikinci üç aylık dönemde birinci üç aylık döneme göre yüzde 1 büyümüş, ama Yunanistan ekonomisi yüzde 1.5 daralırken, Fransa ve İtalya’da büyüme sırasıyla yüzde 0.6 ve 0.4’te kalmış.

Cuma günü Bloomberg kanalında büyüme haberini “hiç yoktan iyidir” diyerek izlerken, ekranda bir grafik, İspanya, İtalya, İrlanda, Yunanistan ve İspanya bonolarının fiyatlarının yeniden düşmeye başladığını gösteriyordu. Durumu açıklayan bir ekonomiste göre, piyasalar, kemer sıkma politikalarının etkilerini göstermesiyle birlikte, üçüncü üç aylık dönemde bu ekonomilerin, mali sistemlerinin zorlanmaya başlamasını bekliyorlar. Hafta içinde de gelen haberler İrlanda ve İspanya’da banka sisteminin “yine sinirleri bozucu işaretler” vermeye başladığını gösteriyordu (Wall Street Journal, 12/08)

Almanya’da büyüme, ABD’de Japonyalaşma
Geçen haftanın en flaş haberi, hiç şüphesiz Almanya’yı aniden dünyanın süper ekonomisi katına yükselten büyüme hızıydı. Gerçekten Alman ekonomisi çok güçlü, üretkenliği yüksek, otomotiv, optik, hassas ölçü aletleri, elektrikli aletler, tıbbi aletler gibi alanlarda dünya piyasalarından neredeyse rakipsiz bir sanayiye dayanıyor. Geçen hafta açıklanan yüksek büyüme oranlarının arkasında, güçlü bir ihracat performansı, yeni yatırımlar var. Avrupa ve ABD’nin aksine Almanya’da işsizlik düşüyor, tüketici talebi de güçlü.

Ancak bu madalyonun öbür yüzündeki resim aynı derecede olumlu değil. İç talebi daraltması kaçınılmaz, yeni kemer sıkma politikaları devreye girerken ihracat performansı daha çok önem kazanıyor. Buna karşılık Almanya’nın ABD, Çin gibi büyük ihracat pazarlarından yine daralma sinyalleri geliyor. Almanya açısından büyük öneme sahip Avrupa ülkelerinde de, hükümetler kemer sıkma politikalarını uygulamaya koymaya başlıyorlar. Özetle Almanya’nın büyüme performansını destekleyen ihracat performansının bugünkü gücünü korumaya devam edeceğini düşünmek gerçekçi değil. Bir yatırımcının dediği gibi, “Almanya şimdi Süpermen gibi görünüyor ama az sonra, karşımıza Clark Kent kimliğiyle çıkabilir.

Bu olası kimlik değişikliğinin bir örneği de ABD. 1990’lar boyunca hep ABD ekonomisinin esnekliğini, Almanya’nın ekonomik modeline üstünlüğünü vurgulayan yorumlar okuduk. Şimdilerde ABD’nin Japonyalaşmasına ilişkin yorumlar okuyoruz. ABD’nin de Japonya gibi uzun süreli bir durgunluk-deflasyon dönemine girdiği ileri sürülüyor.

Geçen hafta Fed, Shwartz ve Friedman’ın, “Depresyonu önlemek için mutlaka para arzının düşmesini engellemek gerekir” saptamasına uyarak, Hazine kâğıtları satın almaya öncelik vereceğini açıklıyordu. Böylece Fed ellerindeki Hazine kâğıtlarını satacak olanların hesaplarına para transfer edecek. Fed’in kendi geliri olmadığından, bu operasyon yeni para yaratılması anlamına geliyor. Ancak, The Guardian’da Chris Payne’in işaret ettiği gibi, Fed’in benimsediği yöntem ne yeni yatırımları teşvik etme ne de yeni iş olanakları yaratma şansına sahip. Gerçekten de bu tedbirler ekonomide yeni değer üreterek, bankaları ve batık borçları temizleyecek kaynakları yaratacak gibi durmuyor.

Ama bu arada ABD’nin devlet borçları artmaya devam edecek. Piyasalarda yaşanan kimi gelişmeler de bu beklentinin güçlenmekte olduğunu düşündürüyor. Örneğin, Wall Street Journal cuma günü, devlet borçları piyasalarının en büyük oyuncusu PIMCO’nun portföyünde, ABD Hazine kâğıtlarının ağırlığının haziranda yüzde 63’ten temmuzda yüzde 54’e düştüğünü bildiriyordu.

ABD’nin Japonyalaşması demek, ekonomisinin zombi banka sistemi, etkisiz bir para politikası ve büyümeye devam eden devlet borçları kısırdöngüsüne hapsolması demek. Böyle bir sürece 1990’ların başında, ABD’ye göre çok daha sağlam bir ekonomiyle ve daha elverişli dünya ekonomisi koşullarında giren Japonya’nın hâlâ çıkamıyor olması, bu kısırdöngünün bir kez yerleştiğinde kırılmasının ne kadar zor olduğunu, krizin büyümeye devam edeceğini gösteriyor. Perşembe günü Christian Sceince Monitor’un bir yorumunda, kamu-borç/GSMH oranı yüzde 200’e ulaşan Japonya’nın, finansal krizin yeni patlama noktasını oluşturmaya aday olduğu ileri sürülüyordu.

Cumhuriyet / 16.08.10