Açlık grevi kritik aşamada... / KB

  • Arşiv
  • |
  • Makaleler/Yazarlar
  • |
  • Kızıl Bayrak
  • |
  • 10 Kasım 2012
  • 13:54

AKP “iyi polis-kötü polis” oynuyor!


Kürt siyasi tutsaklarının başlattıkları açlık grevi 2. ayını geride bırakırken eyleme katılımın 10 bini bulduğu ifade ediliyor. Sermaye devleti ise “iyi polis-kötü polis” numarasıyla süreci yönetmeye çalışıyor. “İyi”yi oynamanın Arınç’a düştüğü piyeste “kötü” ise her zaman olduğu gibi yine Erdoğan...

Bununla birlikte açlık grevi eylemlerine yönelik başlayan devlet terörü en basit basın açıklamasının dahi polisin saldırganlığına hedef olması biçiminde yayılıyor. Dün, görece rahat biçimlerde gerçekleştirilebilen eylemler, bugün doğrudan saldırı ve gözaltı ile sonuçlanıyor. Kimi yerde ise sivil faşistler devletle kolkola Kürt halkına saldırıyor, linç girişimlerinde bulunuyor.

Kürt hareketi cephesinden kritik bir gelişme ise devletin başlattığı Güney Kürdistan saldırısı. Belli periyodlarda olduğu gibi geçtiğimiz günlerde de TSK Kandil’e yönelik hava saldırısı düzenleyerek sivil halkı bombaladı. Bununla birlikte burjuva basın Güney Kürdistan’a yönelik kara hareketine dair bir dizi iddiada bulundu ancak HPG kaynakları bu iddiaları yalanladı.

Kürt halkının kalbi zindanlarda atıyor!

Kürt halkını zindanlara doldurarak sindireceğini sanan devletliler, bugün –dışarıdan da görülebildiği gibi- kafalarını duvarlara vurarak çözüm yolu bulmaya çalışıyor. Bugüne kadar uygulanan baskı ve zoru yineleyerek Kürt sorununu çözmeye çalışanlar, bir kez daha kendilerinden öncekilerin düştükleri açmaza ve çaresizliğe düşerek sağa sola saldırıyor, saldırdıkça da daha beter batıyorlar.

KCK operasyonu adı altında binlerce Kürdü cezaevlerine yollayan AKP, bunu terörle mücadele ve Kürt sorununun çözümü olarak sunmuş, operasyonlar sürdükçe ve zindanlar Kürtlerle doldukça belli ki çözümde de mesafe katettiğini sanmıştı. Ancak gelinen yerde zindanlara tıkılan Kürtlerin hiç de yılmadığı ve yeni biçimlerle direnişi sürdürdüğü gerçeği günyüzüne çıktı. Sessizce oturması beklenen Kürt siyasi tutsaklar 12 Eylül’den bu yana yürüttükleri kararlı direniş ile Kürt sorununu gündeme getirdiler ve çözüm çağrılarını yinelediler.

Kürt hareketinin silahlı direniş ile yükselttiği mücadele açlık grevleriyle birlikte çok daha kitlesel bir boyuta ulaştı ve çok yönlü mücadele sermaye devletinin Kürt sorunundaki çözümsüzlüğünü de hatırlattı. Son olarak ise direnişin 55. gününde açlık grevine katılan tutsak sayısı 10 bine çıktı.

Bugün coğrafyanın her köşesinde, her gün onlarca eylem yapılarak Kürt tutsakların direnişi sahipleniliyor. Öğrenci gençlikten doktorlara, avukatlara kadar pek çok kesim taleplerin kabul edilmesi için eylemler düzenliyor. Destek açlık grevleri ve yürüyüşlere her geçen gün yenileri ekleniyor.

Kuşkusuz ki bu eylemlerin vahşi bir devlet terörüyle karşılanması yeni değil. Geçtiğimiz hafta başlayan ve devletin merkezi bir kararı olduğu açık olan uygulama, özellikle açlık grevi gündemli tüm eylemleri hedef haline getirmiş durumda. Kürdistan’da çatışmaların şiddetli geçmesi zaten alışıldık bir durum, ancak bu kez Batı’da da her eyleme saldıran polis, değil yürüyüş, rutin bir basın açıklamasına dahi izin vermiyor. BDP binası önünde açıklama yapmak isteyen Aysel Tuğluk ve Sebahat Tuncel’in dahi biber gazlı saldırıya uğraması, tek merkezden yönetilen devlet terörünün pervasızlığının işareti.

