Bozulan resmi dil değil, adalettir - Ali Topuz

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 16 Kasım 2012
  • 05:37

“Talepler haksız.”

Hükümet yetkilileri değil sadece, ana muhalefet dahil, çeşitli muhalefet çevrelerinden de çok sık duyuyoruz. Hangi talepler, cezaevinde açlık grevi yapan ve bazı kişilerin bugün 65’inci güne girdiği talepler.

İlk olarak, anadilde savunma talebine bakalım. “Haksız” denilen bu talep, o kadar da haksız değilmiş ki hükümet bir tasarıyı Meclis’e getirdi, yasalaştı yasalaşacak. Tasarıdaki sorunlara dün değinmiştim, tasarının içindeki bir düzenlemeye kısaca bakmak istiyorum.

RESMİ DİL=KUTSAL DİL

Hem adalet bakanına göre hem de hükümetin birçok hukuki düzenlemesine ve yargının birçok uygulamasına radikal biçimde karşı çıkanların birleştiği bir yer var. Efendim, sanığa yargılamanın her safhasında yani hem soruşturma hem koğuşturma sürecinde daima “kendini iyi ifade edebileceğini düşündüğü dilde”, yani bugünkü güncel sorun itibarıyla Kürtçe savunma hakkı verilirse, yargılamanın dili değişirmiş. Sahiden öyle mi? Yargılamanın dili neden değişmesin ki diye sormayı bir kenara bırakalım, tekrar soralım: Sahiden, sanık bildiği dilde ya da en iyi bildiği dilde ya da kendisini en iyi ifade edebildiği dilde yargılamanın her safhasında savunma yaparsa, yargılamanın dili değişir mi?

Kestirmeden belirteyim, bu bir demagojidir. Dil-resmi dil-yargılama ilişkisini adalet idesi çerçevesinde düşünmekten değil, “resmi dil=kutsal dil” varsayımsal dil eşitliğinden geçerlik bulan bir hukuk dışı demagoji.

CEZANIN ÜÇ MAKAMI

Çünkü:

Ceza yargılaması üç konumla yürür, üç makamla. İddia (ya da itham, en Türkçesi suçlama), savunma ve karar. Yargılamayı yargılama yapan karar ve ona eşlik eden güç, kararı uygulatma gücü, yani devletin tekelleştirdiği şiddet uygulama yetkisi. Resmi dil tek ise, iddia makamının iddianamesini ve mütaalalarını o dilde vermesi, kararın da yine o dilde yazılması tuhaf değildir.

Bu makamları kişiler doldurur. İddia makamında savcı, karar makamında yargıç durur. Bunların dili de resmi dil tek ise eğer, o tek dildir. Birinin dili değişirse, “resmi dil tektir” kuralı değişmiş olur.

Savunma konumu/makamı ise az karışıktır, orada iki kişi durur ve püf noktası da burası olmalıdır: A) Yargılanan kişi, şüpheli, geleneksel deyişle sanık. B) Ceza sisteminin ayrılmaz parçası olarak, şüphelinin, sanığın haklarını savunan kişi. Sanığın haklarını savunan kişi, avukat, “resmi dil” tekse, yargılama sürecindeki işlem ve söylemlerini o dilde yürütecektir. Sanık konumu ise farklıdır: O, örneğin tek dil biliyorsa ve bu da resmi dil değilse, doğal olarak bütün yargılama süreci boyunca o bildiği dilini konuşacaktır. O, sadece bildiği dili konuşuyor diye resmi dil değişmiş mi olur

Makam olarak iddia-savunma-yargının dili, sanığın konuştuğu dille değişiyor olsaydı, hiçbir hukuk, kendi dilini bilmeyen birini yargılamazdı. Kimse, sadece bir dil meselesi ortaya çıksın diye gidip ceza yargıcının karşısına oturmaz, “Sen suç işledin” diyen ceza mekanizması onu alır getirir karşısına oturtur. Karşısına oturttuktan sonra, “Dilimi bilmiyorsun, kafamı göre karar veririm” denilmez, tercüman tutulur, ifade alınır, savunma alınır, son sözü alınır ve karar bu diyalog süreci içinde verilir.

Hasılı, makam olarak iddia-savunma-yargı üçlüsünün resmi kişileri, savcı-avukat-yargıç resmi dilde konuşuyor, iletişiyor, yazışıyor ve en nihayet karar o dilde çıkıyorsa, resmi dil değişmiş, bozulmuş, bozuşmuş olmaz. “Bozulur, tehdide girer” filan demek, kafalardaki ideolojik tasarımları yargının düzenlemesine katmak demek olur, böyle olursa da zaten adaleti hedeflediği kuşkulu olan resmi yargıların, adaletsizliği “kutsal dil, kutsal devlet, kutsal yargı teşkilatı” lehine bir kat daha perçinlenmesi sonucuna ulaşılır.

 TECRİT VE GÖMME

Bir de Öcalan’ın tecridi meselesi var. Bu babta da deniliyor ki a) Öcalan’a tecrit hukukidir, çünkü o mahkumdur ve b) Öcalan’a tecritin kalkması için başka mahkumların açlık grevi yapması doğru değildir.

Öcalan’a tecrit hukukiyse, hükümet 2011 temmuzundan beri hukuka uygun davranıyorsa, ondan önceki bütün süreler boyunca hukuk dışına çıkıyordu demektir. Bir kişinin “mahkum” olması, onun artık avukatlarla görüşme hakkının kalmadığı anlamına gelebilir mi? Ceza hukuku prensipleri açısından, bu imkansız: Mahkumlar, yargılandıkları konuda her zaman yeni delillerin, dolayısıyla yeni hukuki tartışmaların başlatılması söz konusu olan kişilerdir; yine mahkumlar, yargılandıkları konular dışında da çeşitli hukuki sorunlar, tartışmalar, haklar için avukatlara ihtiyaç duyabilirler. Çünkü mahkumlar, ölü değillerdir. O yüzden de ölü gibi gömülemezler. Zaten tecrit hukuki olsaydı, biz temmuz 2011’den beri “Koster bozuk” bahanesini değil, “Öyle bir hakkı yok, dolayısıyla kullandırmıyoruz” açıklamasını duyardık.

AÇLIK GREVİ KANUNU MU VAR?

“Bu talepler için açlık grevi yapılmaz. Başkası lehine açlık grevi yapılmaz” argümanını, “anadilde eğitim”i de katarak ele alalım: Anadilinin yaşaması için hangi eylemin yapılacağını, eylemcilerden başkası mı belirleyecek? Haklar, devlete, hükümete, bağımsız gözlemcilere, hukuku kampına göre yorumlayan profesörlere sorularak mı eylem konusu yapılacak?

Hükümetin elinde açlık grevinin nasıl yapılacağını gösteren bir kanun, o saygın kanaat önderlerinin, profesörlerin, politikacıların elinde açlık grevinin nasıl yapılacağına dair bilimsel, siyasi, felsefi doğru/yanlış çizelgeleri mi var?

65’inci gündeyiz. Kötü haberler akıyor zaten, kötünün en kötüsü olarak ölüm haberi kapıda. Propagandalar, şovlar, demagojiler kimseye adalet olarak geri dönmez. Büyük adaletsizlikler de toplumsal huzur ve barış olarak dönmez.

Radikal / 16.11.12