Agos editörü Pakrat Estukyan ile konuştuk...

  • Arşiv
  • |
  • Siyasal Gündem
  • |
  • 03 Kasım 2012
  • 14:33

1.500.000 soykırım kurbanının inkarını bir devlet politikası olarak algılayan sistemden +1 için adalet beklemek safdillik olacaktı!”


- Türkiye, savaş, saldırganlık, sömürü ve şovenizm ile mağrur bir coğrafya. Burada etnik kimliklere yönelik baskı ve asimilasyon da önemli bir yer tutuyor. Siz Ermeni toplumunun sesi olarak ortaya çıkmış bir gazete olarak içinden geçmekte olduğumuz bu atmosferi nasıl görüyorsunuz?

Pakrat Estukyan: Öncelikle sorunuzu çalışanı olduğum Agos gazetesi adına değil, kişisel görüşlerimle cevaplayacağımı belirtmeliyim.

T. C.’nin tarihsel arka planını oluşturan Osmanlı Devleti, bütün emperyalist ülkeler gibi savaşçı, saldırgan ve sömürücü bir yapıya sahipti. Ancak etnik şovenizmle açıklanacak bir karaktere sahip olduğunu iddia etmek mümkün değil. Osmanlı siyasi aklı, biat ettikleri sürece imparatorluk tebaalarının etnik kimliği arasında tercih yapma gereği duymuyordu. Ancak savaş yorgunu bir imparatorluğun enkazı üzerine, Turancı kadroların tasfiyesi ile inşa edilen Cumhuriyet Türkiye’si günün politik gerçekliği içinde savaş fikrinden uzak durmaya çaba gösterse de, istilacılık heveslerini bilinçaltında her daim canlı tuttu.

2. Dünya Savaşı süresince büyük bir hevesle Hitler’in zaferine ümit bağladı. Bu ihtimalin gerçekleşmesi halinde Ermenistan üzerinden Sovyetler Birliği’ne saldırmayı umuyordu. Savaşın seyri farklı gelişince, NATO’ya üye olarak, kuruluş felsefesi olan “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini şiar edindi. Ancak beliren ilk fırsatta da bilinçaltındaki saldırganlığa ve işgalciliğe başvurabileceğini Kıbrıs’ın kuzeyini işgal ederek, körfez savaşında “üç koyup beş alma” hesapları yaparak, günümüzde ise Suriye politikasıyla gösteriyor.

Bu gün Türkiye halklarına zorla giydirilen bir deli gömleğini andıran üniter devletin çatırdadığına tanık olmaktayız. Yaklaşık doksan yıl boyunca dilleri ve kimlikleri yasaklayan, bu bağlamda en temel insan haklarını çiğneyen asimilasyon politikası tam bir açmaza dönüştü ve mutlaka değişmek zorunda. Bir gazete yazarı olarak sorumluluğum ise, bu çatırdamanın, üniter devletten demokratik devlete geçiş sürecinin en az hasarla, en az insani tahribatla yaşanmasına çalışmayı gerektiriyor.

- Ermeni toplumu aslında soykırımdan beri bu ülkede aşağılanmaya ve hor görülmeye devam ediliyor. Ermeni toplumunun bugün için öncelikli sorunları ve talepleri nedir?

Pakrat Estukyan: Türkiye Ermeni toplumu cumhuriyet tarihi boyunca özgün kimliğini, inancını, dilini ve geleneklerini mümkün olduğunca göze batmamaya çalışarak korumayı amaçladı. Bu günün öncelikleri ise tüm mağduriyetlerini görünür kılarak Türkiye toplumunun demokrat ve özgürlükçü unsurlarının dayanışmasını talep etmek şeklinde tezahür ediyor. Doğal olarak da böylesi bir iklim değişikliği toplum içinde gelenekçiler ve yenilikçiler arasında derin görüş ayrılıklarına yol açıyor.