Bursa’da ise saldırganlığın aldığı farklı biçim Kürtler’e yönelik linç girişimi olarak kendini gösterdi. Kürtlerin bulunduğu mahalleyi basan faşistler polis ile birlikte terör estirdi. Yaşananlara dair Bursa Valisi Şahabettin Harput’un açıklaması ise devlet parmağını işaret ediyor. Zira Vali önce faşist güruha teşekkür etti, ardından “Devlete ve vatana kalkan el kırılır ve kırılacaktır ama bunu devlet kıracaktır” dedi.

AKP’nin açlık grevi çıkmazı

AKP şeflerinin açlık grevlerine dair yaptıkları ve birbirinden farklı görünen açıklamalar ise kimi yerde AKP arasında fikir birliği olmadığı biçiminde yorumlanıyor. Ancak en azından açlık grevleri konusunda bir görüş ayrılığı ya da çatlak olmadığı açık. Olayın vahametinin fazlasıyla farkında olan AKP, ikili bir taktik izleyerek kendince bir kriz yönetimi politikası uyguluyor.

Tayyip Erdoğan her fırsatta Kürt hareketine ve BDP’lilere saldırırken açlık grevlerine dair yalan ve çarpıtmalarda bulunarak popüler tabirle “şahin” pozu kesiyor. Her gün bir başka “çarpıcı” açıklama yapan Erdoğan son olarak da kendisini sert konuşmakla suçlayanlara “Elma şekeri mi dağıtacağım, onların anladığı dilden anlatacağım. Herkese akıllarının alacağı şekilde konuşacaksınız” diyerek BDP’ye hakaretlerini sürdürdü.

Sözü açlık grevlerine de getiren Erdoğan, “Açlık grevine insanları sevkeden hükümet değil, BDP’dir” diyerek şunları söyledi: “Bu insanlar sizin kanlı hesaplarınızın, ölüm oyunlarınızın parçası olmak zorunda mı? Elinizi bu insanların yakasından çekin”

Erdoğan’ın bu sözlerinin tutacak bir yanı bulunmuyor zira BDP’nin elini çekmesini istediği kişiler, AKP’nin türlü komplolar sonucu tutuklayarak hapishanelere doldurduğu onbinlerce Kürt siyasi tutsak. Bu tutsaklar bizzat AKP’nin ve sermaye devletinin ellerinin yakalarını bırakmadığı için şu an cezaevindeler ve en meşru taleplerle açlık grevi direnişindeler.

AKP şefinin bu saçma sapan açıklaması, artık hükümetin demagoji yapacak mecalinin dahi kalmadığını ve böyle tutarsız açıklamalara sarıldığını gösteriyor. Oysa Bülent Arınç’ın yaptığı açıklamalar, adeta sürecin çözümü için yapılan hamleler gibi sunuluyor.

Bakanlar kurulu toplantısının ardından basına açıklamalarda bulunan Arınç açlık grevi taleplerine değindi. Önce üç talebi hatırlatan ve bunların “hiçbir mantıksal, hukuksal ve vicdani dayanağı olmadığı”nı iddia eden Arınç ardından ise taleplerin bir kısmının zaten karşılanacağına yönelik imalarda bulundu.

Önce anadil sorununu ele alan Arınç, AKP kongresinde anadilde savunma yasağının kaldırılması kararının zaten alındığını, Başbakan’ın talimatıyla önümüzdeki günlerde Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda 202. maddeye bir fıkra ekleneceğini ve bu sorunun çözüleceğini ifade etti. Ayrıca dil başta olmak üzere tüm red politikalarının da kaldırılacağını söyledi.

Öcalan’a yönelik ise tecritin sözkonusu olmadığını iddia eden Arınç şunları söyledi: “Avukatlarıyla iki sebepten görüşme kesildi. Birincisi, avukatların bazı suçlardan dolayı tutuklu olması. İkincisi, kendi sözlerinin dışarıya yanlış aksettirildiği için avukatlarıyla Öcalan’ın görüşmeme talebidir. Öcalan, isterse avukatlarıyla görüşme sağlanabilir.”

Arınç açlık grevini sürdüren tutsaklara eylemi bitirme çağrısı yaparken eylem sürerse “kendi görevlerini yerine getirmenin vicdani rahatlığı” içerisinde olacaklarını söyleyerek aba altından sopa göstermeyi ve müdahale tehdidinde bulunmayı da ihmal etmedi.

Her ne kadar Arınç, açıklamaları ile eylemi ciddiye almıyormuş havası yaratmaya çalışsa da eylemin tüm taleplerine değinerek bir biçimde karşılamaktan bahsetmesi, eylemin hükümeti zor duruma düşürdüğünün göstergesi.

