Almanya'da eyalet seçimleri, sonuçları ve kısa dersler

  • Arşiv
  • |
  • Kategori yok
  • |
  • 16 Mayıs 2012
  • 18:17

Schleswig-Holstein eyalet seçiminin ardından, bu kez de NRW'de seçime gidildi. Her iki eyalet seçiminin ortak özelliği, seçimlere katılımın düşük olmasıydı. Örneğin, çok yoğun bir nüfusu barındırmasına karşın, Kuzey Ren Vestfalya'da oy kullanan seçmen sayısı yüzde 53 civarında kaldı.

Her iki eyalette yapılan seçimlerde de hükümet partileri büyük oy kaybına uğradılar. Schleswig-Holstein'da son 50 yılın en kötü sonucunu alan CDU, bir hafta arayla yapılan Almanya'nın en kalabalık nüfusuna sahip ve göçmenlerin en yoğun yaşadığı eyalet olan Kuzey Ren Vestfalya'da da aynı akıbete uğradı. Hükümetin ortağı Liberal Demokrat Parti, Schleswig-Holstein'da barajı aşamamış, parlamento dışında kalmışt. NRW'de ise, barajı aşıp parlamentoya girdi. Ne var ki, o da ciddi bir oy kaybına uğradı.

Eyalet seçimlerinde ağir yenilgi alan bir başka parti de Linke (Sol) Parti oldu. Bu parti her iki eyalette de barajı aşamayarak eyalet parlamentolarından tasfiye oldu. Berlin eyalet seçimleriyle yakaladıkları yükseliş çizgisini devam ettiren Piraten (Korsanlar) Partisi ise her iki eyalet seçiminde de barajı aşarak, seçim başarısını tekrarladı.

Tüm gözlemciler, daha şimdiden, erken bir seçime gidilmezse eğer, 2013 yılında yapılacak olan federal parlamento seçimlerinde de bu durumun tekraralanacağını ve yeni bir hükümet değişikliğinin, somut olarak da yeni bir SPD-Yeşiller koalisyonunun neredeyse kaçınılmaz olduğunu ileri sürüyorlar.

Merkel hükümetinin sosyal yıkım ve savaş politikaları onaylanmadı

Almanya'daki eyalet seçimleri, son dönemlerde gitgide süreklilk kazanan grev, direniş ve sokak gösterileriyle çalkalanan kapitalist dünyanın en önemli kalelerinden biri olan Avrupa’da sadece Yunanistan ve İspanya gibi iflasın eşiğindeki ülkelerde değil, krize rağmen ekonomik büyümeyi sürdürmekle övünen, hem içerde hem de dışarda saldırgan politikalar izleyen Alman emperyalist devletinde de işlerin iyi gitmediğini göstermistir.

Şöyle ki; Alman emperyalist devleti, belli bir süreden beri iktisadi ve politik alanda sahip olduğu tüm üstünlüklerini Avrupa'nın, başta Yunanistan ve İspanya gibi ekonomisi iflasın eşiğine gelmiş bulunan ülkelerinin iç işlerine müdahele etmede ve bu ülkelerin hükümetlerini biçimlendirmede bir silah olarak kullanıyordu. Dahası, bunu kendisinin doğal bir hakkı olarak görüyordü.

Tam bir sömürgeci zihniyetin ifadesi olan bu onur kırıcı politikaya ilk darbeyi Fransa işçi ve emekçileri vurdular. İşçilere, emekçilere ve kardeş halklara düşmanlık ile emperyalistlere özgü haydutlukta başı çeken Sarkozy'yi Cumhurbaşkanlığı tahtından aşağı düşürdüler. Bunu, yine seçim sonuçları üzerinden Yunanistanlı işçi ve emekçilerin anlamlı çıkışı izledi. Yunanistanlı işçi ve emekçiler de kardeş Fransa emekçileri gibi, kendilerine ikide bir kemer sıkma paketleri dayatan, bununla da kalmayıp, başlarına sömürge valileri atamaya kalkan ve onları onur kırıcı bir yaşama mahkum etmeye çalışan A. Merkel arkasındaki Alman tekellerine ve onların “kurtarma paketleri” adı altında önlerine uzattıkları her saldırı paketini uşaklara özgü bir uysallıkla onaylayan Yunanistan hükümeti ve partilerine hatırı sayılır bir tokat attılar. Burada da hükümet partileri hezimete uğradı. Adeta sandığa gömüldüler.

Bitmedi, dahası var...

'Ekonomik krize rağmen ekonomik büyümesini sürdüren Alman ekonomisi' propagandası eşliğinde hayata geçirilen bu yıkım politikaları, Almanya işçi ve emekçilerinin tepkisini çekmekte de gecikmedi. Onlar da Yunanistan ve Fransa emekçileri ile aynı şeyi yaptılar. A. Merkel'in başında olduğu partiye (CDU) oy vermediler. Böyle yaparak, aynı zamanda, bu işçi ve emekçi düşmanı hükümetin kardeş halklara dönük saldırgan politikalarını onaylamadıklarını da ortaya koymuş oldular.

