Avrupa'daki seçimlerin sonuçları ve dersleri

  • Arşiv
  • |
  • Dünya
  • |
  • Avrupa
  • |
  • 10 Mayıs 2012
  • 16:33

Fransa'daki Cumhurbaşkanlığı seçimini Sosyalist Parti adayı Hollande kazandı. Sarkozy beklenildiği gibi seçimden yenilgiyle çıktı. Yunanistan'da PASOK ve Yeni Demokrasi Partisi büyük oy kaybına uğradılar. Sol Parti ise oylarını arttırdı. İngiltere yerel seçimlerinde muhafazakar ağırlıklı koalisyon hükümeti yenilgiye uğradı. Hollanda'da ırkçı-faşist partinin dışardan desteklediği işbaşındaki hükümet istifa etti. İtalya, İspanya, İrlanda ve Portekiz'de ise, geride bıraktığımız süreçte, bilindiği gibi, başbakanlar istifa etmişti. Bu tablodan çıkarılacak sonuç şudur; Avrupa'da sadece iktisadi alanda değil, siyasal alanda da ciddi bir istikrarsızlık/kriz var.

Hemen belirtelim ki,Yunanistan secimlerinin sonuclari AB'nin kemer sıkma paketlerinin akıbeti konusunda, Fransa'daki Cumhurbaşkanı seçimi ise, AB'nin geleceği konusunda önemli soru işaretleri yaratmaktadır.

Avrupa'da iktisadi ve mali kriz derinleşiyor, tepkiler sertleşiyor

2008 yılında kapitalizmin kabesi ABD'de patlak veren kriz Avrupa'nın yadsınmaz gerçeğidir. Bu iktisadi ve mali kriz yalnızca Avrupa'nın Yunanistan, İspanya ve Portekiz gibi çevre ülkelerinde değil, günümüzde, Fransa, Hollanda ve giderek de Almanya gibi güçlü ve merkez ülkelerde de kendisini iyiden iyiye hissettiriyor. Bir “Borç krizi” olarak başlayan bu kriz her geçen gün daha ciddi boyutlar kazanıyor. Derinleşiyor ve gitgide yayılıyor.

Avrupa'nın kapitalist hükümetleri de aynı şeyi yaptı, önce milyar dolarları hortumlayarak bankaları kurtarmak istediler, olmadı. Ardından şirketleri kurtarmak istediler, o da olmadı, şirketler iflas etti. Bir süredir de ülkelerin/devletlerin batışına tanık oluyoruz. Kısacası, Avrupa'da bir borç krizidir, euro krizidir almış başını gidiyor.

Avrupa'nın güçlü ülkeleri ve AB'nin varı-yoğu olan Almanya ve Fransa'nın tüm Avrupa'yı etkileyen bu krize buldukları çare ise, Yunanistan örneğinde olduğu gibi, ekonomisi iflasın eşiğine gelmiş bu zayıf ülkeleri borçlandırmak, yeniden ve yeniden borçlandırarak, onları kendilerine daha çok bağımlı hale getirmek oldu. Bununla da kalınmadı, IMF, AB ve AMB üçlüsü sürekli biçimde Yunanistan'a ve diğer zayıf ülkelere kemer sıkma paketleri dayattılar. O kadar ki, bu ülke halkları ardı arkası gelmeyen bu kemer sıkma politikalarından adeta bezdi. Ve nihayet, borçlandırma sırasında şart olarak dayatılan kimi yasalarla, bu ülkelerin ekonomisi bir tür Düyun-u Umumiye ekonomisine dönüştü.

Dahası var.

İktisadi alandaki bu saldırıları aynı anda devreye sokulan diğer önlemler tamamladı. Bir yandan da, yine Yunanistan örneğinde olduğu gibi ülkeye bir tür sömürge rejimi dayatıldı. Mevcut hükümetler ya da başbakanlar istifa ettirildi, yerine IMF, AB ve AMB'nin memuru niteliğinde başbakanlar ve kuklası teknokratlar hükümeti atandı. Hızlarını alamadılar, bir de sömürge valisi niteliğinde valiler tayin edildi. Şüphesiz ki, tüm bu yapılanlar düpedüz bir sömürgeleştirme operasyonuydu.

İktisadi, mali ve siyasi tüm bu operasyonların başını Almanya ve Fransa çekti. Dayatılan yıkım politikalarının acısını ise Yunanistan, Fransa, Portekiz, İspanya ve diğer ülke halkları  yaşadı.

Başta Yunanistan'da olmak üzere, Avrupa'nın hemen her yerinde işçi ve emekçilerin krize, IMF, AB ve AMB'nin dayattığı kemer sıkma paketlerine, her defasında onbinler ve yüzbinler halinde sokaklara çıkmak, krizin faturasını ödemeyeceklerini haykırmak ve bu amaçla grev ve genel grevlere başvurarak cevap verdiler. Öyle ki, Avrupa'nın tüm kapitalist metropolleri neredeyse süreklilik kazanan işçi, emekçi ve gençliğin gitgide sertleşen ve militanlaşan protesto gösterilerine sahne oldu. Sosyal yıkım politikalarından istenilen sonuçlar alınamadı. Emekçi yığınlar saldırılara direndiler. Kriz siyasal alana da yansıdı. Bunun dolaysız ifadesi olarak, Yunanistan, İtalya ve İspanya'da hükümetler istifa etti.

Yunanistan ve Fransa seçimleri şahsında şimdi bu durumun yeni örnekleri yaşanıyor. İşçi ve emekçiler, bu kez, Yunanistan ve Fransa seçimleri şahsında IMF, AB ve AMB'nin neo-liberal sosyal yıkım politikalarına ve onun yıkıcı sonuçlarına olan itirazlarını ortaya koymuş, bugüne dek bu politikaları acımasızca uygulayanları cezalandırmıştır. Fransa'daki Cumhurbaşkanlığı ve Yunanistan'daki seçim sonuçlarından çıkartılması gereken ilk ders budur.