Bu açıklamanın 19 Aralık öncesinde yapılan oyalama taktiklerinden biri mi olduğu ise halen daha önemli bir soru. Özellikle Kürt hareketi cephesinden gelen açıklamalar, AKP’nin açıklamalarının kandırmacadan ibaret olduğu yönünde. Aynı süreçte kimi gazetelerde yer alan haberler bu tehlikeyi doğruluyor. Hükümetin müdahale hazırlığında olduğu, Adalet Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı arasında yapılan yazışmalarda müdahale sonrası ne yapılacağı gibi konulara değinildiği ve zindanlara gaz maskesi gönderilmesi gibi hazırlıklar yer yer basına sızıyor/sızdırılıyor.

Sınır ötesi operasyon iddiası

Açlık grevi konusunda eli kolu bağlanan devletin Güney Kürdistan’a yönelik başlattığı saldırı ise, Kürt halkına yönelik düşmanlığın yansıması oldu. TSK, hafta başından bu yana Medya Savunma Alanları’na yönelik düzenlediği hava saldırıları ile çok sayıda sivil yerleşimi vurdu.

“Terörle mücadele” adı altında yaldızlanan operasyonların bilançosu ise iki sivilin ölümü ve bir çok köyün yerle bir edilmesi. Evleri, hayvanları, bağ ve bahçeleri yokedilen köylüler Türkiye devletine karşı tepkili ancak köylerini terketmemekte de kararlı.

Yine sınır ötesi operasyonla ilgili basına yansıyan bir başka haber ise Türkiye’nin Güney Kürdistan’a yönelik kara harekatı başlattığına dair. Burjuva basın tarafından “TSK girilmez denen kampa girdi” biçiminde alışıldık formatta duyurulan haberlerin gerçekliği ise hayli meçhul. Zira haberler gazete sayfalarına yansıdıktan kısa bir süre sonra HPG kaynakları açıklama yaparak böyle bir operasyon olmadığını duyurdular.

Bu gelişmelere bakıldığında devletin açlık grevleriyle düştüğü aczi “öldürdüğü Kürt sayısı” ile tolere etmeye çalıştığı düşünülebilir.

Kürt hareketi kararlı ve temkinli!

Direnişe dair hükümet cephesinden birbirine zıt açıklamalar yapılırken ve basın eliyle türlü demagojiler havayı kirletirken ortaya çıkan tablonun Kürt hareketi tarafından da dikkatle izlendiği ve açıklamaların değerlendirildiği görülmekte. Hareket bir yandan taleplerin karşılanabileceğini vurgularken bir taraftan da olası oyalamalara karşı da uyanık olduğunu belirtiyor. Ayrıca cezaevlerine yönelik bir müdahale karşısında da hükümeti uyarıyor.

KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı adına 6 Kasım tarihinde yapılan açıklamada makul talepler karşılanırsa açlık grevleri sonlanabilir vurgusu yer alıyor. Taleplerin kabul edilmesi için bir yandan Kürt halkı ve ilerici güçlerin mücadele etmesi gerekliliği belirtilirken AKP’ye de talepleri kabul etme ve sorunu çözme çağrısı yapılıyor. Aksi halde sorumluluğun AKP’de olacağı vurgulanıyor.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık ise Azadiya Welat gazetesine yazdığı yazıda AKP’nin toplumu kandırmaya çalıştığını belirtti. Eylemde gelinen yeri ve eylem karşısında farklı kesimlerin tutumunu değerlendiren Bayık, AKP’nin çözeceği söylenen taleplere dair de şunları belirtti: “Anadilde savunma hakkı tanıyacakları da yalandır. Bu konuda biraz gevşeme yapacaklar ama anadilde savunma hakkını yine tam tanımayacaklardır. Anadilde eğitim ve kamuda tam kullanma özgürlüğü tanınmadan anadilde savunma özgürlüğünü de tam tanımazlar. Hiç kimse kendini kandırmasın.”

BDP yöneticilerinin de yaptığı açıklamalar gözönüne alındığında AKP’nin açıklamalarına temkinli yaklaşıldığı ve tüm olasılıklar gözönüne alınarak sürecin izlendiği görülüyor. Somut ve gerçekçi kazanımlar elde edilmeden eylemin sona erdirilmeyeceği ise her fırsatta yineleniyor.

7 Kasım 2012

(Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak, 9 Kasım 2012, Sayı 11-44)