İsrail’e doğrudan ‘Dur’ diyememek – Kadri Gürsel

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 19 Kasım 2012
  • 06:39

İsrail, kendi yarattığı Filistin sorunuyla, bu sorun kendisi için bir güvenlik tehdidi oluşturmadıkça ilgilenmiyor ve Filistinlilerin aleyhindeki statükonun ilelebet sürmesini arzuluyor. Filistinliler statükoya daha fazla katlanamayıp şiddet ve teröre başvurunca bu kez İsrail’in doğal cevabı onların üzerine uçaklarını, tanklarını ve komandolarını göndermek oluyor. Sonunda Filistinliler eziliyor ve bu asimetriye dayalı, bir sonraki Filistin infilakına kadar sürecek yeni bir statüko kuruluyor.

Lakin bu kısır döngü Gazze bahsinde İsrail’e huzur ve güvenlik sağlamıyor. 2012’de Tel Aviv artık Gazze füzelerinin menzilinde. Dünkü Tel Aviv görüntülerinde sirenler çalmaya başlayınca plajlardan sığınağa koşan insanlar vardı.

Bugünkü içinden çıkılmaz durum, Hamas’la ilişkili Gazze sorununda 2006’dan bu yana alınmış olan bütün pozisyonları bir kenara itip, durum hakkında sil baştan düşünmeyi emretmiyor mu?

Özellikle de düşünmeye ABD, AB, BM ve Rusya’dan oluşan “Ortadoğu Dörtlüsü”nün Hamas’a karşı boykot ve yaptırım uygulanma gerekçesini oluşturan üç ilkesinden başlamak gerekmiyor mu?

“Dörtlü” Hamas’a kısaca “İsrail’in varlığını tanı, şiddetten vazgeç ve Filistin Yönetimi’nin İsrail’le daha önce imzalamış olduğu anlaşmaları kabul et” demişti.
Bunlar aslında “ilke” olmaktan öte, Hamas’la normal ilişki kurulmasının ön koşulları.
Ve Hamas bu ön koşulların hiçbirini bugüne kadar kabule yanaşmadı.

Arap isyanları neticesinde Hamas’ın ideolojik kardeşlerinin başta Mısır olmak üzere iktidara gelmeleriyle şekillenen yeni Ortadoğu, bu ön koşulların geçerliliğini tartışmaya açıyor. Hamas’la normal ilişkinin yollarını ön koşulsuz arayarak sonuca gitmeyi en azından denemek lazım.

Bölgede zamanın akışı hızlandı. Ön koşullu politikalar, kısa bir sürede politikasızlığa dönüşüyor, bölgesel aktörleri etkisizleştiriyor.

Bunun bir başka örneği de Türkiye... Ve birkaç soru:

Gazze’ye karşı İsrail operasyonu altıncı günündeyken, acilen bir ateşkesin sağlanması açısından hangi Türkiye Hamas dahil bölgesel ve küresel aktörler nezdinde daha değerlidir?

İsrail ile konuşabilmesine yetecek mesafeyi korumuş bir Türkiye mi? Yoksa, İsrail ile konuşamayan bir Türkiye mi?

Bu iki Türkiye’den hangisi bölgesinde daha etkili bir aktör olurdu?

Tabii ki birincisi. İsrail ile konuşabilen Türkiye.

Ama Türkiye İsrail ile konuşamıyor.

Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin normalleşmesi için ön koşulları Mavi Marmara için özür ve tazminatla sınırlı kalsa idi, yine de bir imkan doğabilirdi. Ama Sayın Başbakan Erdoğan bu iki ön koşula 2011’in temmuzunda resmen bir üçüncüsünü, İsrail’in Gazze ablukasının kaldırılmasını ekledi... Ve normalleşme konusunu Türkiye-İsrail ikili ilişkilerinin bağlamından çıkarıp, zaten bir kısır döngüye dönüşmüş olan Gazze denkleminin içine hapsetti.

Türk diplomasisi Gazze çıkmazının mahkumu yapılmıştır.

Bu yüzden Netanyahu’ya telefon açılamadığı için Obama’yla, Putin’le yetinilir ve onlara “İsrail’i ikna edin” denilir. Onlar da herhalde Türkiye’den bir mesaj gelse de İsrail’e iletsek diye bekliyorlardı.

Mahkum diplomasiyle ancak bu kadar

Milliyet / 19.11.12