Direniş ve grevler işçi sınıfı mücadelesine aittir!

  • Arşiv
  • |
  • Sınıf Hareketi
  • |
  • Değerlendirme
  • |
  • 10 Kasım 2012
  • 14:59

Sendikal bürokrasinin çıkarlarına alet edilemez!


Kıdem tazminatı hakkının fona devir yoluyla gaspından grev yasaklarına, Ulusal İstihdam Stratejisi’nden TİS hakkının gaspına kadar bir dizi önemli saldırının hayata geçirilmek istendiği bir dönemden geçiyoruz.

Sınıfa dönük topyekûn savaş ilanı anlamına gelen bu saldırı başlıklarının kapıya dayandığı bir süreçte, işçi sınıfı hareketine büyük bir sessizlik hakim. Bu sessizliğin en büyük sorumlularından olan sendikal harekette ise tam anlamıyla dibe vurmuş bir tablo var.

İşçi sınıfının kan ve can bedeliyle sağladığı kazanımları savunmak şöyle dursun, patronların saldırılarını sessizlikle izleyen ve mücadele görevlerini geçiştiren sendikaların önemli bir kısmı ise yukarıdan aşağıya kadar bürokrasi batağına saplanmış durumda. Artık, var olan hakları korumak ve geliştirmek yerine koltuklarını sağlama alma derdine düşen sendika bürokratları, işçi sınıfının grev ve direniş gibi en temel silahlarını dahi kirli planlarına ve koltuk hesaplarına alet etmek istiyor.

Bu yolda, sol veya mücadeleci görünümler altında her türlü kirli operasyonun gerçekleştirilmesi, uğruna her yöntemin mubah görülmesi anlayışı birçok sendikada hayat buluyor. Bu öyle bir hal almış durumda ki, sadece merkez yönetimleri ve şubelerde değil, sendikal bürokrasi virüsü bugün fabrikalardaki işyeri temsilciliklerine ve üyelere kadar uzanmış durumda. Taban örgütlülüklerinden ve sendikal demokrasinin en basit ilkelerinden dahi yoksunluk, sendika bürokratlarının daha rahat at koşturmasını sağlıyor.

Bu içler acısı tabloda yaşanan son gelişmelerden biri de, Ankara’nın göbeğinde 78 gün süren ve Türkiye işçi sınıfının üzerindeki ölü toprağının atılması için önemli olanaklar sunan TEKEL direnişini ortada bırakan Tek Gıda-İş Sendikası’nda yaşanan kayıkçı kavgasıdır. İhanetçi Türk-İş yönetimine karşı “bayrak” açan ve kendisini muhalif ilan eden Tek Gıda-İş Sendikası’nda genel merkez ve Tek Gıda-İş Sendikası İstanbul Avrupa Yakası Şube yönetimleri arasında yaşanan çatışma incelemeye değerdir.

Uzunca bir süredir, özellikle sol kamuoyunda tartışılan ve bazı çevrelerin de genel merkez-şube yönetimi kutuplaşması üzerinden taraf olduğu ibretlik olaylar, işçi sınıfı hareketi açısından aşılması gereken bir dizi noktaya da ayna tutar cinstendir. Bu kavga, bir süre önce İstanbul Avrupa Yakası Şubesi’ne bağlı Haribo Şekerleri fabrikasındaki “işçisiz grev” ve Elit Çikolata’daki “direniş” süreciyle kendini göstermiştir.

Biri grev, diğeri direniş olarak adlandırılan her iki süreçte de genel merkez-şube yönetimleri arasındaki kapışma gün yüzüne çıkmıştır. Genel merkez yönetiminden koltuk isteyen şube yönetimini kirli ve anti-demokratik yöntemler ve ayak oyunlarıyla tasfiye etmek isteyen Tek Gıda-İş Genel Başkanı Mustafa Türkel ve ekibi, elindeki temsil gücünü, iktidarını sağlamlaştırmak için kullanmış ve patronlarla kurduğu kirli ilişkiler üzerinden sürdürdüğü saltanatının teşhir olmaması için her türlü yönteme başvurmuştur.

Genel merkeze muhalif olduğunu iddia eden Avrupa Yakası Şube Başkanı Muzaffer Dilek, genel merkez yönetimi tarafından tasfiye edilmesine karşı hukuki ve fiili olmak üzere birçok yola başvurmuştur. Kendilerine dikensiz bir gül bahçesi yaratmak isteyen Türkel ve ekibi işi, şube kongrelerini keyfi biçimde iptal etmekten kendine muhalif işyeri temsilcilerini görevden almaya, kağıt üzerinde TİS yetkisi almak için patronlarla imzaladığı ihanet protokollerine kadar birçok keyfi uygulamanın altına imza atmıştır. Bu kapsamda gelinen son nokta Elit Çikolata fabrikasındaki süreçtir.

