Büyük metal hareketliliği ve Renault deneyimi / KB

  • Arşiv
  • |
  • Makaleler/Yazarlar
  • |
  • Kızıl Bayrak
  • |
  • 17 Kasım 2012
  • 11:43

Metal işçileri 1998’deki o büyük patlamanın ardından bir kez daha Türk Metal çetesine karşı ayağa kalktılar. Birçok fabrikada işçiler Türk Metal’in hazırladığı taslağa karşı öfkelerini çeşitli biçimlerde ortaya koydular. Öfke birçok fabrikada alkışlı-ıslıklı protestolar biçiminde dışa vurulurken, Eskişehir Arçelik işçileri fabrikadan kent merkezine 10 kilometrelik yolu yürüdüler. En ileri eylem ise Bursa Renault fabrikasında gerçekleşti.

Renault işçileri işi durdurarak eylemliliği üst bir noktaya taşıdılar. Bu aynı zamanda şu haliyle hareketin ulaştığı en ileri nokta oldu. Ama Renault işçilerinin bu çıkışı sermaye, devlet ve Türk Metal çetesi tarafından terör uygulanarak karşılandı. Türk Metal’in çeteleri tarafından fabrika içerisinde ve dışında estirilen terörle yaratılan abluka, polisin de işin içine sokulmasıyla pekiştirildi ve en sonunda da eylem bu yoğun baskı altında kırıldı.

Ama sermaye ve uşakları bununla da yetinmediler. Eylemin bitirilmesinin hemen arkasından işten atma saldırısı devreye sokuldu. Böylelikle hem Renault işçilerine hem de bir bütün olarak metal işçilerine açık bir gözdağı verilmiş oldu. İşten atma saldırısı Renault işçilerinin öfkesini daha da büyüttü ama bu saldırı karşılanamadığı ölçüde direncini de kırdı. Böylelikle aynı zamanda hareketin önü de kesilmiş oldu. Ancak metal işçisinin öfkesi henüz yatışmış değil. Eylemlerin bastırıldığı fabrikalarda kontrol tümüyle sağlanmış değil ve başka bir dizi fabrikada da protesto haberleri gelmeye devam ediyor.

Bu büyük sınıf hareketliliğinin bundan sonraki olası seyri ve gelişme olanakları konusunda açıklık sağlamak, onun gerisindeki temel dinamikleri ve yüzyüze kaldığı sorunları kavramakla mümkündür. Bunun için hareketin tablosuna, özelde ise Renault’daki deneyime yakından bakalım.

Öncelikle belirtmek gerekir ki yaşanan hareketlilik, sınıfın kendiliğinden bir eylemidir. Dayanılmaz çalışma ve yaşam koşulları altında bunalan metal işçileri, Türk Metal çetesinin yeni bir satış sözleşmesinin işaretini vermesiyle eyleme geçmiştir. Kuşkusuz tek başına çalışma koşulları ve sendikal ihanete duyulan öfke bu hareketi doğurmamıştır. Hareketin doğumunda metal işçilerinin birkaç yıldır biriktirdiği mücadele deneyimi de son derece etkili olmuştur. Geçtiğimiz sözleşme döneminde Birleşik Metal’in grev yolunu tutması, ardından Bosch işçilerinin sarsıcı çıkışı metal işçilerinde otuz yıllık TİS ve sendikal düzene mahkum olmadıklarını göstermiş, Türk Metal prangasından kurtulma umudunu güçlendirmişti. İşte bunun için yıllardır işkolunda oynanan satış oyununun daha ilk perdesinde metal işçileri her zaman olduğu gibi boyun eğmek yerine Bosch işçileri tarafından açılan yoldan yürüdüler.

