Çin’in hegemonya atakları, ABD’nin kuşatma stratejisi... - Volkan Yaraşır

  • Arşiv
  • |
  • Volkan Yaraşır
  • |
  • 21 Şubat 2013
  • 00:01

Büyük kapışma alanı: Asya-Pasifik

Asya-Pasifik, 21. yüzyılın hegemonya savaşlarında merkezi bir rol oynayacak.

Bölge kapitalist gelişmeyi son derece hızlı yaşadı. Asya-Pasifik II. Paylaşım Savaşı’ndan sonra dünya üretimindeki payı %5’e yaklaşıyordu. 1990’larda ise bu oran 5 kat arttı ve %25’lere yükseldi. Aynı dönem dünya üretimindeki payı ABD’ye ulaştı.

Asya-Pasifik, ABD ve İngiltere’nin yarım asırda gösterdiği gelişme düzeyine 10 yıl gibi kısa bir zamanda ulaştı. Ve dünya ekonomisinin merkezlerinden biri oldu.

*1980-1990 arasında bölgeye sermaye ihracı 6 kat arttı. 1990’dan sonra Asya-Pasifik’e doğrudan sermaye yatırımı önemli oranda yükseliş gösterdi. Bölge ekonomik bir çekim merkezine dönüştü. Çin ve Japonya Asya-Pasifik’in en önemli güç odağı olarak dikkat çekiyor. Özellikle Çin bölgenin ana kutbu olarak öne çıktı.

Japonya’nın 1990’lı yılların ortalarından başlayarak içine girdiği “sürekli-uzun” resesyon hali ve zombi bankacılık krizinin sarsıntıları, Çin’in bölgesel ataklarını pekiştirmesine ve Japonya’nın hegemonyasını kıran, daraltan gelişmelere yol açtı. Çin bu gücünü yalnızca Asya-Pasifik’te değil küresel düzeyde de yansıtmaya başladı. Kapitalist gelişme dinamiklerinin bir düzeyde yönelimini belirledi. Hatta sistemin en önemli merkezlerinden birine dönüştü.

Küresel Doğu’nun merkezi: Çin

Çin 20. yüzyılın son çeyreğinden başlayarak hızla yükselen emperyal bir kutup haline geldi. Kapitalist sistemin “eşitsiz, birleşik gelişim yasası” Pekin’i giderek öne çıkardı. Batı merkezli kapitalist gelişim ve dinamik, aynı tarihsel dönemde doğuya kaydı. Çin muazzam bir kapitalist büyüme ile ve küresel finans kapitalin ana üslerinden biri olarak öne çıktı. Dünya’nın atölyesi haline geldi.

1970’lerin ortalarından itibaren kapitalist entegrasyon sürecine giren Çin, 1980’li yıllarda “Pazar ekonomisine” yönelerek, olağanüstü bir büyüme yaşadı.

1989 yılı Çin için kritik bir yıl oldu. Tiannemman olayları bu momenti simgeledi. 1990’larda Çin’de kapitalist entegrasyon derinleşti. Çin bu dönemde devasa bir gelişme kaydetti. Hong Kong’un 1997’de Çin ile yeniden birleşmesi küresel finans kapitalin Çin’e yönelmesini sağladı. Küresel finans kapital Çin’de yoğun yatırımlar yapmaya başladı.

1990’lı yıllar, “küreselleşme” adı verilen süreç kapitalizmin yeniden yapılanmasını ya da yeni sermaye birikim rejiminin inşasını beraberinde getirdi. Küreselleşmenin yarattığı dalgalarla finans kapital, ucuz emek rezervi olarak gördüğü Çin’e yoğun bir şekilde yöneldi. Bu yöneliş radikal bir içerikte gelişti. 1980’lerde mikro fabrika ya da atölyelerde ucuz emeğe ve yoğun sömürüye dayalı üretim yapan, ağırlıkta tekstil, ayakkabı ve parça imalatı üreten ve küresel pazarla bu eksende bütünleşen bir sanayi yapısına sahip olan Çin, 1990’larda önemli yapısal değişimler yaşadı. Ya da daha önceki sanayi yapısı modifiye edilerek özellikle Avrupa’nın ve ABD’nin tüketim ürünleri ve elektronik eşya üreten yapıya dönüştü. Şanghay ve Hong Kong bu değişimin merkezleri oldu. Bu kentler atölye megapoller olarak öne çıktı.