Kriz derinleşiyor, ırkçı-faşist partiler güç kazanıyor

Devrik Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy bir ırkçıydı. Fransa'da yaşayan diğer uluslardan göçmen işçi ve emekçiler, özellikle de genç kuşak ondan çok çekti. Sarkozy seçimi kaybetti, fakat yerini başkaları dolduracaktır. Fransa'daki cumhurbaşkanlığı seçimi hiç gecikmeksizin bu tehlikeyi de son derece somut bir biçimde açığa çıkartmış bulunuyor. Şöyle ki; bu ülkedeki seçimin en dikkate değer sonuçlarından biri de, Marie Le Pen'in faşist partisinin %18 olan oy oranı olmuştur. 

Bu aynı durumun bir benzeri de Yunanistan'da yaşanmıştır. Elinde gamalı haç olmak üzere, açıkça Nazi olduklarını dile getiren ve Hitlere öykünen faşist parti %10 civarında bir oy oranına ulaşmıştır.

Bu durum, geçmişte Nazi işgaline uğramış bu iki ülkenin, en fazla da, Hitler'in akılalmaz vahşetini en derin biçimde yaşamış olan bu ülke halklarının geleceği bakımından ciddi bir tehdit ve tehlikedir. Fakat öte yandan, bu sonucun şaşırtıcı bir yanı da bulunmamaktadır.

Kapitalizm ırkçılık demektir. Irkçılık, yabancı düşmanlığı ve ardından da faşizm kapitalizmin öz çocuğudur. Ürediği alan kapitalizm denen bataklıktır. Kapitalizmin, özellikle krize girdiği her dönem, sosyal sınıf mücadelelerine karşı başvurduğu insanlık düşmanı bir saldırganlıktır.

Kapitalizm, bugün, bir kez daha, üstelik de geçmiştekilerden de derin, kapsamlı ve daha da yıkıcı sonuçlar doğuracağı muhtemel bir krizin içindedir. Kriz, alınan tüm önlemlere rağmen aşılamamaktadır. Kapitalizm, krizini aşamadığı her dönem, adeta bir kaçınılmazlık halinde faşizme ve ardından da savaşa başvurmuştur. Faşist propaganda, eylem ve örgütlenmenin önünü açmış, ırkçı-faşist akım ve partilerin gelişmesi için ortamı hazırlamış, finanse etmiş ve günü geldiğinde onları işçi ve emekçilerin üzerine salmıştır. Irkçı-faşist çeteler de bu büyük imkanlardan yararlanarak güç toplamak için sokaklara çıkmışlardır.

Bu, bugün de, daha düne kadar demokrasinin kalesi olarak sunulan Avrupa'nın yadsınmaz bir gerçeğidir. Avrupa günümüzde boydan boya ırkçı-faşist çetelerin cirit attığı, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının tavan yaptığı, faşist partilerin güç kazandığı bir kıta haline gelmiştir. Yunanistan ve Fransa seçimlerinde ırkçı-faşist partilerin aldığı oy oranı, sadece ve sadece bunun bir yeni örneği olmuştur.

Devrimci parti eksikliği

Borç ya da euro krizi olarak başlayan kriz tüm Avrupa'yı etkiliyor. Ve dahası da, çevre bölgelerden öte, Almanya gibi ülkelerde de kendisini giderek ciddi biçimde hissettiren merkezi bir konum kazanıyor. Peşpeşe başvurulan ve hala da ısrar edilen tüm önlemlere rağmen aşılamıyor, aşılacağa da benzemiyor.

Buna rağmen kapitalizm ve onu temsilen Avrupa'nın kapitalist tüm hükümetleri kemer sıkma politikalarında ısrar edeceklerdir. Sadece Yunanistan ve diğer zayıf ülkeler için değil, tüm Avrupa ülkeleri için hazırlanan kemer sıkma paketi/ya da paketleri uygulamaya sokulacağı günü bekliyor. Kapitalist hükümetler buna adeta mahkumdur.

Bu arada, kapitalist sınıf sistemi yaşatmak ve kendi iktidar tekelini korumak için, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, faşizm ve savaş gibi kirli ve kanlı her türlü silaha başvurmaktan da çekinmeyecektir.

Fakat karşı yönden, başta Yunanistan ve İspanya olmak üzere işçi, emekçi ve gençlik de, daha öncekilerde olduğu gibi, bu saldırıya karşı da direnmek konusunda kararlıdır. Nitekim daha şimdiden tüm Avrupa proleter kitle hareketleriyle çalkalanıyor. Daha ve daha da önemlisi, bu durum giderek bir süreklilik kazanıyor. Ancak tüm bunlar devrimci bir önderlikten yoksunluk koşullarında gerçekleşiyor. Haliyle, tüm bu devinimlerin ortaya çıkardığı devrimci imkanlar değerlendirilemiyor, sonuçlarına ulaştırılamıyor.

Kriz nedeniyle kapitalist sınıfın adeta nefessiz kaldığı günümüz Avrupa'sında bir kez daha devrimci sınıf partisinin eksikliği kendisini hissettiriyor. Ne var ki ve ne yazık ki, Avrupa proletaryası hali hazırda bu silahtan yoksundur. Fakat bu eksiklik giderilemeyecek bir eksiklik de değildir. Inancimiz sudur ki, yine bizzat Avrupa'daki sosyal sınıf hareketlerinin kendisi bu eksikliği çok daha yakıcı hale getirecek, er ya da geç bu eksikliği giderecek imkanları da yaratacaktır.

Enternasyonal-İnfo