Başkanlığa giden yolu döşerken! - Nihal Kemaloğlu

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 13 Kasım 2012
  • 06:17

İki yıl önce Başbakan 12 Eylül referandum kampanyasını 'yakın trajik siyasi tarihi önünüze getireceğim' diyerek 12 Eylül diktasının idam ettiği 18 yaşından küçük Erdal Eren ve arkadaşlarını 'gözyaşlarıyla andığı' konuşmasıyla başlatmıştı.

'Geçmişin yanlışlarıyla yüzleşmeden daha aydınlık gelecek kuramayız' sözleriyle sürdürmüştü.

Ama devlet için 'geçmiş' yoktu devlet 'zaman aşımsız' tahakküm aygıtı olarak 'daimi otoriter zihniyetin' muhafazasıydı ve referandum sonrası iki yılda devletleşen siyasi iktidarın siyasi emelleri doğrultusunda 'yakın trajik siyasi tarihimizi' inşasını sürdürürdü.

Son beş yılda dünyanın en kalabalık 'terörist' nüfusunu yaratmış Türkiye'nin 'paradigma sıçramasına' uğramış Başbakan'ı da çıkıp, 'terör kapsamında idam tartışılır ve zaten toplum da idamın geri gelmesini istiyor' sözlerini sarf edebilirdi.

OTORİTER DEVLET DİRİ

Buradaki mühim nokta; Türkiye tarihini düz ilerlemeci ve demokratikleştirici bir çizgiden okuyarak 'olur mu idam geri gelir mi?' demek yerine 'dipdiri otoriter devleti' fark etmemizdi.

Başbakan'ın bu söylemi küçük Amerika öykünmesi 'Türk usulü başkanlığa' giden yolunu 'aşırı genişletilmiş terörist' tanımı ve 'yeri geldiğinde idamın gerekliliği' teziyle döşeyeceğinin ifadesiydi.

Çünkü 'siyasi suçlar değil ama terör kapsamında idam tartışılır' sözlerinin en kritik yanını bütün siyasi suçların terör örgütü üyeliği ve terör örgütü propagandasına çeviren hukuk sistemimizle iktidarın 'tehdit algıladığı' siyasi hareketleri ve muhalefeti 'mutlak teröristlik suçlamasıyla' derdest edilmekteydi.

Her ay sayısı artarak cezaevlerinde biriktirilen 13 bin 'terörist' tutuklunun büyük çoğunluğu gerçek silahlı terör ve şiddet olaylarına karışmış failler değildi.
Ve uluslararası hukukun tanımsız bıraktığı 'terör suçu' hakim ve güçlü iktidarın kendisine karşıt bütün siyasi fikir ve demokratik hareketleri boyunduruğu altına almaya yarıyordu.

Terörle Mücadele Yasası da anayasadaki temel hak ve özgürlükleri 'olumsuzlayan ve öteleyen' ülkemizin baskın birincil metniydi.

Ve şimdi 'ders notları, şiir, sanat, kitap, su faturası, YÖK karşıtlığı, sağlık anketi, gazeteciliğin tüm faaliyetlerinin', 'silahsız' terör delili kabul edilmesinin 'sıradanlaştığı' Türkiye'de  Çin, Rusya eksenli örneklerle 'idam tartışması' açmanın zamanı gelmişti.

Ve Başbakan'ın 'idamı çağırdığı tarih' bugünün bürokratik yapısını ve yasal zemininin kurucusu 12 Eylül ise, 'idam cezasıyla' kışkırtılacak toplumsal ruh muhafazakar-sağ-milliyetçi kesimlerdi.

'İDAM' BÜYÜK GERİ ADIM

İktidar partisi Başbakan'ın başkanlık güzergahı gereği seçmen kitlesine seslenirken, milliyetçi oy dalgalarını da soğurarak bünyesine katma planları yapıyordu.
İdam cezası geri gelmezdi ama 'idam geri gelsin' söylemi iki ayı geride kalan kitlesel açlık grevlerinden her an gelecek bir ölüm haberinin beklendiği Türkiye adına büyük bir geri adımdı...

Sonuç olarak rıza üretmeyen Kürtler-Aleviler-Gayrimüslimler 'demokrasimizin sıhhatli başkanlık sistemini tesis adına' saha dışında bırakılırken katılaşmış bir iktidar gücünün toplumu ortadan ikiye nasıl çatlatacağını hesap ettiği aşikardı.

Akşam / 13.11.12