Özellikle 2000’li yıllar Çin’in emperyal vizyonunu genişletmesini beraberinde getirdi. Çin küresel kapitalizmin atardamarlarından biri olarak dikkat çekti. Ekonomik ve nüfuz alanlarını küresel düzeyde ve son derece etkili bir şekilde genişletti.

Bu süreç bir yanıyla da Çin’in bir işçi cehennemine dönüşme süreci olarak biçimlendi. Dünyanın atölyesi haline gelen Çin, 2008’lere kadar “istikrarlı” bir gelişme trendi göstererek %10’a yakın büyüme gerçekleştirdi.

Kapitalizmin yapısal krizinin 2008’den sonra uluslararası boyutta dışa vurumu ve yıkıcı etkileri Çin’in ekonomik büyümesinde nispi bir küçülmeye yol açtı. Büyüme trendi %8’e indi.

Bugün açısından Çin dünyanın 2. büyük ekonomisi. 2020 yılında Çin’in dünyanın en büyük ekonomik gücü haline gelmesi bekleniyor.

ABD ekonomisi 1980’in başında Çin’den 15 kat daha fazla bir büyüklüğe sahipti, son 30 yıl içinde Çin ekonomisi muazzam bir performans gösterdi. Yakın dönemde Çin’in ABD’yi geçmesi bekleniyor.

Çin aynı zamanda dünyanın en büyük ihracatçısı konumuna geldi. Stratejik sanayi dallarından biri olan çelik sanayinde son derece önemli gelişmeler gösterdi. Bugün Çin dünya demir çelik üretiminin yarısını gerçekleştiriyor. Çin bunun yanında tekstil, oyuncak, elektronik, motorlu taşıt üretiminde dünyanın ilk sırasında yer alıyor.

Çin 2000’li yıllara kadar dünyanın atölyesi ve ucuz emek rezervi olarak dikkat çekiyordu. Son 10 yıllık dönemde yaptığı hamlelerle uluslararası iş bölümünde yeni konumlanış içine girdi. Çin dünyanın atölyesi olma konumunu kaybetmeden sermaye ve teknoloji yoğun sektörlere ağırlık verdi. Nano-teknoloji, uzay ve bilişim sektöründe önemli merhaleler kaydetti. Dünya piyasalarında etkin bir yere ulaştı.

Çin ekonomisinin 1980’den günümüze yani 30-35 yıllık bir dönemde, 7 kat daha fazla büyüdüğü açıklandı. Kısa zamanda bu olağanüstü büyüme işçi sınıfının ağır, yoğun ve şiddetli sömürüsü üzerinden gerçekleşti.

Çin’in sınıfsal ve sosyal yapısında önemli değişimlere yol açan yıkıcı ve tahrip edici kapitalist restorasyon-entegrasyon süreci sonucunda, Çin’de 50 milyon’a yakın üst-orta sınıf bir tabaka oluştu.

Bu tablonun başka bir yüzü ise yoğun işsizlik ve kırın çökertilmesi oldu. Ayrıca nispi ve mutlak artı değer sömürüsünün en konsantre biçimi olarak uygulanan, konfüçyanizmin sebat, riayet ve çalışma motivasyonunun tutkal olarak kullanıldığı çalışma rejimi inşa edildi. Çin çalışma rejimi ile işçi sınıfı vahşi bir sömürüye maruz bırakıldı. Çalışma rejimi ile işçi sınıfına ontolojik bir saldırı gerçekleştirildi. Sınıfın atomizasyonu ve amorfe olması yönünde sistemli politikalar izlendi.

Bugün Çin’de yaklaşık çeyrek milyar insan 1 doların altında bir gelirle yaşamını sürdürüyor. Bir işçinin haftalık çalışma saati 100 saati buluyor. Haftada 6 gün çalışma standart bir uygulama haline geldi. Son derece kompleks bir sömürüye tabi tutulan işçi sınıfının teknik ve beceri isteyen işler de dahil olmak üzere saat ücreti ortalama 50 cent ile, 1,5 dolar arasında değişiyor.

Modern “Auschwitz’ler” olarak tasarlanan fabrikalarda çalışan ve “yaşayan” işçiler cehennemi bir hayat sürüyor. Küresel finans kapital maksimum kar güdüsüyle ve büyük bir açlıkla bu çalışma kamplarında dünyanın önde gelen markalarını üretiyor.