Renault’da biriken öfke açığa çıkmadan önce de güçlü biçimde hissedilmekteydi. Öyle ki fabrika bir barut fıçısı gibiydi. Çalışma yükü özellikle son dönemde alabildiğine artmış, işçilerin fiziksel sınırlarını zorlayan bir noktaya ulaşmıştı. Çalışma koşulları böyleyken yıllar boyunca satış sözleşmeleriyle eriyen ücretler, işçilerin sabrını zorlamaktaydı. Dikkatli bir gözlemci Renault işçilerinin öfkeli homurdanmalarını rahatlıkla duyabilirdi. İşçiler ağır ve dayanılmaz çalışma koşullarında aldıkları düşük ücretlerden yakınıyor, çareyi de yeni toplu sözleşmede görüyorlardı. Fakat Türk Metal’in varlığı bu beklentiyi de ortadan kaldırıyordu. Bundan dolayı özellikle Bosch çıkışından sonra daha da yoğunlaşan bir biçimde Türk Metal’i baskı altına aldılar. Türk Metal ise bu basınç karşısında çareyi yalana sarılmakta buldu, yalan vaatlerle Renault işçisini kandırmaya çalıştı. Ancak bu yalan vaatler öfkeyi yumuşatmak yerine, onu daha sert biçimlerde dışavurmak üzere besledi sadece. Böylelikle de Türk Metal’in açıkladığı taslak satışın işareti olarak görüldü ve sert tepkiler doğurdu.

Hareketin kendiliğinden niteliği ve aynı zamanda buradan gelen sınırları, yine Renault örneğinde çok açık biçimde görülmektedir. Öncelikle hareket bir bütün olarak bir kez daha 1998’dekine benzer biçimde kendiliğinden gelişti. Bardağı taşıran damla ile birlikte önden bilinçli ve planlı müdahale olmaksızın doğrudan işçilerin inisayitifiyle başlayan protesto eylemleri fabrika fabrika yayıldı. Aynı koşulları paylaşan işçiler, birbirinden etkilenerek ve öğrenerek benzer biçimlerde eyleme geçtiler. Hareket bir kez başladıktan sonra ise giderek ivme kazandı ve yeni eylem biçimleri gündeme geldi. Eskişehir’de Arçelik işçilerinin on kilometrelik yürüyüşü fabrika sınırları içerisinde kalan öfkenin dışarı taştığı bir ilk örnek oldu ve hareket yeni bir safhaya girdi. Günler boyunca neredeyse kesintisiz biçimde Türk Metalcileri yuhalayan Renault işçileri, Arçelik işçilerinden öğrendikleri gibi bir yürüyüş için hazırlık yaptılar, ama kendilerini önden hiç düşünmedikleri bir eylemin içinde buldular.

Fitili ateşleyen kıvılcımı da Türk Metal çaktı. Montaj bölümündeki protesto karşısında açıklama yapmak üzere işçileri toplanmaya çağıran Türk Metalciler, sonra bundan arsız biçimde vazgeçince işçiler de onların peşinden üretimi bırakıp yürüyüşe geçtiler. Yürüyen işçiler diğer bölümlerdeki işçileri de yürüyüşe katılmaya çağırırken eylem çığ gibi büyüdü. Böylelikle de bir protesto gösterisi olarak başlayan eylem üretimi durdurma noktasına varmış oldu. Bu aşamadan sonra ise işçiler, fabrika yönetimi ve Türk Metalciler’in tutumlarına karşılık olarak taleplerini netleştirdiler. Önce diğer fabrikalarda öne çıktığı gibi taslağın geri çekilmesini ve beklentilerine karşılık verecek biçimde değiştirilmesini istiyorlardı. Türk Metalciler’in bunu olumsuz yanıtlaması üzerine ise bu kez istifa için noter talep ettiler.

