Chomsky: “İşgal Et Hareketi” iş dünyasının hayallerini yıktı

  • Arşiv
  • |
  • Sosyal mücadele
  • |
  • Çeviri
  • |
  • 10 Mayıs 2012
  • 12:36

Noam CHOMSKY /Joshua Holland

İş dünyasının arzuladığı toplumsal birim siz ve televizyonunuz, ya da siz ve bilgisayar ekranınız türünden çiftlerden oluşur. Bu dünya çok ciddi bir şekilde İşgal Hareketi tarafından yıkıldı. İşbirliği, dayanışma, karşılıklı destek, demokratik katılım gibi olasılıkların belirmesi bile insanlara esin kaynağı olması gereken bir model oluşturdu.

İş dünyasının arzuladığı dünya İşgal Hareketi tarafından yıkıldı.

Geçen sene İşgal Hareketi ülke çapında çeşitli şehir ve kasabalarda kendiliğinden ortaya çıktı, söylemi radikal bir şekilde değiştirdi ve meydan okuyan popülizmi ile ekonomiye yön veren seçkinleri sarstı. Bu, Noam Chomsky’ye göre “otuz yıllık sınıf savaşına karşı ilk önemli kamu tepkisi” idi. Chomsky, İşgal Et adlı yeni kitabında sıradan insanları protestoya sürükleyen merkezi önemdeki meseleleri, sorunları ve talepleri ele alıyor. Bu noktaya nasıl geldik? Parayı politikanın içinden nasıl ayıklayabiliriz? Gerçekten demokratik bir seçim nasıl olacak? Joshua Holland, Chomsky’ye yeni kitabını, medyada yaşanan değişimleri, İşgal Hareketi’ni ve Arap Baharı’nı sordu.

İlk önce politik söylemimizi biçimlendiren bazı trendler ile ilgili bir soru sormak istiyorum. Kitaplarınızın çoğunu okudum ve belki de en çok etkilendiğim kitap Rızanın İmalatı oldu. Bu kitabın yazarlarından biri idiniz ve o zamandan beri bazı büyük değişikliklere tanık olduk. Anaakım medya daha da pekişti ve bir noktada diğer medya biçimlerinin çoğalmasına tanık olduk. Şimdi bazı alternatif medya kanallarımız var. AlterNet gibi online kanallar var, sosyal medya var. Bu trendlere bakarsak, kabul edilebilir söylemin kapsamının genişlediğini mi yoksa daha da daraldığını mı düşünüyorsunuz?

- Aslında Edward Herman ve ben bu kitabın ikinci edisyonunu on yıl kadar önce yeni bir uzun giriş bölümü yazarak yayınladık. O zaman çok da fazla bir şeyin değişmediğini düşünüyorduk. Ancak şimdi yeni bir edisyon yayınlayacak olursak, kuşkusuz ki söz ettiğiniz şeyleri gündeme getirmek isteyeceğiz. Hatırlayın, yalnızca anaakım medyadan söz ediyorduk. Anaakım medya için aşağı yukarı aynı analiz geçerlidir. Ancak yine de anaakım medya içinde, diyelim ki 1960’lardan beri bir genişleme ve açılma olduğu hissiyatındayım. Bu gelişme, algıları ve tavırları değiştiren ve ülkeyi pek çok açıdan medenileştiren 1960’ların aktivizminin bir sonucudur. Bugün serbestçe konuşulan konular elli yıl önce görünmezdi, görünür olsalar bile bunlar hakkında konuşulmazdı.

Dahası pek çok gazeteci, formasyonlarını 60’ların ve sonrasının aktivizmi içinde edinmiş insanlardır. Bunlar uzun süredir meydana gelen değişimlerdir. Alternatif medyaya gelince, daha önce var olmayan geniş bir seçenekler yelpazesini bize sunmaktadır. Buna yabancı basına erişim de dahildir. Diğer yandan internete girmek sanki Kongre Kütüphanesi’ne girivermek gibi. Orada her şey var, ancak nereye bakmanız gerektiğini bilmeniz gerek. Eğer nereye bakacağınızı bilmiyorsanız, sanki kütüphaneniz yokmuş gibi olur. Yani mesela biyolog olmaya karar vermek için Harvard Üniversitesi’nin biyoloji kütüphanesine gitmek yeterli değildir. Anlamak için bir çerçevenizin, neyin önemli neyin önemsiz, neyin anlamlı neyin anlamsız olduğuna dair bir kavrayışınızın olması lazım. Bu çerçeve tabii ki uyarlanabilir olmayan katı bir çerçeve olamaz, ama en azından bir tür çerçevenizin olması gerekir.