Tek Gıda-İş Sendikası’nın 40 yıldır toplu sözleşme imzaladığı bu fabrikada, 96 yılından beri imzalanan sözleşmeye göre %100 üzerinden verilmesi gereken mesai ücretlerinin %50 üzerinden verilmesi ve bu anlaşmanın sendika-patron arasındaki gizli protokole göre yapılması, genel merkez-şube arasındaki kapışmanın fitilini ateşlemiş oldu.

Buraya kadar, yaşanan her şey tam da ihanetçi Tek Gıda-İş yönetiminin sendikacılık anlayışına uygun bir davranış çizgisi olurken genel merkeze muhalif olma adı altında şube yönetimi tarafından atılan adımlar da madalyonun diğer yüzünü anlatmaktadır.

Elit Çikolata işçilerinin yanı sıra Haribo işçilerinin de alet edildiği bu sürecin yankılarının, sendikanın örgütlü olduğu diğer işletmelere de yansıdığı su götürmez bir gerçektir. Haribo Şekerleri’ni üreten Pamir Gıda’da “örgütlü” Tek Gıda-İş Sendikası, 15 Ağustos’ta işçisiz bir “grev” başlatmıştı. TİS sürecinde, işçilerin Tek Gıda İş Sendikasından Öz Gıda İş sendikasına geçmesiyle birlikte yetkiyi kaybetmemek için grev sürecini başlatan Tek Gıda İş sendikası olmuştur. Fakat burada söz konusu olan, başta Haribo işçileri ve işçi sınıfının sınıf çıkarları değil, tamda alt-üst sendika bürokratlarının kendi ‘küçük’ çıkarlarıdır.

İşten atılan işçilerden Ersin Erdoğan ve Tek Gıda-İş Örgütlenme Uzmanı Remzi Kılıç, Tek Gıda İş’in marifetlerini gizleyerek şube yönetiminin maharetlerini kendileriyle yaptığımız röportajda ifade etmişlerdi. Yapılan röportajda ilk iddia, işveren temsilcilerinin ve şube başkanı Muzaffer Dilek’in de katıldığı toplantıda şube başkanı tarafından işçilerin Öz Gıda İş’e geçirilmiş olmasıdır. İkinci iddia ise şubeye ‘muhalif’ 4 işçinin de şube başkanı Muzaffer Dilek ve şube sekreteri Cemil Demir’in altında imzası olan bir belgeyle işten çıkarılmalarının önerilmesidir. Bir de madalyonun öteki yüzüne bakalım. İşçilerin, AKP yanlısı ve dolayısıyla patron yanlısı, sınıf düşmanı Öz Gıda İş’e geçirildiği toplantıda Muzaffer Dilek’in yer aldığı iddiasını bir tarafa bırakarak, iddia olarak hafızamızda tutalım. ‘İlerici sınıf sendikacısı’ olduğu ve ‘Elit işçilerinin haklarını savunduğu’ için tasfiye edildiğini iddia eden ‘demokrat’ sendikacı, şube başkanı Muzaffer Dilek’in altına imza attığı belgeye bir bakalım. Muzaffer Dilek’le yaptığımız görüşmede bu belgeyi sorduk, patronun bu işçileri işten atacağını kendisine bildirdiğini, kendisinin de atılması artık kesinleşmiş olan bu işçiler mağdur olmasın diye kıdem tazminatlarını talep ettiğini ifade ediyor. ‘Ben atılmalarını istemedim, atılacakları kesindi tazminatlarını talep ettim bu belgede’ dediği belgeyi inceleyelim. Muzaffer Dilek ve Cemil Demir Haribo işverenine şöyle diyor: “İş yerinde bazı rahatsızlıklar olduğu yönündeki tespitleriniz üzerine yaptığımız incelemede işçiler üzerinde bahsedildiği şekilde rahatsızlık ve huzursuzluk kaynaklandığı görülmüştür. Bu durum taraflarca karşılıklı toplu iş sözleşmeleri ile yıllardır tesis edilmiş iş barışını bozma amaçlıdır. İşlenen suç iş yeri ve yöneticileri hakkında asılsız şiaya çıkarmak, işçiler arasında huzursuzluğu teşvik etmektir. Bu nedenle, durumun değerlendirilmesi için 25.05.2012 günü disiplin kurulunun toplanması uygundur.