Renault işçilerinin kazanması, öncelikle diğer vardiyalardaki işçilerin eyleme katılımına, ikinci olarak MESS kapsamındaki diğer fabrikalarda çalışan işçilerin de aynı yola girmelerine, üçüncü olarak ise diğer sınıf bölüklerinin verecekleri desteğe bağlıydı. İlk bakışta tüm bu cephelerden yolların açık olduğu görünüyordu. Zira 00.00-08.00 vardiyasından başlayarak hemen hemen tüm Renault işçilerinin eyleme katılmaları kesin gibiydi. Haber kısa sürede Bursa’daki MESS kapsamındaki diğer fabrikaların işçilerine yansıdığı için bu fabrikaların kaynadığına dair bilgiler geliyordu. Örneğin Coşkunöz işçilerinin hareketlendiği söyleniyordu, eylemin devam etmesi halinde başka bazı fabrikalarda da er geç gündüz eylemli çıkışların yapılması muhtemeldi. Renault işçilerinin eylemini coşkuyla karşılayan fabrikaların başında gelen Bosch’ta ise işçilerden Renault’ya doğru gelişler vardı. Kuşkusuz aynı etkinin ülke çapında görülmesi kesindi.

Ancak işte Renault da içerisinde olmak üzere tüm bu fabrikalardaki hareketlenmeler asgari bir bilinç ve örgütlenme düzeyinden hemen tümüyle yoksundu. Dahası sermaye, devlet ve özellikle de Türk Metal, baskı ve zorbalıkla tüm bu yolları tıkamayı kısa sürede başardı. Bunu yaptıktan sonra ise eylemci Renault işçilerini dağıtmak zor olmadı.

Konuyu Renault özgülünde açarsak durumun tam olarak nasıl yaşandığını daha iyi anlatabiliriz. Renault’da Birleşik Metal-İş tarafından kurulduğu bilinen komite ya da komiteler, harekete yön verebilecek bir inisiyatif, inisiyatifi ele alacak bir kapasite gösteremediler. Eğer böyle bir kapasite gösterebilmiş olsalardı, pekala üretimi durdurmadan önce ortaya çıkmış büyük öfkeyi Türk Metal’den istifa etmek yönünde ilerletebilirlerdi. Ya da başlayan eylemi sürdürmeyi başarabilirlerdi. Ama böyle bir kapasite olmadığı gibi, üretimi durdurma eylemi başladıktan sonra ihtiyacı net biçimde görüldüğü halde boşluğu doldurabilecek bir komite de kurulamadı. Bunun böyle olmasında büyük ölçüde öncü nitelikli işçilerin yeterli bilinç ve deneyimden yoksun olması, aynı zamanda öne çıkmak konusunda yeterli cesaret ve özgüveni gösterememeleri rol oynamıştır. Örneğin fabrika yönetiminin görüşmek üzere bir temsilciler heyeti istemesi, tam da bu nedenlerle birlikte işten atılma korkusu nedeniyle reddedilmiştir. Yine işten atılan işçiler cephesinden mücadelenin örgütlenmesi bakımından da benzer türden bir önderlik yoksunluğu sorunu ile yüz yüze kalınmıştır.

Diğer fabrikalardaki öncü işçilerin ve örgütlülüklerinin durumu Renault’dan daha iyi değildir. Bu koşullarda ise aynı sorunları yaşayan işçilerin birbirlerinden etkilenerek zincirleme eyleme geçmeleri mümkünse de, sermaye ve Türk Metal’in bilinçli ve planlı eylemleri karşısında, bu eylemlerini ortaklaşmaları, ortak bir hedef doğrultusunda bilinçli ve planlı biçimde yönetmeleri çok zordur. İşte bu da yaşanan türden bilinç ve önderlikten yoksun kendiliğinden bir patlamanın sınırlarını göstermektedir.

Bu arada belirtelim ki tüm yetersizliklerine ve açığa çıkan zayıflıklarına rağmen metal hareketliliği, sınıfın mücadele kapasitesini ve devrimci dinamiklerini tartışmasız bir biçimde yeniden kanıtlayan eşsiz bir örnek olmuştur.