Ne yazık ki böyle bir çerçeve pek ender bulunur. Örneğin İşgal Hareketi’nde gördüğümüz gibi nüfusun önemli bir kısmını etkileşim ve değiş tokuş içine sokmayan bir aktivist hareket yoksa insanların çoğu internet ile karşılaştıklarında kendilerini açık denizdeymiş gibi hisseder. Yani belli bir değere ve öneme sahip şeyler bulabilirsiniz, ancak bunları aramanız gerektiğini bilmeniz gerekir ve bunları etraflarını saran bir sürü döküntüden söküp ayırmaya olanak tanıyacak bir analiz ve kavrayış çerçevesine sahip olmanız gerekir.

Yani sapla samanı ayırmak lazım.

- Aynen öyle. Bunun için örgütlü bir aktivizm gerekir. Bu, diğer insanlarla birlikte yapmanız gereken bir şeydir. Fikirleri ortaya sürebilmeniz ve tepkileri almanız gerekir. Kavrayışınızı keskinleştirmeniz gerekir. Bunun ciddi bir örgütlenme olmadan meydana gelmesi mümkün değil. Şimdi internet üzerinden belli bir değiş-tokuş var, ancak bunun çoğu yüzeysel olma eğiliminde.

Şimdi İşgal Hareketi ile ilgili kitabınıza geri dönelim. Hızla okudum ve gerçekten iyiydi. Profesör, gerçekten de son 30-40 yıldır ekonomiyi elinde bulunduran seçkinler tarafından yukarıdan yürütülen sınıf savaşını çok güzel açıklamışsınız. Ancak yoksulluk görelidir. Yoksulluk sınırının altında yaşayan Amerikalılar bile dünya nüfusunun %80-90’ından daha fazla servete sahip. Bu ülkede çok az sayıda insanın gerçekten de açlık sınırında olduğunu ve bu ekonomik trendlerin de epeydir devam ettiğini göz önünde bulundurursak bugün bardağı taşıran son damla ne olmuştur? Bu hareketi fitilleyen nedir? Sizce Büyük Durgunluk’un şiddeti mi yoksa başka bir şey mi insanların gözlerinin açılmasına yardımcı olmuştur?

- Dünyanın geri kalanından daha iyi durumda olduğumuz konusunda tabii ki haklısınız. Sizinle konuşmaya gelmeden az önce tesadüfen Hindistan’dan gelen harika bir kadınla konuşuyordum. Bu kadın yıllardır en fakir bölgelerdeki köylerde çalışıyordu ve faaliyetlerini -başarılarını ve başarısızlıklarını- anlatıyordu. Tabii ki bu tamamen başka bir dünya. Bu ülkede, ya da başka yerlerde ise insanlar kendilerini Taş Devri’ndekilerle karşılaştırmıyorlar, yaşadıkları toplumda makul bir hayat için sahip olmaları gereken şeylerle karşılaştırıyorlar. ABD, dünya tarihindeki en zengin, en güçlü ülke. Olağanüstü avantajlara sahip. Bu şartlar altında nüfusun büyük çoğunluğunun-yani İşgal Hareketi’nin tahayyülünde toplumun %99’unun- sahip olması gereken şeyler ile sahip olduklarını karşılaştırdığınızda, arada çok büyük bir uçurum var.

Örneğin, bizimki ile kıyaslanabilir toplumların sahip oldukları sağlık sistemine sahip değiliz. Benzer bir altyapıya sahip değiliz. Son durgunluk dönemini bir kenara koyarsak bile son 30 yıl nüfusun büyük çoğunluğu için göreli bir durgunluk dönemiydi. Olan bitenler benim kitabımın basılmasından sonra piyasaya çıkan küçük bir kitapta gayet güzel resmedilmiş. Amerika’daki çalışanların -yani hemen herkesin- durumu hakkında güvenilir veriler edinmek için ana kaynaklardan biri olan Ekonomik Politikalar Enstitüsü yakın zamanda bir kitap çıkardı. Kitabın adı Tasarım Başarısızlığı [Failure by Design]. Kolay okunuyor ve okumaya değer. Başlık çok yerinde olmuş. Bir başarısızlık söz konusu, çünkü ciddi anlamda zenginlik üretildiği halde nüfusun büyük çoğunluğu için temelde hiçbir ilerleme olmadı. Ekonomi ise olması gerekenden çok daha az üretken. İnsanların ihtiyaç duydukları şeyler çok daha az üretiliyor. Tabii ki nüfusun çok küçük bir kısmı, yani %1’in onda biri için göz alıcı bir başarı söz konusu, bunlar uluslararası ölçekte dağılımı altüst ediyorlar.