Çin hızla yükselen emperyalist bir güç olarak nüfuzunu ve hegemonyasını yayması ve derinleştirmesi, bir dizi jeo-politik faktörün devreye girmesine yol açtı.

Kapitalizmin yapısal krizinin yarattığı yüksek konjonktür, emperyal özneler arasındaki çelişkileri şiddetlendirdi.

Kapitalizmin yapısal krizi, bir başka bağlamda hegemonya krizi olarak okunabilir. 11 Eylül konsepti, ABD’nin imparatorluk projesine hizmet etti. ABD imparatorluk ya da “Yeni Roma” olma hamleleri yaparak, aşınmış hegemonyasını restore etmeye çalıştı.

Bir savaş makinesi konumuyla Irak ve Afganistan’ın işgali bu yönde atılmış bir adımdı. Ama bu hamleler başarısızlıkla sonuçlandı. Hatta ABD Ortadoğu’da kilitlendi ve bloke oldu.

Bu gelişmeleri 2008’de küresel olarak dışa vuran kapitalizmin yapısal krizinin açtığı yüksek konjonktür takip etti.

Hegemonya krizini şiddetlendiren ya da yoğunlaştıran yeni süreç, Çin ile ABD arasındaki gerilimi arttırdı.

ABD, Çin’in küresel düzeyde ekonomik ve nüfuz alanı yaratma ataklarına özellikle askeri operasyonlarla ve müdahalelerle yanıt verdi ve nüfuz alanlarını korumaya çalıştı. Yakın süreçte özellikle Afrika merkezli ABD’nin askeri operasyonları kaynak savaşlarının bir yansıması oldu. Bu adımlar aynı zamanda Çin’i bloke etme, etkisizleştirme ve nüfuz alanlarını kırma hamleleriydi.

2012 yılının başında H. Clinton ve ABD Savunma Bakanı Panetta yeni jeo-politik yönelim olarak Asya-Pasifik’i işaret etti. Yeni jeo-politik bu savaşın bir devamıydı.

ABD yeni jeo-politiğe uygun olarak sistematik, kompleks ve çok boyutlu politikaları hayata geçirdi. Özelde Rusya’yı güneyden kuşatmayı, Çin’i ise hem batı, hem de Pasifikten kuşatmayı hedefleyen yeni konsept bugün hayata geçiriliyor. 21. Yüzyılın hegemonya savaşlarının yeni biçimlenişi olan bu gelişmeyle, Rusya’nın küresel enerji santrali olma rolü kontrol altına alınmaya, Çin’in emperyal atakları bloke edilmeye, nüfuz ve ekonomik alanları kırılmaya çalışılıyor. Çin kontrol edilebilir, ikincil bir emperyal güç konumuna getirilmek isteniyor.

ABD bu hamlelerle aşınmış hegemonyasını yeniden restore etmeye çalışıyor.

ABD muazzam savaş makinesi olarak bütün gücüyle devreye giriyor.

 “Yeni Roma’nın” elinde büyük savaş aygıtından başka bir şey yok.

Asya-Pasifik’in yeniden dizaynı

ABD’nin hegemonik “üstünlüğünü” sürdürebilmesi için özellikle Çin’i kontrol altında tutması gerekiyor. ABD jeo-stratejik yönelimini bu amaçla Asya Pasifik olarak belirledi.

Çin bugün kapitalist dünyanın en önemli aktörlerinden biri. Kapitalist entegrasyonun ulaştığı boyut ve derinliğe bağlı olarak Çin’e yönelik bir ekonomik blokaj, kapitalist sistemi bloke edecek niteliktedir. Bu aynı zamanda ABD ve Batı Avrupa ekonomilerinin en büyük tedarikçisini kaybetmesi manasına gelecektir. Çin’in ABD’de önemli yatırımları, ABD ve Almanya başta olmak üzere AB’nin Çin’de son derece önemli yatırımları var. Bu entegrasyon derinliği ve iç içe geçmişlik hali sistemi tıkayacak ya da senkronize negatif sonuçlar yaratacak boyuttadır. Bir anlamda Çin’e yönelik her hamle küresel düzeyde kapitalist sistemi işlemez hale getirecek boyutları içinde taşıyor.

