İki Şii'nin hikâyesi! - Fehim Taştekin

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 12 Kasım 2012
  • 12:43

“Benim yaşama hakkım yok mu, ağabey!” diye serzenişte bulundu Ali. Öfkeliydi, gözleri ok gibiydi. Ali’yi çileden çıkartan bindiğimiz taksicinin devrik lider Saddam Hüseyin’i ‘düzen adamı’ olarak yâd etmesiydi. “Saddam babamı ben 5 yaşındayken öldürttü. Hiçbir suçu yoktu. Orduda görevliydi. Amcam İslami Dava Partisi’ne üye diye babamı öldürdüler” deyip ekledi: “Babama sıkılan 31 kurşunun parasını da bizden tahsil ettiler. Cesedini kimse almaya gidemedi. Saddam’ın düşman bildiği kişiyle ilişkili gözükmek tehlikeliydi. Cenazeyi sonunda bir papaz aldı. Korkudan ekmek veren olmadı. Beni kimse okula yazdırmaya cesaret edemedi. Bir başkasının oğlu gibi okula kaydoldum. Necef’te üniversiteye gittim, gece gündüz çalışıyor ama Araplar kadar not alamıyordum. Mezun olurken hocam ‘Ali bizden memnun musun’ diye sordu. ‘İmam Ali senden memnun mu?’ dedim. ‘Hayır’ dedi. ‘O halde ben de değilim’ dedim. Sustu. Söyle ağabey, bu hak mı? Ama kimsenin lambası sabaha kadar yanmaz. Gecenin sonunda güneş doğar.”

Ezberler bozuluyor

Saddam’ın gidişiyle hayat bulanların, hayatları kararanların, düzensizlikten şaşkına dönenlerin, düzensizliği fırsata çevirenlerin ülkesi Irak’ta 2003’te Amerikan işgaliyle gelen türbülansı en az hasarla atlatan Necef’teyiz. Yine de her yer derbeder, sanki kent dün savaştan çıkmış. Necef 80 km ötedeki Kerbela ile birlikte Şiiliğin beslendiği ana damar. Yılda 16 milyon ziyaretçi geliyor. Gece gündüz Necef’te Hz. Ali, Kerbela’da Hz. Hüseyin’in türbesi etrafında inanılmaz bir devinim var: ‘Her yer Kerbela her gün Aşure’ sözü burada karşılık buluyor.

Bindiğimiz taksinin şoförü İran-Irak savaşından bir gazi. Bir ayağı protezli. Yanımda Ali, Sünni militanlar yüzünden Tel Afer’den Kerbela’ya kaçmış bir Türkmen. Şoför de Şii, Ali de. Biri “Saddam’la birlikte Sünniler devletten silindi” diyenlerin, diğeri “Şii tahakkümü başladı” diyenlerin ezberini bozuyor.

‘Saddam liderdi’

Şoförle sohbette sözü Saddam sonrası girdaba getiriyorum:

Orduda görevin neydi?

- Komutandım. İşgalin ardından kovuldum.

Kaç yıldır bu işi yapıyorsun?

- 5 yıldır.

Saddam’ın idamına ne diyorsun?

- Hak etmedi. Saddam’ı severdim. Güçlü bir liderdi. Düzen kalmadı.

Başbakan Nuri Maliki de güçlü. Hatta gücü tekeline aldı diye Tarık Haşimi, Salih Mutlak ve Mesud Barzani ona karşı birleşti.

- Maliki güçlü değil, koltuk sevdalısı. Ben bu liderlere de karşıyım.

Neden?

- Hiçbiri vatansever değil.

Peki kimi destekliyorsun?

- (Sünni Irakiye’nin laik-Şii lideri) İyad Allavi’yi. O bir vatansever.

Mehdi’nin gücü

Sohbet, Ali ile şoför arasında şiddetli tartışmaya dönüşüyor. Ali’nin “Ben Mehdi Ordusu’ndanım” sözüyle şoförün dili düğümleniyor. Sözün bittiği yer burası. Mehdi Ordusu ve Bedir Tugayları gibi milis güçlerinin otoriteye dönüşme sürecinin bir muhalifin üzerindeki tezahürü. Şoför, savaşta ayağını kaybetmiş biri olarak İran’ın Irak üzerindeki nüfuzundan ve İran’la birlikte hareket etmiş grupların şimdi iktidar olmasından rahatsız. “Şiiyim diye İran’ı sevmek durumunda değilim” diyor. Savaşta Saddam’a karşı İran’ın yanında saf tutmuş Bedir Tugayları’nın bağlı olduğu El Hekim ailesinin liderliğindeki Irak İslam Yüksek Konseyi bugün iktidar ortağı.

Necef’te davetli olduğumuz Kadir Festivali’nde açılan Bedir Tugayları sergisinde başköşeyi Ayetullah Humeyni ve Ali Hamaney’in portreleri süslüyor. Ama Saddam’a karşı İran’la birliktelik bugün Şii kardeşliğine rağmen El Hekim grubunu Tahran’ın müttefiki yapmaya yetmiyor. İran’ın nüfuz çabasından rahatsız olanların başında El Hekim ailesi geliyor. Saddam sonrası İran’ın ABD’ye karşı desteklediği grup Mukteda Sadr’a bağlı Mehdi Ordusu’ydu. Ne var ki Sadr, El Hekimlerden daha yerli, daha Iraklı ve daha Arapçı. Ana akım Şii hareketler ABD ile ittifak yaparken Mehdi Ordusu, Felluce cephesinde Sünnilerin, Sünniler de Necef cephesine Sadr’ın yardımına koşmuştu. Beri tarafta Şii olmaları 2006’da Necef’te Bedir ile Mehdi milislerinin birbiriyle çatışmalarına engel olamadı. Velhasıl Irak’ta hiçbir şey göründüğü gibi değil.

