İşçi cinayetlerinin hesabını sormak için örgütlenmeye! / KB

  • Arşiv
  • |
  • Makaleler/Yazarlar
  • |
  • Sınıf Hareketi
  • |
  • Kızıl Bayrak
  • |
  • 12 Mayıs 2012
  • 11:56

Yılda yüzde 8,5 büyüme hızıyla övünen Türkiye’nin, bu büyümeyi işçi kanıyla gerçekleştirdiği kimse için bir sır değil. Patronlar kârlarına kâr katarken, son 10 yılda iş cinayetleri sonucu ölen işçi sayısının %92 oranında artması da bu gerçeği gösteriyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın verilerine göre, yılın başından bu yana en az 238 işçi iş cinayetleri sonucu yaşamını yitirdi. Kuşkusuz kayıtlara geç(e)meyen gerçek rakamlar daha yüksektir. Sadece Nisan ayında ise tespit edilebilen işçi ölümü 87 olarak belirtiliyor. 

Ellerinde işçi kanı olanların gözyaşlarında hiçbir samimiyet olamaz!

Patronların kâr hırsı sonucu iş cinayetleri seri bir şekilde devam ederken, işçi kanıyla palazlanan sermaye cephesinin sözcüleri de timsah gözyaşlarının arkasına saklanıyorlar. İşçi kanıyla yazılmış sicilleri, uluslararası pazardaki imajları açısından sorun olsa gerek, TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner iş kazalarına ilişkin yaptığı yazılı açıklamada “Türkiye’nin iş kazası sicilini düzeltmesi gerektiğini” söylüyor.

Benzer şekilde geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) tarafından düzenlenen İş Sağlığı ve Güvenliği Kanun Tasarısı Semineri’nde yine sermaye temsilcileri timsah gözyaşları döktü. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Yönetim Kurulu Başkanı Tuğrul Kudatgobilik, Konfederasyonun, “iş sağlığı ve güvenliğinin Türkiye’deki gelişiminin en büyük destekçisi olarak”, işçilerin  “sağlık ve güvenliğine her zaman en büyük önceliği verdiğini” söylerken, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik de;  “İş kazaları çalışma hayatından sorumlu bakan olarak yüreğimi titretiyor. Omuzlarıma öyle bir yük biniyor ki o gün yerin altına geçmek istiyorum” açıklaması yaptı! Bu açıklamalar iş cinayetlerinde Avrupa birincisi ve dünya üçüncüsü olan Türkiye’de yapılıyor. Hiçbir inandırıcılığı olmayan bu sözler, katillerin kendilerini gizlemek için kullandıkları kılıf olabilirler ancak.

İşçi sağlığı ve güvenliği alanında ILO’nun kabul ettiği uluslararası sözleşmenin sadece 6’sını onaylayan bir ülkenin Çalışma Bakanı’nın “yüreğinin sızlamasının” nasıl bir inandırıcılığı olabilir? Bu imzalanan sözleşmelerden 2005’te onaylananının ise hala iç hukuka yansıtılmamış olması bile, sermaye hükümetinin işçi sağlığı ve güvenliğine ne kadar “önem” verdiğini göstermektedir. Çıkarları gereği torba yasa örneğinde olduğu gibi her şeyi bir çırpıda yasalaştırma becerisine sahip bir hükümetin bu konuda eli fazlasıyla yavaş.

İşçilerin daha fazla sömürülmesi ve köleleştirilmesi uğruna hız kesmeden çalışan sermaye hükümeti AKP’nin bakanı Faruk Çelik’in döktüğü sahte gözyaşları ve söyledikleri ise tam bir ikiyüzlülüktür.  2008’de en fazla iş cinayetlerinin yaşandığı Tuzla tersanelerinde işçilerin mücadeleleri sonucu iş cinayetlerinin kamuoyu yaratmasından rahatsız olan sermayenin bu uşağı, “yatıyoruz kalkıyoruz Tuzla” demişti. O dönem patronlarda tatlı kârlarından memnun bir şekilde iş kazaları için, ‘bu kadar üretim olurken bu kadar zayiat doğaldır’ demekteydi.