- AGOS uzun süredir yayın yapan bir gazete ancak adı daha çok Hrant Dink’in katledilmesinin ardından gündeme geldi. Dink’in katli üzerine çok şey yazılıp çizildi, devletin rolü de hayli teşhir oldu. Siz kısaca bu sürece dair neler söylemek istersiniz?

Pakrat Estukyan: AGOS 1996’dan, yayınlandığı ilk günden itibaren hedeflediği okur profiline ulaşmış bir gazete. Hrant Dink’in katledilmesi ile okur profilinde bir değişiklik yaşanmamakla birlikte, tirajda çok ciddi bir yükseliş yaşandı. Hrant’ın katli konusunda en yalın ve gerçekçi tanım ünlü gazeteci Robert Fisk‘in 1.500.00+1 formülü. 1.500.000 soykırım kurbanının inkarını bir devlet politikası olarak algılayan sistemden +1 için adalet beklemek safdillik olacaktı.

- Bugün Türkiye Ortadoğu’da ABD adına taşeronluk yaparak halkları tehdit ediyor. Somutta Suriye’ye yönelik tehditler, savaş ve saldırganlığın kapıda olduğunu gösteriyor. Savaş ve saldırganlık politikalarını nasıl yorumluyorsunuz?

Pakrat Estukyan: Türkiye’nin dış politikası 1950’li yıllarda benimsenen ilkelerle günümüze ulaşmıştır. Bu ilkeler ABD’ye ve onun temsil ettiği küresel kapitalizme mutlak bağlılıkla açıklanabilir. Bu dış politika İsrail ile de dayanışmayı gerektiriyor. Bu bağlamda Davos’taki “van minüt” çıkışı ve “Mavi Marmara” gerilimi perdenin önünde sahneleniyorlar. Perdenin arkasında ise bizim göremediğimiz, ancak çok iyi bildiğimiz farklı tezgahlar çalışıyor. Suriye’ye karşı izlenen siyaset en çok İsrail’i memnun ediyor.

Diğer yandan Türkiye’de toplumsal düşünce zaman zaman devlet siyasetinden büyük ayrışmalar gösterebiliyor. Bu durumu 12 Mart generallerinden Memduh Tağmaç “Sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı, bunu dizginlemeliyiz” cümlesiyle açıklamıştı. Şimdi de Türkiye toplumu mevcut hükümetin Suriye politikasını desteklemiyor. Hatta bu hükümet için oy verenler de savaşa karşı bir duruş içindeler. Sonuçta halk kendi çıkarları ile küresel kapitalizmin çıkarlarının örtüşmediğini, tersine çatıştığının farkında. Savaşın ülke ekonomilerine ivme kazandırdığı savı büyük bir yalandır. Bu yıkım ortamından sadece spekülatörler, büyük sermaye sahipleri zenginleşir. Savaşlar halklara sadece ölüm ve yoksulluk getirir.

- Bu savaş, sömürü ve şovenizm atmosferinde sınıf devrimcileri “İşçilerin birliği halkların kardeşliği!” şiarıyla bir etkinlik örgütlüyor. Etkinliğin hedefi ise bildiğiniz gibi savaşa ve şovenizme karşı halkların kardeşliği çağrısı yapmak. Etkinliğe dair söyleyeceğiniz bir şey var mı?

Pakrat Estukyan: Savaşa, şovenizme, sömürüye karşı mücadele edenler, sınıf kavramına çok yeni ve gerçekçi bir yorum getirdiler. Yeni slogan “Biz %99’uz” şeklinde. 21. yüzyılın sermayesi çok uluslu şirketler olarak küreselleşti ve tüm insanlığı sömürmekte. Bu neoliberal sömürünün en önemli hedeflerinden biri de emeğin yanı sıra doğanın da talanına dayanıyor. Bu soyguna ve talana karşı çıkan her etkinlik desteklenmeli, duyulur kılınmalı, yaygınlaştırılmalı.