Ali de Sadr hayranı. Her yıl Erbain’de Ehli Beyt’in acısını hissedebilmek için Basra’dan 430 km’lik yolu yürüyerek Kerbela’ya giden bir mümin. Hz. Ali’ye yakın olmak için babasının mezarını da gizlice Necef’teki mezarlığa taşımış. Ki günün sonunda kabirlerin bir nevi minyatür ev ya da sandık şeklinde inşa edildiği mezarlıkta babasına duayı ihmal etmedi. Bu mezarlık 2004’te Mehdi Ordusu ile ABD güçleri arasında bir savaşa sahne olmuştu. Kabirlere saklanan milisler, Amerikalılara hayalet korkusu yaşatmıştı. Burası ölülerle diriler arasındaki ruhani bağın çok canlı tutulduğu bir mekân. Dönelim Ali’yle sohbetimize: Taksiden inince, yıkık dökük bir yolun kenarında yere kurulup yemek yiyen işçileri gösterdi:

“Saddam deyip duruyor. Petrol gelirlerine rağmen insanlar bu halde.”

Ama Saddam gideli 10 yıl oldu, ne değişti? Her yer harap.

“Şimdi de hırsızlar var.”

Peki bu iktidarı desteklemedin mi?

“Türkmen Cephesi’ne oy verdim.”

Niye Sünni partiyi destekledin?

“Ben hep kanımdan ve kendi kültürümden insanları tercih ederim.”

Tercihte Şiilik belirleyici değil mi?

“Sünni-Şii hepimiz kardeşiz.”

Bu nasıl kardeşlik, işgalcilerden çok Iraklılar kan döktü.

“Kan döken Suud’un parayla kandırdığı insanlar, Kaideciler. Bizi Sünnilerle düşman etmek için Kaide Samarra’da İmam Askeri’nin türbesini bombaladı. Şiiler Ehli Beyt’e saldırının intikamı için sokaklara aktı. Ben de annemle helalleşip Samarra’ya gittim. Büyük Ayetullah Sistani ‘Sünnilerle Şiiler kardeşten öte birdir’ deyip eve dönmemizi istemeseydi çok kötü şeyler olacaktı. Ama biliyor musun Sünniler de türbenin onarımı için para topladı.”
Keşke mesele Ali’nin dediği gibi kolay olabilseydi. Türbenin bombalanması ve misillemeler derin yaralar açtı. Şiileri Sünniler, Sünnileri Şiilerin arasında yaşatmak imkânsız hale geldi. Evine hasret Ali bunun kanıtı.

Taksideki general

Tarihi Babil’in bulunduğu Hille yolunda kestirme olsun diye saptığımız yolda güvenliğe takıldık. Taksicimiz eski bir istihbarat subayı, forsuna güveniyor. Ama polis geçit vermedi. “Beni tanımadın mı” diye sordu. “Hayır” dedi. Generalin yüzü kızardı. Polis “Geri dönün” diye üsteledi. General torpidodan Saddam’la birlikte kovulmuş askerlere verilen serbest geçiş kartını gösterdi.

Bize dönüp “Beni durduramazlar, anlaşmamız var” dedi. Polis tınmadığı gibi pasaportlarımızı da aldı. Sonunda 2 dolar rüşvetle polisi razı etti. Daha Necef’teyken “Bana güvenin, sizi Irak’ta götüremeyeceğim yer yok” demişti büyük bir güvenle. Arabasına da güveniyor; 3 bin CC’lik bir Toyota; rütbesine yakışır bir araba. İlk kontrol noktasında belge işe yaradı, hızla geçtik. İkincisinde pasaportlarımız kontrol edildi ama bekletilmedik. Üçüncüsünde bekletildik. Her bekletilme general için bir travma: Kaybettiği güce sığınıyor ama olmuyor. Fırat boyunca toz fırtınasını henüz atlatmışçasına benzi solmuş hurma ağaçları ve pirinç tarlalarından geçiyoruz. Babil yolundaki yeşilin hâkimiyeti Irak imgesini değiştiriyor. İbrahim Tatlıses’in konutları ve Türk firmasının yapmakta olduğu kavşağı geçiyoruz.

“Türkler hızlı ve iyi iş çıkarıyor” diyor general. Muharrem yaklaşıyor, Hille’nin sokakları siyah matem bayraklarıyla süslü. Babil kalıntılarının bulunduğu bölgeye giriş ücretli. Labirenti andıran yerleşkenin yanında Fırat’a nazır tepede tarihi saray kalıntısı üzerine Saddam’ın diktirdiği saray artık virane. ABD ordusunun karargâh olarak kullandığı saray yağmalanmış. Belli bölümler dikenli tellerle kapatılmış. Generalin torpiliyle çıktığımız 2. katta kabul odasında ahşap süslemeler üzerine basket potası çakılmış. Hoyrat ki ne hoyrat. Yine generalin torpiliyle dikenli telleri aşıp eski kente giriyoruz. Kerpiçten imitasyon yapılar heyecan vermiyor. Dönüş yolunda general hayata dair sorularımı “Ya çok zenginsindir ya fakir, ortası yok Irak’ın” diye geçiştiriyor. “Neden taksicilik yapıyorsun” diye sorunca çözülüyor: “Başka ne yapabilirim? Benim gibi yüzlerce asker var taksicilik yapan. Ne düzen kaldı ne kanun. Eskinin milisleri iktidar oldu. Sadece milisi olana, parası olana, mecliste olana kapılar açılıyor.”

Radikal / 12.11.12