Ekim Devrimi, Leninist Parti diyalektiği / R. U. Kurşun

  • Arşiv
  • |
  • Makaleler/Yazarlar
  • |
  • 03 Kasım 2012
  • 12:22

Geçtiğimiz yüzyıla damgasını vuran, yeni bir çağ açan, emperyalizm dönemine girmiş kapitalizmi zincirin en zayıf halkası olan Rusya’dan kıran Ekim Devrimi, aradan geçen 95 yıla rağmen ortaya çıkardığı sonuçlar ve ondan alınması gereken derslerle dimdik ayakta durmaktadır.

Emperyalizm dönemine girmesiyle beraber kapitalizmin derinleşen çelişkilerinin ortaya çıkarttığı nesnel durum, tam da bu çelişkilerin derinleşip yoğunlaştığı yer olan Rusya’da Ekim Devrimi’ne olanak tanımıştır.

Günümüzdeki dünya olaylarının seyri bu eşsiz tarihsel olayın deneyimlerini ve kazanımlarını çok yönlü olarak ele almayı gerektirmektedir. Bu ele alış, Ekim Devrimi’nde temel rol oynayan Bolşevik Parti’nin irdelenmesini öne çıkartmaktadır.

Ekim Devrimi’nin en temel kazanımlarından birisi, hatta en önemlisi, emek-sermaye çelişkisinin proleter devrimle taçlanmasını sağlayan işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyini geliştiren devrimci öncü güç olan Bolşevik Parti’dir.

Nesnel koşulların olgunlaşması ve öznenin rolü

Öncünün rolünü oynayabilmesi öncelikle nesnel koşullara ve devrimci durumun oluşmasına bağlı olmakla birlikte, öncünün bu sürece hazırlığı da bir o kadar belirleyicidir.

Lenin devrimci durumu tariflerken şu üç temel noktayı ortaya koyar:

Birincisi, “Egemen sınıflar için değişikliğe gitmeden egemenliği sürdürmek mümkün olmazsa”; ikincisi, “Baskı altındaki sınıfların sıkıntısı ve ihtiyacı, normalden daha öteye kadar ilerlemişse”; üçüncüsü “Yukarıdaki nedenlerin bir sonucu olarak, «barış zamanında» kendilerinin soyulmasına hiç ses çıkarmadan razı olan, ama sıkıntılı zamanlarda hem buhranın her türlü şartları, hem de bizzat «üst sınıflar» tarafından bağımsız tarihi eyleme itilen yığınların etkinliğinde önemli bir artış varsa.”

Tüm bunların üzerine, bu devrimci durumun kendisinin devrimin olması için yeterli olmadığını ekler. Tersinden hiç bir grup veya partinin devrimci durumu kendi özgücüyle yaratamayacağını, devrimci durum oluşmadan emek-sermaye çelişkisini devrimle taçlandıramayacağını ortaya koyar. Bu yüzdendir ki gelişecek devrimci süreçlere önden hazırlıklı olabilmek, işçi sınıfını iktidara yürütebilecek bir öncünün varlığıyla olanaklıdır. Bu bilinç açıklığı Lenin’i öncelikle tüm enerjisini devrimci öncünün yaratılmasına vermesini sağlamıştır.

“Bana bir devrimciler örgütü verin, Rusya’yı altüst ederim!”

1901 sonu, 1902 başında kaleme aldığı “Ne Yapmalı?” kitabını hazırlayarak RSDİP kongresine gelen Lenin, yılların, deneyimi ve pratiğinin ürünü olan örgüt modelini kongreye sunmuş, yaratılması için çaba sarf etmiştir. Örgüt tartışmalarındaki temel nokta olarak “ilk ve zorunlu pratik görevimizin, siyasal mücadeleye gerekli enerjiyi, oturmuşluğu ve sürekliliği sağlayabilecek olan bir devrimciler örgütünün yaratılması olduğu” gerçeğini saptamıştır. Bunu da “Bana bir devrimciler örgütü verin, Rusya’yı altüst ederim!” sözüyle ifade etmektedir.

“Marksizmi anlayamayanlar, (...) işçi sınıfı hareketinin yığınsal, kendiliğinden yükselişinin (...) bir devrimciler örgütü yaratma görevinden bizi kurtardığını düşünebilirler. Tersine, bu hareket, bu görevi bize yüklemektedir; çünkü mücadele güçlü bir devrimciler örgütü tarafından yönetilmediği sürece proletaryanın kendiliğinden mücadelesi hiç bir zaman onun gerçek “sınıf mücadelesi” haline gelmeyecektir.” diyerek proletaryanın gerçek sınıf mücadelesinde devrimci örgütün ne kadar önemli bir rol üstlendiğini ortaya koymaktadır. Devrimin neden Rusya’da başarıya ulaşmasına rağmen Avrupa’da ulaşamamasına dair ise Ekim 1918’de şunları söylüyordu; “Avrupa için en büyük talihsizlik, onun için en büyük tehlike, orada devrimci bir parti olmamasıdır. Scheidmannlar, Renaudeller, Hendersonlar, Webbler ve hempaları gibi hainlerin partileri, ya da Kautsky gibi uşak ruhlular var. Devrimci parti yok Avrupa’da. Gerçi yığınların güçlü bir devrimci hareketi bu yanlışı düzeltebilir, ama bu olgu büyük bir talihsizlik ve büyük bir tehlike olarak kalıyor.” Bu devrimciler örgütü, proletaryanın burjuvaziyle olan cengine öncülük edebilmek için öncelikle Marksist-Leninist teori üzerine kurulmuş, onu özümsemiş ve hayatla buluşturmayı başarmış olmalıdır. “Devrimci teori olmadan, devrimci pratik olmaz” sözüyle Lenin, teorinin önemini, devrimci örgütün yükselmesi gereken düşünsel zemini tariflemektedir.