Avrupa'da hiçbir kapitalist hükümet güvencede değildir

Alman tekelci burjuvazisinin o çok övündüğü ekonomik büyümesini, kuşkusuz ki, başta işçi sınıfı gelmek üzere, toplumun çalışan yığınlarını yoğun biçimde sömürmeye, düşük ücret politikasını kalıcı hale getirmeye, işçileri sıfır zamma mahkum etmeye, yoksulluğu derinleştirmeye, güvencesiz çalışmayı yaygınlaştırmaya, işsizlik tehdidi ile özellikle genç kuşağı çağdaş kölelik uygulaması ve ucuz işgücü kaynağı olan taşeron sistemine razı etmeye borçludur. Kimi burjuva gözlemciler dahi, Almanya'daki ekonomik büyümenin sırrının 'son yirmi yıldır reel ücretlerde devam eden düşüş' olduğunu itiraf ediyorlar.

Tümü de her gecen gün daha da can yakıcı hale gelen bu sorunlar, önlenemez bir biçimde işçi ve emekçiler içinde gitgide artan bir hoşnutsuzluğa yol açıyor ve öfke biriktiriyor. En önemlisi de bu hoşnutsuzluk, giderek hissedilen bir mücadele eğilimini besliyor. Nitekim, sendika yönetimlerinin TİS sürecindeki ihanet ve baştan savma çabalarına karşın, işçi ve emekçiler oldukça yaygın biçimde uyarı grevlerine başvurdular, pek çok yerde protesto gösterilerine katıldılar. Bu grev ve direnişlerdeki yüksek katılım dikkate değerdi ve sürekli bir artış gösterdi. Bu yıl yapılan 1 Mayıs gösterilerine bir milyondan fazla insanın katılmış olması, dikkate değer bir başka gelişmedir.

Öte yandan, Almanya'da ne denli çarpıtılıp içi denli boşaltılırsa boşaltılsın, yine de güçlü bir çevre ve emeperyalist savaş karşıtı bilinç ve gelenek de var. Bu nedenledir ki, Almanya her zaman için bu eksenli eylemlere sahne olmaktadır. Daha yakın bir tarihte, Fukuşima felaketi nedeniyle patlak veren nükleer santral karşıtı eylemler, yine aynı dönemde yükselen, kapitalist tüketim toplumunu sorgulamada ifadesini bulan eleştirler de bunun somut ifadesiydi

Kısacası, ekonomik durumu görece iyi olan Almanya işçi sınıfı ve emekçileri, kardeş Fransız işçi ve emekçileri kadar olmasa da, belli bir mücadele eğilimi içindedir. Krizin, özellikle de çevre ülkelerin iflasın eşiğine gelmesinde büyük rol oynayan borç krizinin derinleşmesine ve yıkıcı sonuçlarının hissedilir hale gelmesine bağlı olarak canı yanan yerli ve göçmen işçi ve emekçiler içindeki bu mücadele eğilimi, daha somut biçimler alacaktır. Onlar da Yunanistan ve Fransa'daki sınıf kardeşleriyle aynı yolda yürüyeceklerdir.

Merkel hükümetinin eyalet seçimlerinde yaşadığı açık hezimetin şahsında ortaya çıkan gerçek şudur; Avrupa'da IMF, AB ve AMB üçlüsünün dur durak bilmeyen saldırı politikalarına bundan böyle kolay kolay geçit verilmeyecektir. Bundan böyle bu politikaları acımasızca uygulayan hiçbir kapitalist hükümetin geleceği yoktur. Hiçbiri güvencede olmayacak, er yada gec yıkılacaklardır. Yunanistan, İspanya, Hollanda ve Fransa'daki gelişmeler de tümüyle bunu doğrulamaktadır. Emekçi ve kardeş halkların azılı düşmanı, bir sosyal yıkım ve savaş hükümeti olan A. Merkel hükümetinin akıbeti de aynı olacaktır.

Son söz yerine

Avrupa'da borç krizi olarak yaşanan kriz önlenemiyor, tam tersine daha bir derinleşiyor. Bir ülkede yaşanan herhangi bir gelişme, bulaşıcı bir hastalık misali hızla bir diğerine sıçrıyor. Başlarda bankaların ve şirketlerin iflasını izlemiştik. Şimdilerde ise devletlerin batışına tanık oluyoruz. Her yerde bir kaynaşma var. Avrupa'nın tüm metropolleri neredeyse süreklilik kazanan kitle eylemleriyle çalkalanıyor. Hiçbir kapitalist hükümet rahat değil; biri istifa ediyor ve yenisi kuruluyor. Gelinen yerde, büyük hayallerle kurulan AB'nin dahi geleceği tartışılıyor. Tüm veriler, önümüzdeki dönemlerde Avrupa'nın daha yığınsal, daha yaygın ve daha militan proleter kitle hareketlerine sahne olacağını gösteriyor.

Avrupa'nın her yerinde, sermayenin merkezi nitelik kazanmış bulunan saldırılarına karşı, yerlisi ve göçmeni ile tüm uluslardan işçilerin ve emekçilerin birlesik devrimci sınıf mücadelesini yükseltmek; günün görevi budur.

Enternasyonal İnfo