Hollande’ın Türkiye seçimi - Semih İdiz

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • Uluslararası Siyaset
  • |
  • Ekonomi
  • |
  • 16 Mayıs 2012
  • 03:27

François Hollande’ın dün Fransa Cumhurbaşkanı olarak yemin etmesinin hemen ardından, Kuzey Ren Vestfalya’da (KRV) pazar günü yapılan eyalet seçimlerinde hezimete uğrayan Başbakan Angela Merkel ile görüşmek üzere Berlin’e uçması, AB için yeni bir dönemin haberciliğini yapıyor.

Hollande’ın, halkın ekonomik krizden çıkmak için uygulanan kemer sıkma politikalarına duyduğu tepki nedeniyle seçilmesi, Merkel’in ise savunduğu kemer sıkma politikaları nedeniyle KRV’de yenilmesi Avrupa için yeni bir sayfa açacak nitelikte gelişmelerdir.

Özetle, Milton Friedman için Avrupa’da “out,” John Maynard Keynes için tekrar “in” diyebiliriz. Başka bir ifadeyle, sokaktaki Avrupalı ekonomik krizden parasal politikalardan ziyade, istihdamın arttırılmasını hedefleyen büyüme stratejileriyle çıkılmasını istiyor.

İşin ilginç yanı bu tartışma Avrupa’da “Türkiye tartışmasını” da yeniden canlandırdı. Üstelik de olumlu anlamda. İş âleminin bir numaralı haber kaynaklarından olan “Bloomberg”de dün çıkan bir “Editoryal Yorum” bunun sadece bir göstergesi.
Başlığında, “Cumhurbaşkanı Hollande, Fransa’nın Türkiye’ye karşı blokajını kaldır” çağrısında bulunan Bloomberg’e göre, bunun için bundan ideal zaman olamaz. Zira “Fransız vetosunu kaldırmak sadece Avrupa projesine değil, Avrupa ekonomisine de yeni hayat enjekte edecek.”

Avrupa’da, ekonomileri hızla büyüyen Türklerin enerjisine ihtiyaç duyulduğunu vurgulayan Bloomberg bir başka gerçeğe de işaret ederek, Sarkozy’nin Ankara’ya karşı olumsuz tavrı nedeniyle Fransa’nın Türkiye’de stratejik alanlardaki yatırımlardan mahrum kaldığına işaret ediyor. Buna işaret etmekle de Hollande’ın hassas noktasına hitap ediyor.

Zira Hollande istihdam yaratacak olan insan odaklı büyüme stratejilerine ağırlık verilmesini istiyor. Hal böyle olunca, Türkiye’deki stratejik yatırımların önünü açmanın ve dolayısıyla Fransa’da da bu yoldan istihdam yaratmanın önemi kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Kısacası Hollande, Fransız kamuoyuna, Türkiye’ye karşı, somut hiçbir getirisi bulunmayan, buna karşın hissedilebilir ekonomik ve siyasi maliyetleri olan dışlayıcı tavırlardan vazgeçmenin sadece Türkiye’ye değil, Fransa’ya da sağlayacağı yararları anlatmak durumundadır.

İşin gerçeği şu ki, Yunanistan’da derinleşen siyasi ve ekonomik kriz AB genelindeki finansal krizin üstesinden yakın bir zamanda gelinemeyeceğini gösteriyor. Batılı yorumcular arasında da zaten bugünlerde olumlu beklenti içinde olanları bulmak mümkün değil.

Bu arada Keynes’in tek başına Avrupa’yı ve özellikle de euro’yu kurtarabileceği de kesin değil. Ülkelerin parasal yükümlülüklerinden kurtulmaları ise mümkün değil. Ancak, Avrupa ekonomisine ticaret ve yatırımlar yoluyla “yeni bir enerjinin enjekte edilmesi” zorunluluğu da ortada.

Bu yüzden, Orhan Pamuk’un İspanyol El Pais’e verdiği ve birçok doğruyu içeren demecinde söylediği gibi, “Türkiye’nin kalbini kıran” Avrupa’nın bu yolda devam etmesinin bir anlamı kalmadı. Türkiye’nin AB üyeliği de zaten bugünden yarına olacak bir iş değil.

Öte yandan, Türkiye üyelik müzakerelerini mucizevi bir şekilde yarın başarıyla tamamlayacak olsa bile, derin bir kriz içindeki AB’ye girmesi bu koşullarda zor. Kaldı ki, Avrupa istese bile, Türkiye’nin “hastalıklı” bir AB’ye girip sorun ithal etmek isteyeceği de şüpheli.

Özetle Türkiye’nin AB üyeliği ancak ve ancak iki taraf buna hazır olduğu zaman gerçekleşecek. Buna karşın Türkiye’nin üyelik perspektifine yeniden hız verilmesi, Avrupa ekonomisi için olduğu kadar, çağdaş ve modern toplumların “olmazsa olmaz” normlarının gelişmesi açısından Türkiye için de önemli. Onun için Hollande, Sarkozy’nin “Türkler gelirse mahvoluruz” vehminin ne denli anlamsız olduğunu halkına ne kadar çabuk anlatırsa iki taraf için de o kadar iyi olacaktır. Hollande’ın seçimi işte budur. Bunu yapıp yapamayacağını göreceğiz.

Milliyet / 16.05.12