Bu noktada Birleşik Metal-İş’in bu süreç içerisindeki tutumuna gelmek istiyoruz. Çünkü Türk Metal’in egemen olduğu fabrikalardaki hareketin geleceği bir ölçüde de Birleşik Metal’in tutumuna ve örgütlü müdahalelerine de bağlıydı. Geçtiğimiz TİS sürecinde işbirlikçi TİS düzeninde açılan gedikler, arkasından Bosch’un örgütlenmesi, taslakların erkenden açıklanması ve bu süreçte ortaya konulan kararlı tutumlar, dahası Türk Metal’in örgütlü olduğu fabrikalarda içeriden kurulmaya çalışılan komiteler, Birleşik Metal’in bilinçli ve kararlı bir hazırlık içerisinde olduğunu göstermekteydi. Üstüne Bosch’ta yetki oyununa karşı işçilerin kenetlenmesiyle sağlanan büyük moral güce de dayanarak, Renault işçilerinin olası çıkışını sahiplenmek konusunda çağrılar da yapmaktaydı.

Ama Renault işçileri beklenmedik biçimde üretimi durdurma ve fabrikayı terketmeme eylemine başvurduklarında, Birleşik Metal-İş cephesinden zayıflıklar da kendisini göstermeye başladı. İçeride kurulan komitenin yetersizliğine değinmiştik, ki bu yetersizliği bir ölçüde Birleşik Metal-İş’in hanesine yazmak gerekir. İkinci olarak ise Türk Metal’in Renault etrafında abluka oluşturmasına engel olacak, daha sonra da bu ablukayı kırabilecek bir güç yığmayı başaramadı. Bosch işçileri başta olmak üzere üyelerine Renault’nun önüne gitme yönünde çağrıları yaptı, fakat bu gidişler kişisel ve küçük gruplar halinde oldu. Bu ölçüde de işçiler Türk Metal’in satırlı çetelerinin saldırısına uğradılar. Bu olduktan sonra da Birleşik Metal çağrılarını geri çekti. Daha sonra ise işten atılan işçileri mücadeleye yönlendirmekten uzak durdu. Bu aşamada net biçimde görüldüğü üzere, Birleşik Metal-İş’in tutumu, Renault işçileri kendi çabalarıyla ablukayı yarabilecek bir güç ortaya koyamadıkları ölçüde, saldırıdan savunmaya ve geri çekilmeye doğru bir seyir izlemiş oldu.

Tüm bunlardan sonra şunu söyleyebiliriz: 1998’deki patlama sırasında Birleşik Metal-İş cephesinden ayağa kalkan metal işçilerine sırtını dönen bir tutuma tanıklık etmiştik. Bu kez ise aksine kucağını açan bir yaklaşım görmekle birlikte, hareketi kucaklayıp çekip alabilecek bir güce ve kapasiteye de henüz sahip olmadığına tanıklık etmiş olduk.

Renault işçilerinin çıkışı bastırılmış ve hareketin ivmesi düşmüş gibi görünmekle birlikte, şurası kesindir ki sermaye ve çeteleri henüz metal işçisinin mücadele isteğini kırmış, moral bakımdan çökertmiş, saflarını dağıtmış değildir. Ancak şundan da hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki, Renault’da ve diğer fabrikalarda bu sonuçlara ulaşmak için tüm imkanlarını seferber etmekten geri durmayacaklardır. Bunun için işten atılmalar başta olmak üzere yaşanacak saldırılar karşısında etkin ve kararlı bir duruş sergilemek, aktif bir sınıf dayanışmasını örgütlemek, yanısıra da bugünkü hareket içerisinde açığa çıkan zayıflıkları gidermeye yönelik adımlar atmak gerekmektedir.

Görev ileri ve öncü metal işçilerinin omuzlarındadır. Görev tüm bu sorunları devrimci bir tarzda çözmek sorumluluğunu taşıyan komünistlerin omuzlarındadır. Görev metal işçileriyle aktif dayanışmayı örgütlemek üzere ileri sınıf güçlerinin ve ilerici devrimci güçlerinin de omuzlarındadır.

(Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak, 16 Kasım 2012, Sayı 12-45)