 “Çalışma yaşamından sorumlu” bir bakan olarak bugün yüreği sızlayan Çelik, Tuzla tersanelerinde yaşanan iş cinayetlerindeki sorumluluğunu atmak içinse bin takla atmıştı. Sorunu “fiziki koşulların yetersizliğine” ya da “işçilerin bilinçsizliğine” bağlayan bu bakan, pişkince “böyle giderse ölümlerin devam edeceğini” de eklemişti.

Sermayenin uşağı bakan Çelik, Esenyurt’ta 11 işçinin göz göre göre katledilmesi için de “Esenyurt’taki işçilerin ölümü kaza değil, ama kader” diyebilmişti.

Bu nedenle Faruk Çelik’in iş kazaları konusundaki üzüntüsünün zerrece insani bir yanı yoktur. O her şeye kâr-zarar denklemi üzerinden bakmaktadır. Şöyle ki; aynı seminerde Çelik, iş cinayetleri üzerinden “maliyet” hesabı yapmıştır. “600 milyar dolar ile 2,4 trilyon dolar arasında iş kazası ve meslek hastalıkları ile ilgili maddi kayıplar söz konusudur. Türkiye’nin GSYİH’sının ne kadar olduğunu biliyorsunuz. Mukayese ettiğimiz zaman tablo ortadadır.” diyerek konunun kendi sınıfları için önemini ortaya koymuştur.

Aynı seminerde Bakan Faruk Çelik, “iş kazalarını önleme” adı altında meclis gündemine getirilen tasarıyı 30 Haziran’dan önce çıkarmak niyetinde olduklarını söyledi. Bu yasaya en başta itiraz edense aynı seminerde “iş sağlığı ve güvenliğinin Türkiye’deki gelişiminin en büyük destekçisi” olarak, işçilerin  “sağlık ve güvenliğine her zaman en büyük önceliği verdiğini” söyleyen TİSK Başkanı Kudatgobilik’tir. 3 Nisan 2012 tarihinde TBMM’ne sunulan İş Sağlığı ve Güvenliği Tasarısı’yla ilgili endişeleri olduğunu söyleyen TİSK başkanı tatlı kârlarından en ufak bir taviz vermek istemediğini açıkça ifade etmektedir.

İş cinayetleri ve meslek hastalıkları patronların kâr hırsı nedeniyle yaşanmaktadır ve bundan dolayı da önlenememektedir. TİSK başkanı bir kez daha bunu açıktan dile getirmiştir. Bu da dökülen timsah gözyaşlarının neyi perdelemek için olduğunu ortaya koymaktadır.

Biliniyor ki yaşanan iş kazalarının çoğu önlenebilirdir. Şimdiye kadar yasalarda olan kimi yaptırımlar uygulansa bile çoğu iş kazası yaşanmayabilirdi. Bu nedenle yeni yasa tasarısıyla bir değişiklik beklemek saflık olacaktır. Zira 2003 yılında çıkartılan İş Kanunu’nda, 2008 yılında ve 2010 yılında iş sağlığı ve güvenliğine yönelik değişiklikler yapıldı. Ancak iş cinayetleri sürekli arttı. Kaldı ki bu yeni yasa tasarısının işçi sağlığı ile ilgili önlemler açısından özel bir katkısı da yoktur. Bir yandan artan taşeronlaştırma, özel istihdam projeleri, esnek üretim uygulamaları, sendikasızlaştırma saldırıları varken böylesi yasalar sermaye devletine maske olmaktan öteye gitmeyecektir. Bundan dolayı hiçbir inandırıcılığı yoktur. Biliyoruz ki iş cinayetlerinde patronları aklayan yargısıyla, işçi sağlığına ilişkin yapılmayan denetlemelerle devlet iş cinayetlerinin baş sorumlularındandır.

Çözüm örgütlenmeyle gelecek!

Bu nedenle çözüm işçilerin örgütlenmelerini güçlendirip sermaye ve devletine karşı verecekleri mücadelededir. İşçi sağlığı gibi yaşamsal önemde bir sorun için örgütlenmenin aciliyeti ve önemi ortadadır. İşçiler ancak örgütlü güçleriyle haklarını alabilir, yeni haklar kazanabilirler. İşçi sağlığı önlemleri için, kapitalistlerden iş cinayetlerinin hesabını sormak için örgütlenme çalışmalarına hız verilmelidir.

(Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak, 11 Mayıs 2012, Sayı 19)