Not: Bu hükmün karşılığı her ne kadar kıdem tazminatı olmadan işten çıkışı gerektirse de bu üyelerimizin ekstra bir mağduriyet yaşamamaları için yapılacak disiplin kurulu toplantısında kıdem ve ihbar tazminatlarının ödenmesi hususunu da ayrıca rica ederiz. Gereği bilgilerinize arz ve rica ederiz.’

Şimdi sınıf sendikacılığının nasıl olmaması gerektiğini ibretlik bir örnekle, bir kez daha sınıfsal belleğimize kazıyalım. İlkin işçi sınıfının kazanılmış hakkını işverenden yazılı bir belgeyle talep ederek lütfetmişler. Kendi iddia ettiği gibi bu belgede sadece işten atılacağı kesinleşmiş işçilerin masumane tazminatlarını talep etmek olmuş olsaydı dahi sorardık: ‘bir sınıf sendikacısının işçilerin işten atılma durumunda yapacağı şey tazminatlarını vererek yollayın mağdur olmasınlar’ demek miymiş? Ancak belge çok daha fazlasını ifade ediyor. Ve bir kez daha soralım: ‘Sınıf sendikacısının görevi işverenle işçi arasında iş barışı sağlamak ve işverenin hakkında asılsız şiaya çıkarılıyor diyerek işvereni korumak mıdır?’.

Şimdi gelelim hafızamızda tuttuğumuz ve iddia olarak söylenen Haribo’da Öz Gıda İş’e işçilerin geçirildiği toplantıda işveren temsilcileri ile Muzaffer Dilek’in yan yana oturduğu söylemine. Bu bizim cephemizden şimdilik bir iddia olarak kalmaktadır ki Muzaffer Dilek’te bu duruma şiddetle karşı çıkmaktadır. Kendisine yönelttiğimiz ‘Öz Gıda İş’e geçeceğiniz söyleniyor’ sorusunu ‘neticede bir yerlerde mücadelemize devam edeceğiz, bunun neresi olduğu belli değil, bakacağız’ diye yanıtlıyor, Öz Gıda İş ile temasını saklı tutuyor. Ancak Muzaffer Dilek’in bir taraftan Elit fabrikasında Öz Gıda İş’e üyelik çalışması yürüttüğü bizim cephemizden biliniyor.

Aslında direnişi ziyarete gittiğimiz bir gün cümle arasında söylediği şu söz bütün durumu özetliyor;‘eskiden biz Mustafa Türkel’le çok iyiydik aslında’. ‘Sınıf sendikacısı’, tescilli ihanetçilerle eskiden arasının çok iyi olduğunu ifade ediyor. Bir kez daha soruyoruz ‘ Düne kadar demokrat, ilerici değildiniz de sonradan mı bu yetileri kazandınız, yoksa üst kademe bürokrasi ile alt kademe bürokrasinin kendi çıkar savaşı mı boy gösterdi? Tek Gıda İş yönetiminin ‘ilerici sınıftan yana sendikacı olduğu’ için tasfiye ettiği birine nasıl oluyor da Öz Gıda İş gibi tescilli patron yanlısı bir sendika kucak açıyor, hem de hiçbir sorun yaşamadan? Tüm yaşanılanlar ikinci durumu yani bürokrasinin rant savaşı olduğu gerçeğini berrak bir şekilde açığa çıkarıyor.

Sendikal bürokrasi, tıpkı düzen partilerinin düzen içi dalaşında olduğu gibi belgeleriyle bir birinin icraatlarını ortaya koyuyor, ama bürokrasinin ana gövdesine zarar vermeden. Bunu da yaparken hiçbir kirli yöntemi kullanmaktan geri durmuyor. Hakları çalınmış Elit işçileri ile Haribo işçilerinin yanındaymış gibi durarak ve onların üzerine basarak kayıkçı kavgasını sürdürüyor.

Tüm bu kirli oyunlar karşısında başta sınıf devrimcilerinin, tüm ilerici-devrimci güçlerin ve işçi sınıfının önünde temel bir sorumluluk duruyor. Sınıfın taban örgütlülüklerinde bir araya gelerek bürokrasiye ve onu üreten ve büyüten sömürü düzenine karşı örgütlü, kendi iradesini eline alan bir sınıf hareketi yaratmak. Elit işçilerinin ve Haribo işçilerinin de üzerinde oynanan bu kirli oyunları püskürtmenin tek yolu buradan geçiyor.

Esenyurt BDSP