ABD bu durumun farkında olarak ikili bir strateji ile hareket ediyor. Stratejik adımlarını da bu yönde atıyor. ABD bir yandan Çin’i kapsamayı, hamle ve ataklarını kontrol etmeyi, öte yandan Çin’i sınırlamayı hedefliyor. 

ABD en başta Asya-Pasifik’teki doğal gaz ve petrol yataklarını denetimi altına alarak, Çin’in ekonomik ve nüfuz alanlarını daraltacak hamleler yapıyor. Ayrıca Çin kapitalizminin ve muazzam ekonomik büyümesinin yakıcı ihtiyaç duyduğu enerjiyi kontrolünde tutmayı, Çin’in enerji yollarını denetlemeyi ve gereğinde kesmeyi amaçlıyor. Bu yönde yeni jeo-politik düzenlemeler ve ataklar yapıyor.

Kompleks bir özelliğe sahip Çin’in kuşatılma stratejisinin bir diğer ayağı ise soğuk savaş taktikleri olarak dikkat çekiyor.

Obama, ikinci kez başkanlık seçimlerini kazanmasından sonra ilk resmi ziyaretini Asya-Pasifik ülkelerine yaptı. Çin’in kuşatılma stratejisinin bir uzantısı olan bu ziyaretle özellikle Çin’in nüfuzundaki ülkelerle temaslar kuruldu. Çin’in müttefikleri olan Myanmar ve Kamboçya’yla özel görüşmeler yapıldı. Bu ülkelerle piyasa ekonomisinin hızla geliştirilmesi yönünde bir dizi anlaşma imzalandı. ABD bu politikalarla Çin’in etkisini frenlemeyi hedefliyor. Asya Ülkeleri Birliği-Asean toplantısında benzer adımlar atıldı.

ABD’nin Japonya, Güney Kore, Tayland, Filipinler ve Avusturalya ile bölgesel ittifak anlaşmaları var. Ayrıca Hindistan, Singapur ve Endonezya ile ortaklık anlaşmaları imzaladı. ABD ittifaklarıyla Çin’i bir yandan Asya, öte yandan Pasifik eksenli kuşatma stratejisi izliyor. Bu yönde Japonya, Güney Kore, Tayvan, Filipinler, Bangladeş, Avustralya’da askeri gücünü arttırdı. Yeni üsler inşa etti. Avustralya ile yapılan askeri anlaşmalar sonucu 2500 ABD askeri bu ülkeye yollandı. Bangladeş’te yeni askeri üs kurdu. Filipinlerle yeni anlaşmalar yaptı. Japonya’da füze kalkanı kurulması yönünde adımlar attı. Aynı zamanda Çin’in yakın kuşatılmasında rol alacak ittifak ülkelerinde ABD karşıtlarının engellenmesi ve gereğinde devrilmesi yönünde operasyonlar yapılmaya başlandı. Kuşatmanın ikinci çeperinde rol alan Singapur, Endonezya, Avustralya, Yeni Zelanda gibi ülkelerde ise ABD Askeri birlikleri konuşlandırıldı. Ayrıca ABD 2011 yılında bölgedeki ittifaklarıyla 172 askeri tatbikat yaptı. Pentagon bunun yanında özel operasyonlar için “seçkin” birliklerini Endonezya, Bangladeş, Kamboçya’ya yolladı. Bu birlikler Orta Doğu’da, Libya başta olmak üzere Kuzey Afrika’da bir dizi operasyon yaptı. Batı ve Kuzey Afrika’da, Orta Doğu’da faaliyet yürüten bu birlikler bir dizi Asya ülkesine yollandı.

ABD Savunma Bakanı Panetta 2020 yılına kadar deniz kuvvetlerinin %60’ının Asya-Pasifik’te konuşlanacağını açıkladı.

Bu yönde Çin’in 450 mil güneyinde Vietnam’a ait Cam Ranh Limanı’nın kullanılması için girişimlerde bulunuldu. Cam Ranh Limanı’nın büyük tonajlı gemilerin demirlemesine uygun bir özelliği var. ABD-Vietnam Savaşı’nda, bu liman ABD savaş gemilerinin ana üssü olarak kullanılmıştı.  Pentagon Cam Ranh’ı Asya-Pasifik askeri operasyonlarının merkezi olarak kullanmak istiyor. Özelikle deniz yollarının kontrolünde işlevlendirilecek üs, Pasifik’te stratejik önem taşıyacak.