“Devrimci teori, devrimci sınıf, devrimci örgüt!”

Ancak devrimci teorinin, bilimsel sosyalizmin hayatla buluşabilmesi toplumdaki karşılığı olan sınıfla buluşması anlamına gelmektedir. İşçi sınıfı bilimsel sosyalizmde “düşünsel silahlarını” bulurken bilimsel sosyalizmse işçi sınıfında maddi karşılığını bulmaktadır. Bilimsel sosyalizmi işçi sınıfıyla buluşturacak olan devrimci örgüt ise burada temel önemdedir. İşçi sınıfıyla et ve tırnak gibi birleşmiş, işçi sınıfı içersinde yer edinmiş, onun içerisinde konumlanmış, fabrikalar temelinde hücreler oluşturmuş, sadece teorisi ile değil, sınıf bileşeni ve sınıfsal karakteri ile bunu ortaya koyan bir devrimci parti sosyalizme giden yolu açabilir.

Çünkü üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılması, “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi”, özel mülkiyetin toplumsal mülkiyet haline gelebilmesi ancak işçi sınıfı öncülüğünde gerçekleştirilecek bir devrimle olanaklıdır. Zira işçi sınıfı“zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri” olmayan, yaşamak için emek-gücünü satmak zorunda olan mülksüzler sınıfıdır.

“Devrimci örgüt yaşamsaldır!”

Tüm bunlar Bolşevik Parti’nin üzerinde yükseldiği zemindir. Bilimsel sosyalizm ile işçi sınıfının birliğinde ifadesini bulan partinin sarsılmaz yapısı, temel taşlarıdır.

Bu örgüt, programı, hedefleri gereği düzen sınırları içine sığamayan, bir tercihin ürünü olarak değil, mücadelenin, tarihsel koşulların onu zorladığı bir durum olarak, “her şeyden önce ve esas olarak devrimci eylemi meslek edinmiş kişilerden oluşmalıdır. Böyle bir örgütün üyelerinin bu ortak özelliği karşısında, işçilerle aydınlar arasındaki ve hele ayrı ayrı meslekler arasındaki her türlü ayrım kesin olarak silinmelidir. Besbelli ki, bu örgüt, pek geniş tutulmamalı ve olabildiğince gizli olmalıdır.”

Ancak ve ancak bu konum onu düzenin darbeleri karşısında sarsılmaz kılar ve işçi sınıfının, yığınları harekete geçirebilecek gücü iradeyi göstermesini sağlar.

Burjuvazinin kendi sınıf egemenliğini kolayından bırakmayacağı, uğruna savaşacağı açıktır. Bu yüzden burjuvaziye karşı bu cengi yönetecek olan öncü her yerde aynı anda aynı şekilde davranabilecek şekilde merkezi, tüm bileşenlerinin ortak iradesini yansıtacak şekilde demokratik olabilmelidir.

Bu örgüt işçi sınıfın örgütüdür. Kolektif yaşamdan, proleter disipline, çıkarsız ilişkilerden, bireyciliğin zerresinin bulunmadığı, tek bir vücut gibi hareket edebilen, nefes alan bir örgüt olmalıdır.

Böylesi bir devrimci örgüt devrim mücadelesinin devamlılığı, zafere ulaştırılabilmesi açısından yaşamsaldır.

“Partiyi kazandık! Partiyle kazanacağız!”

İçerisinde bulunduğumuz tarihsel çağ, emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır. Bu, çağa genel karakterini veren bir olgudur. Gerici dönemler olduğu kadar, şu anda içerisinden geçmekte olduğumuz dönem gibi devrimlere gebe, krizler, bunalımlar ve savaşlar dönemleri de yaşanmaktadır.

Bugünün dünyasının gerçekliği, kapitalizmin yaşadığı yapısal bunalımın savaşlar doğurduğu, işçi-emekçi yığınların sokağa döküldüğü, halk ayaklanmalarının olduğudur. Bu nesnel durumun devrimler üretememesinin tek olmasa da en büyük nedeni bu çelişkiyi, bu bunalımı devrime çevirebilecek, işçi sınıfı ile bütünleşmiş öncü partilerin eksikliğidir. Geçtiğimiz yüzyılın başında Rusya’da olan ama Avrupa’da olmayan devrimci öncünün yokluğudur.

Bu gereklilik, bu topraklarda da karşımızda somut bir olgu olarak ve çağrı olarak durmaktadır. Dünya’da gelişen süreçlerin düğüm noktası olan Ortadoğu coğrafyasında ve tüm kriz dinamiklerinin orta yerinde duran Türkiye, krizleri, bunalımları, savaşları bugün-yarın yaşayacaktır.

Bu yüzden bu topraklarda 25 yıllık tarihe sahip olan, ilk ortaya çıkışından bugüne devrimci teoriyi bayrak edinmiş, tüm gücü ve olanakları ile işçi sınıfına yönelmiş, ilk ortaya çıkışıyla birlikte devrimci örgütü kurmayı önüne almış komünist hareketin çağrısına kulak vermeliyiz. Bizler devrime, işçi sınıfına öncülük edecek tarihsel araca sahibiz. “Partiyi kazandık! Partiyle kazanacağız!” şiarını bugün somutlayabilmek, en başta devrimci sınıf partisini güçlendirmeyi ve kitlelerle buluşturmayı gerektiriyor.

(Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak, 2 Kasım 2012, Sayı 10-43)