Bu tasarım başarısızlığı sınıf temelli bir başarısızlık. Bu çok önemli bir olgu. Her zaman için başka seçenekler mevcut olmuştur ve hâlâ da mevcut. İşler böyle gitmek zorunda değil. Kaygı, öfke ve hayalkırıklığının giderek artan bir biçimde biriktiğini zannediyorum. Bunu anketlerde görebilirsiniz. Kurumlara karşı duyulan nefret ve güvensizlik ülke çapında yaygınlaşıyor ve uzun zamandır da artıyor. İşgal Hareketi bu havayı yakaladı ve kristalize etti. Popüler hareketler bu şekilde hamle yapıyor.

Örneğin Medeni Haklar hareketini ele alalım. Hareket onlarca yıldır vardı, ancak örneğin Rosa Parks’ın eylemi ve siyah öğrencilerin Kuzey Carolina’da Greensboro’da [beyazlara ayrılan] yemek masalarına oturması gibi birkaç olay ciddi bir şekilde büyümesini ve gelişmesini sağladı. Diğer insanların da harekete katılmasını sağlayan bazı olaylar oluyor ve birdenbire popüler bir hareket ortaya çıkıyor. Aynı şey savaş karşıtı harekette de oldu, kadın hareketinde de, çevre hareketinde de, küresel adalet hareketinde de.

İşgal Hareketi her şeyin olgunlaştığı bir zamanda ortaya çıktı ve stratejisinin çok dâhiyane olduğunu düşündüm. Eğer bana sorulmuş olsaydı böyle bir strateji tavsiye etmezdim. Hiçbir zaman işe yarayacağını düşünmezdim. Neyse ki yanışmışım. Çok iyi gitti. İki önemli gelişme meydana geldi ve eğer bunlar sürdürülebilseydi ve yayınlaştırılabilseydi son derece önemli olurdu. Bunlardan birisi söylemi değiştirmekti; arka planda için için kaynayan ancak hiçbir zaman kamuoyunun gündemine ciddi bir biçimde gelmeyen eşitsizlik, finansal yolsuzluk, demokratik sistemin yozlaşması, üretken ekonominin çöküşü gibi konulara odaklanarak bunları kamuoyunun gündemine getirmekti. Bu gibi şeyler ortak payda oldu ki bu çok önemli bir gelişmedir.

Ölçülmesi zor olan bir diğer gelişme ise belli toplulukların ortaya çıkmasıdır. İşgal Hareketi çerçevesinde bir araya gelen topluluklar son derece değerlidir. Bu topluluklar, insanların aslında yalnız başlarına oldukları atomize toplumlarda pek de mevcut olmayan karşılıklı destek ve kamusal değiş-tokuş gibi bazı ilişkiler üzerinden kendiliğinden geliştiler. İş dünyasının arzuladığı toplumsal birim siz ve televizyonunuz, ya da siz ve bilgisayar ekranınız türünden çiftlerden oluşur. Bu dünya çok ciddi bir şekilde İşgal Hareketi tarafından yıkıldı. İşbirliği, dayanışma, karşılıklı destek, kamusal tartışma, demokratik katılım gibi olasılıkların belirmesi bile insanlara esin kaynağı olması gereken bir model oluşturdu. Pek çok insan, en azından çeperlerinde yer alarak bile olsa harekete katıldı.

Eğer bu iki gelişme devam ettirilebilirse ve genişletilebilirse uzun erimli bir etkisi olur. Bu kolay bir iş değil ve büyük zorlukların üstesinden gelmek lazım. Taktikler her zamanki gibi yeniden gözden geçirilmeli, ancak gerçek bir hamle söz konusu. Yalnızca birkaç ay içinde neler olduğuna bakacak olursanız, oldukça çarpıcı gelişmeler var.

Çeviri: Doç. Dr. Nuri Ersoy

Özgür Gündem / 08.05.12