ABD Çin’in enerji transferi için kullandığı, son derece kritik bir bölge olan Malezya Yarım Adası ile Endonezya’ya bağlı Sumatra Adası’ndaki 805 km. uzunluğundaki Malakka Boğazını kontrol etmeyi stratejik önem veriyor.

Bu bölge Çin’in ihtiyaç duyduğu ham petrolün taşındığı ana güzergâhtır. Boğazın kapatılması Çin ekonomisinin kısa zamanda felç olması anlamına gelecektir. Boğazın kapatılması ise ABD deniz kuvvetleri için son derece kolay bir operasyondur.

Kapitalizmin yapısal krizinden şiddetle etkilenen ABD, ciddi ekonomik sorunlar yaşıyor. ABD’nin bütçe sıkıntıları var ve mali uçurum riski içinde. Ayrıca yüksek borç stoku ekonomiyi zorluyor. Bu faktörlerden dolayı Obama iktidarı, askeri harcamalarda indirime gitme kararı aldı. Bu karar deniz kuvvetlerini etkileyemeyecektir. Öte yandan ABD küresel düzeyde muazzam askeri güç üstünlüğünü koruyor.

ABD, Çin kapitalizmi için yaşamsal önemi olan deniz yoluyla enerji transferini denetlemeyi, gereğinde engellemeyi amaçlıyor.

ABD deniz kuvvetlerini Pasifik’te yoğunlaştırarak, Çin’in bir deniz gücü olmasını engellemek istiyor. ABD aralarındaki çelişkiye rağmen kuşatmanın gücünü ve etkisini arttırmak için Rusya ile temaslarda bulunuyor. Hindistan’la stratejik ittifak kurmak için adımlar atıyor.

Bu süreç Çin ve ABD arasında ilişkilerin giderek gerginleşmesine ve sertleşmesine yol açtı.

Çin’den kontr hamleler

Çin ABD’nin hamlelerine ve ataklarına, karşı hamle ve ataklarla yanıt veriyor.

Çin küresel düzeydeki ekonomik hamleleri yanında, askeri alanda da önemli hamleler yapıyor. Özellikle enerji transferi için kullanılan deniz yollarının korunması için askeri olarak yeniden yapılanma içine girdi. Ayrıca Türkiye-Çin hızlı tren projesi, Avrupa-Çin transit demiryollarının kurulması gibi alternatif enerji nakil yolları kurmaya çalışıyor. Bu yönde ciddi temaslarda bulunuyor.

ABD’nin bir dizi deniz hukuku sözleşmelerini imzalamaması karşısında, yeni ittifak ve ortaklıklarla inisiyatif geliştiriyor. Ayrıca Çin, Deniz Kuvvetlerini hızla modernize ederek mobilizasyonu ve etki gücünü arttırıyor. Çin Pasifikte etkili ve tesir gücü yüksek bir deniz gücüne dönüşüyor. Bu yönde Çin ilk uçak gemisini yaptı.

Çin çok yönlü askeri ataklar için uzay çalışmalarına hız verdi ve uzay programında önemli gelişmeler kaydetti.

Uzaya gönderilen son derece kompleks özellikli askeri uydularla ABD’nin Asya-Pasifik’teki hareketlerini izleme olanağı kazandı. Bu durum ABD’nin Asya-Pasifik’teki hareket kabiliyetini kısıtlayıcı bir faktördür. Aynı süreçte Çin, ilk insansız uçağı, insansız helikopteri ve “beşinci nesil” diye tanımlanan savaş uçaklarını üretti.

Çin uzaydan yapılacak keşif ve izlemeyle, yeni nesil savaş güçleriyle ve balistik füzelerle ABD Deniz kuvvetlerini etkisizleştirme olanağı kazandı. Örneğin Dongfeng 21D adı verilen savaş gemilerine karşı kullanılan balistik füzeler bu amaçla üretildi.

