Hassas Kantar (!) - Şükran Soner

  • Arşiv
  • |
  • Kategori yok
  • |
  • 17 Temmuz 2012
  • 04:41

Adaletin simgesi kantarın topuzu ile, doğru tartması, sağlıklı işlemesiyle hep sorunumuz oldu. Bugünlerde sıcak çarpmasından mı, kimi olumsuzluklar, haksızlıkların üst üste gelmesinden mi ne, sabrımız daha kolay tükeniyor, öfkemiz daha bir kolay taşkınlaşıyor. Tepkimiz, öfkemiz, duyarlık ya da duyarlığın tersine yansıması olan gerçeklerden korkarak kaçışlarımızda anormallikler normalmiş gibi yaşanıyor.

Başbakanımız dahil ilgili tüm bakanlar ile cumhurbaşkanımız, yargısız infaz boyutuna varmış uzun tutukluluklardan yakınırken; umut, demokratik açılım olarak pazarlanan iktidarlarının torba paketinden çıkarılan son dakika yasası ile cezaevlerinden ilk çıkanlar seri cinayetlerin pusu kurarak suç işlemiş tetikçileri olunca, tabii ki siyaseten sorumluluğu üstlenen aynı kişiler olmuyor. Dahası ortaya çıkan sonuçtan vicdanlarının sızladığını söyleyenler de bulunuyor.

Odatv davasından tutuklu gazetecilere yakın sitelerde, dün sitemden çok ince mizah eleştirisi tadında yapılmış değerlendirmelerde, terör örgütü ilişkisi üzerinden kişisel suçluluklarına ilişkin tek bir gerekçelendirme olmayan, hepsi de gazeteciliklerinden sorgulanmış, tutuklu yatan gazetecilerin tümünün bu paket yasa değişikliği sonrasında da serbest bırakılmamalarının sürpriz olmaması, çok ilginç, çarpıcı bir de bilgi notu, ilişkilendirmeyle açıklanıyordu.

Soner Yalçın’ın Susurluk sonrası yayımlanmış belgesel çalışmasında, TİP’lilerin pusu kurarak ölümlerinden sorumlu tetikçi katillerin, Susurluk çetesi, derin devlet bağlantıları, ayrıntıları ve kanıtlarıyla yeniden kamuoyu gündemine taşınmışken, bu tetikçilerin serbest kalmasında ek madde ile sihirli, özel formül üretilmişken, Soner Yalçın ve çalışma arkadaşları gazetecilerin aynı paket üzerinden ilk değerlendirmede serbest bırakılmalarına aynı eller, vicdanlar izin verebilirler miydi? Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı’nın habersiz olmaları beklenemez bu sihirli formülleri üreten “ruh”un, hele de geçmişe dayalı ilişkileri, bağları sorgulandığında çok çarpıcı eylem kardeşliği, kavga, dava birliğine de ulaşılabiliyor. Meraklılarına benden tek örnek; 1970’li yıllarda MTTB (Milli Türk Talebe Birliği) çatısı altında toplanmış Türk-İslam sentezci dernekler, üyeleri; kimileri baltalı-sopalı, kimileri silahlı baskınlarda rol almış tetikçileri bilenler şöyle bir isim saymaya başlasınlar...

***

Uzun dönemde yargısız infaz içerikli uzun tutuklulukları azaltmayı hedef aldığı söylenen torbadaki paket yasanın yürürlüğe girmesi ile TSK içinde halen görevli komutanların, üst düzey emekli subayların hemen serbest bırakılmaları doğru olur muydu? Siyaseten biraz daha geç çıksalar da, iktidarlarının başarı hanesine bir şeyler yazılabilir. Ama ağustos, terfi kararnameleri öncesinde toplu tahliyeler, TSK içindeki atamaları, dengeleri çok farklı değiştirebilir. Siyasi erk bir biçimde içeri atılmış, siyasetlerine karşı düşman ilan edilmiş görevli kadroların, TSK içinde, yasalar çerçevesinde görevlerinde yükselmelerine izin verebilir mi? Fiilen ordu içindeki tasviyeleri sağlandıktan sonra, mahkûm olmadan serbest kalırlarsa nasılsa “adalet işledi, hak yerini buldu” denebileceğine göre, biraz daha tutuklu kalmaları ile kıyamet kopacak değil ya?

İktidarlarının Suriye politikalarında büyük gaf, ülkemizin Cumhuriyet birikimleri ile dış politika, TSK gücünde geldiği gelişmişlik noktasının ayıplı tablosunda sukun, üzgünüz. Düşürülen ya da düşmüş, neyle, nasıl vurulduğu henüz çok belirsiz, resmi açıklamalarla arapsaçına dönmüş tablodan kimler sorumlu olmalı? Uçağımızın iki kaybımızla henüz bilinemeyen konumunda, TSK’deki darbecilik operasyonları suçlamasıyla, belki de “dindar ve kindar” içeriği ağır basabilecek operasyonların, uzman komutanlar tasfiyesinin payı olabilir mi? Üzerinden yazılan komplocu da olsa senaryolara, iktidarlarımız adına verilebilecek net, gerçekçi yanıtlarımız var mı?

***

Pazar sabahı Avcılar köprüsünün çöküşü, bir işçinin ölümü, yaralanmalar ile sonuçlanan kazayı şaşkınlıkla izliyordum. Bağışlayın ama kasıtsız, olabilir iş kazası olarak bakma lüksümüz yok. Vahim bir iş cinayetinin hesap vermesi gereken yönetici, siyasi sorumlularının pişkin açıklamalarına yüz kızartıcı bile diyemiyorum, kızaracak yüzleri olmadığı belli. Çünkü hafta geçmeden aynı alanda bir çökme yaşanmış, yolcular çukura düşmüş, yaralı olarak kurtarılmışlardı. Teknik, mühendislik olarak büyük sorumsuzlukların geçerli olduğu bir alanda çalışma devam ederken, sorumluluk üstlenmemek, ancak hesap verilmeyen kölelik düzenlerinde geçerli olabilir. Kamu sorumluluğunda bu boyutlarda kuralsızlık, kayıt dışılık, insan canına yönelik sorumsuzluk, olsa olsa diktatoryal iktidarlarda, hesap vermemeye alışkın, aşırı güven, pervasızlıklan beslenen, insanı, çalışanı, halkı yok sayan bir umursamazlık, en baştan en aşağıya doğru bir yönetim, yönetici alışkanlığına, hastalığına dönüşmüş olabilir...

Cumhuriyet / 17.07.12