Bir arpa boyu yol? - Nihal Kemaloğlu

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 05 Mayıs 2012
  • 03:45

Tarihin aynasından gülümseyen yüzleriyle bize onurla bakan Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın idamlarının üzerinden yarın 6 Mayıs'ta 40 yıl geçmiş olacak.
Yine onların hatıraları kırmızı karanfillerle anılıp, saygıyla selamlanacaklar ama biz de onların 'solgun bir güle' dönüşen genç hayatlarının bize yüklediği ahlaki vecibeyi yok sayan 40 yılın yığılan ağırlığı altında ezilecek miyiz?
Çünkü her 6 Mayıs darbe tarihimizin Sıkıyönetim Mahkemeleri'nin kararlarını hukuken kabul edip sorgulamayan zihniyetin sürekliliğini bir kez daha onaylıyor.
Cunta rejimlerine veryansın edilirken bir yandan da iktidar karşıtı düşüncenin tez elden 'darbeci' ilan edildiği bugünlerde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının bir çırpıda askeri mahkemedeki gayri hukuki yargılanmaları ve onları infaza götüren yargısal karara itinayla ilişilmiyor.      
Ama onların imgeleri popüler kültüre renk, dizilere 'toplumcu' dolgu malzemesi olurken, uyanık girişimci 'Deniz Gezmiş Parkası'nın' patenti alıp müzeye dönüştürülen Ulucanlar Cezaevi'ndeki satış ofisinde fotoğraflı kupalar, tişörtler 5-10 TL'ye alıcı bularak piyasalara giriyor.
Her şeyin 'metalaştığı' muhtevasını yitirdiği, bağlamını kaybettiği zamanımızda 25-23 yaşlarında hayatları bağışlanmayan üç gencin imgeleri ticarileşip, satışı yapılırken diğer yandan Deniz Gezmiş posterleri, anmaları, kitapları 40 yıl sonra bile 'terör örgütü' suçlamasında etkili delil sınıfına girmesi otoriter/piyasacı rejimimizin birbirini tamamlayan bütünlüğünü netleştiriyor. 2012 yılının 'sivilleşmiş' Türkiye'si, 12 Mart ve 12 Eylül askeri mahkemelerinin alelacele idam ettiği gençlerin anılmasına bile tahammül edemiyor.
Böylelikle yüzlerce genci anma törenine katılmaktan 'suç ve suçluyu' övmekten ceza keserken 12 Mart'ın Ankara 1 No'lu Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanı Tuğgeneral Ali Elverdi'yle de aynı demirbaş otoriter safta buluşuveriyor.
Tuğgeneral Ali Elverdi'nin Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını 'eylemlerinden değil' düşüncelerinden dolayı verilen 'ölüm' kararıyla ilgili yaptığı 'ibret-i müessese' açıklamasıyla resmen kurumsallaşan siyasi düşünce ve ifade özgürlüğünü suçlaştıran devlet aklı, bugün de zehir zemberek devrede.
Yani 6 Mayıs 1972'de Ankara Merkez Cezaevi'nde (Ulucanlar) idamları bir kavak ağacına yaslanıp sigara içerek izlediği belleğimize kazılmış Ali Elverdi'nin fikirleri ve hayaletleri, muhalif etkinlikleri basmaya, öğrencileri tutuklamaya devam ediyor.
Eğer sahiden demokrasinin bize verdiği ev ödevine diretmeyi bırakıp yapma niyetindeysek.
Türkiye'nin 40 yıl önce insanları 'siyasi düşüncelerinden' dolayı suçlayıp ölüme yollayan yargı kararlarının verildiği bir ülke olduğunu... Ve bu idam kararlarının TBMM'de 276 milletvekili tarafından 'evet' dendiğini... Ve bu sorgulamadığımız siyasi ve hukuki utancın gölgesinde hala Sıkıyönetim Mahkemesi değerleri ve hukukuna daha uzun yıllar mahkum olduğumuzu bilmek gerekir.
Yoksa sağda solda Deniz Gezmiş anması yapan öğrencileri 'terör örgütü' üyesi suçlayarak, yıllarca hapis cezası veren yargı zihniyetiyle, Adalet Partisi'nden milletvekili adayı olunca 'Deniz Gezmiş'leri, komünistleri ben astım' diye oy avcılığı yapan Darbe Mahkemesi Başkanı Elverdi arasında bir arpa boyu yol alınmadı mı?
Ve 40 yılın ardından Edip Cansever'in dizeleriyle yaşlı otoriter rejimlerin düşüncelerini darağacında boğmaya çalıştığı gençlerimizin hatıralarını selamlıyoruz.
Ben doğduğum gün kü kadarım
Sense bir ölüm sonrası güzelliğinde
Basarak geçeceğiz yeniden
Yeniden yeniden
Daha öfkeli
Yenikken bıraktığımız ayak izlerimize.

Akşam / 05.05.12