Bunun yanında ABD’nin Rusya ile temaslarını etkisizleştirmek amacıyla, Rusya ile özel ilişkiler geliştiriyor. Çin Rusya ile ortak tatbikatlar yaparak Asya-Pasifik’teki gücünü ortaya koyuyor. Bir emperyal bloklaşma olan Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), Rusya ve Çin’in “kolektif” emperyal politikalarına ve hedeflerine hizmet ediyor. ŞİÖ’nün varlığı ABD’nin kuşatma stratejilerini engelleyici bir başka faktör olarak önem taşıyor. Ayrıca Hindistan’ın ŞİÖ’ye özel statülü bir ülke olarak katılması ABD’nin Hindistan eksenli hamlelerini en azından bozucu bir faktör olarak değerlendirilebilir.

ABD Çin’in bu hamleleri karşısında, özellikle “renkli devrimler” deneyimlerinden ve “uzun” soğuk savaş pratiğinden yararlanarak Çin’i de-stabilize edici ve ekonomik olarak kilitlenmesine yol açacak taktikleri gündeme getiriyor.

ABD Dünya Uygur Kurultayı’nı toplaması, bu yöndeki pratiklerden biridir. ABD Çin’in Uygur Bölgesi’ndeki sorunları tetikleyerek, bölgedeki etnik sorunları alevlendirmeyi hedefliyor. Çin’in Tibet ve Uygur Bölgesi’nde oluşabilecek de-stabilize ortamla, uzun vadede bir “renkli devrim pratiği” yaratmaya çalışıyor. Uygur Bölgesi’nde daha önce yaşanan isyan coğrafyanın patlamalara ve manipülasyona açıklığını ortaya koyuyor.

Bunun yanında soğuk savaş döneminde, SSCB’ye uygulanan sürekli silahlanma yarışına sokma taktiğini, Çin’i çepeçevre kuşatarak Çin’e karşı da uygulamaya çalışıyor. Ekonomik kaynakların sistemli heba edilmesiyle Çin ekonomisinin uzun vadede iflası ya da büyümesinin engellenmesi amaçlanıyor. ABD Çin’e yönelik “yeni” soğuk savaş taktiklerinin ne kadar etkili olacağı orta vadeli bir süreçte daha da netleşecektir.

Kapitalizmin yapısal krizi önümüzdeki 10-15 hatta 25 yıllık bir kesiti sarsacak bir mahiyettedir. Bu süreç birçok gelgitlere ve altüst oluşlara gebe bir süreçtir.

Çin’in yaşayacağı ağır problemler, Çin’in küresel düzeydeki rolü düşünüldüğünde ciddi paradoksal sonuçlar yaratması kaçınılmazdır. Özellikle bu sonuçların yapısal kriz koşullarında şiddetli ve yıkıcı olması yüksek bir ihtimaldir. Kapitalist entegrasyonun derinlik düzeyi Çin’de yaşanacak problemlerin hızla küresel problemlere dönüşmesini beraberinde getirecektir. Çin’de bir kelebeğin kanat çırpışı, gerçek anlamda ABD’de fırtınaya yol açabilecek bir sürecin içindeyiz.

Çin bir yandan askeri ataklarla ABD’yi boşa düşürmeye çalışırken, küresel düzeyde ekonomik nüfuzunu arttırmaya çalışıyor. ABD’nin de-stabilizasyon ve yeni soğuk savaş taktiklerini boşa çıkartmak için önlemler alıyor.

İçinden geçtiğimiz yüksek konjonktürde emperyal özneler arasında hegemonya savaşları şiddetleniyor. ABD ve Çin arasındaki gerilim artıyor.

Asya-Pasifik önümüzdeki dönem en sert hegemonya savaşlarına sahne olacaktır. Hegemonya krizinin odak coğrafyası Asya-Pasifik’tir. Hegemonya savaşlarının bir başka boyutu kapitalist dünya sisteminin batı merkezli düzeninin korunabilmesidir. Öte yandan 21. yüzyıl küresel doğunun yani Çin’in yüzyılına dönüşebilir.

 *ABD’nin Asya-Pasifik Bölgesine 1990’ların ortalarından sonra doğrudan yatırımları hızla arttı. Yine aynı yıllarda Almanya bölgeye yöneldi. Bölgede Japonya ciddi bir ekonomik nüfuza sahiptir. Asya-Pasifik’teki gelişmeler ve emperyal güç odaklarının ekonomik ve siyasal yönelimleri hakkında daha geniş bilgi için bakınız Volkan Yaraşır, İmparatorluğun Yeni Av Sahaları; Mephisto Yay., 2005.