2013 katastrofa doğru AB’nin beş zayıf halkası - Volkan Yaraşır

  • Arşiv
  • |
  • Volkan Yaraşır
  • |
  • 20 Ekim 2012
  • 15:54

AB, kapitalizmin yapısal krizinin odağına dönüştü. AB’yi saran kamu borç krizi ve bankacılık krizi bir iç senkron halinde birbirini tetikliyor ve derinleştiriyor. 2012 yılı AB için “kayıp” yıl olarak geçti. AB’de borç ve bankacılık krizinin yoğunlaşması ve derinleşmesi büyük sosyal patlamaların önünü açıyor. 2013 yılı, özellikle AB coğrafyasında olağanüstü gelişmelere gebe bir yıl olacak. Bir taraftan Avrupa gericiliğinin sistematik saldırıları, olağanüstü rejimler, devletin reorganizasyonu yönündeki düzenlemeler, diğer taraftan büyük sınıf ve kitle hareketlerinin salınımları tüm kıtada etkisini gösterecek. AB’de krizin derinleşmesi ve enfekte olması sınıfsal antagonizmayı şiddetlendiriyor. Sınıfsal öfke ve kin kıtanın her ülkesinde birikiyor. 2012’de yaşanan genel grevler, yaygın grev ve kitle eylemleri bunun göstergesi oldu. Kıtada sadece Akdeniz Havzası sarsılmadı, AB’nin dominant ülkelerinde de yaygın eylemler yaşandı. 2013’te sınıfın öfke patlamaları yıkıcı ve sarsıcı sonuçlar yaratabilir. Kıtada yıkıcı enerji birikiyor ve sıkışıyor.

AB fırtınanın merkezi

AB, 2009 sonunda hızla krizin sarsıcı anaforu içine girdi. Önce kıtanın Akdeniz Havzası’nı saran kriz, kamu borç krizi olarak senkronize bir karakter gösterdi. AB’nin 3. ve 4. büyük ekonomilerine sahip ülkeleri tehdidi altına aldı. Önce İspanya senkron dalgası içine girdi. Daha sonra İtalya sarsıntılar yaşamaya başladı. Böylece Avro bölgesinde Yunanistan, İrlanda, Portekiz, İspanya ve İtalya’yı kapsayan beş zayıf halka oluştu.

2010-2011 yılında kriz bir iç senkron kazanarak, kamu borç ve bankacılık krizi şeklinde iç içe geçti. 2012 bu çifte krizin birbirini beslediği ve tetiklediği bir yıl oldu. Zombi bankacılık sadece AB’deki bankacılık sitemini değil, ABD’deki sistemi de etkileyecek faza ulaştı.

AB’deki krizin iki boyutu var. Birincisi AB kapitalizmin yapısal krizinin sonuçlarını çıplak ve çarpıcı bir şekilde yaşıyor. Yine bununla bağlantılı ama AB özgünlüğünden kaynaklanan faktörlerle kriz, yeni biçim ve faz kazanarak derinleşiyor. Bu ikili boyutun 2013 yılında daha sarsıcı ve yıkıcı sonuçlar doğurması kaçınılmaz görünüyor.

Kapitalizmin doğası ve hareket yasaları krizleri doğuran temel faktördür. Kriz kapitalizmin genetiğindedir. Onun içsel mantığında saklıdır. Kapitalizmin yapısal krizi, kapitalizmin organikliğinde anlamlanır. Yapısal kriz ya da büyük bunalım, Marksist kriz teorisinin en önemli parametresi olan kâr oranlarında düşme eğilimi ya da yasasından kaynaklanan olağanüstü bir kaotik süreçtir.

Bu yön AB’de yaşanan krizin temel nedenidir. Krizin yapısal kökenleri yanında AB’nin bazı özgünlükleri krizin biçim alışını ve gelişim seyrini etkiledi.

En başta, AB emperyalist bir bloklaşmadır. Bu bloğun inşası her şeyden önce AB’nin çekirdek emperyalist ülkelerine hegemonyalarını restore etme ve yayma olanağı sundu. AB’nin oluşumu bir emperyalist proto-devlet yapılanması olarak Fransa ve özellikle Almanya’ya muazzam ataklar yapma şansı verdi. Temel etkilerinden biri para birliğine geçiş oldu.

Avro’ya geçiş, yarattığı kur farkıyla özellikle Almanya’nın ihracatını olağanüstü kolaylaştırıcı bir etki yarattı. Bu durum başka bir yanıyla Almanya ve Fransa ekonomilerinin dış ticaret fazlası vermesine yol açtı. Aynı süreç AB’nin periferisi için tam tersi bir etki doğurdu. Bu ülkelerde ihracat düştü, dış ticaret açığı hızla yükseldi. Bugün yaşanan muazzam bütçe açıklarının kökleri bu düzenlemelere dayanmaktadır.

Kriz, periferide yer alan ülkeler için Avrupa Birliği’nin bütün yaldızlı tanımlamalarını boşa çıkardı. AB’nin emperyalist bir proje olduğu kitleler tarafından kavranmaya başlandı. Yunanistan somut bir örnek olarak öne çıktı.

Başından itibaren AB emperyalist bir proje olarak realize edildi. Eşyanın tabiatına uygun bir biçimde kapitalizmin eşitsiz ve birleşik gelişim yasası kıtada en acımasız şekilde yaşandı. Yeni bir uygarlık projesi olarak lanse edilen AB, “modern” barbarlığın bütün kurallarına uygun biçimlendi.

Almanya hızla öne çıktı. AB Almanya’nın hegemonyasını yaygınlaştırmasına ve genişleme politikalarına hizmet etti. 1990 sonrasında Demokratik Almanya’yı “yutan” Almanya kısa bir zamanda Doğu Avrupa’nın tartışılmaz hakimi oldu. AB içinde yapısal eşitsizlikleri son derece iyi değerlendirip AB’yi bir anlamda kendi hinterlandına dönüştürdü.

Bunun yanı sıra Alman kapitalizminin sermaye ve teknoloji yoğun üretim yapabilme kapasitesinin yüksekliği ona ciddi avantajlar sağladı. Emek verimliliği arttı ve kâr marjı yükseldi. AB içinde Almanya’nın rekabet gücü hızla arttı. Periferi için durum son derece kötü seyretti. Periferinin rekabet kabiliyeti kırıldı. İtalya, İspanya özellikle Yunanistan, Portekiz, İrlanda, İzlanda şiddetli rekabet kaybı yaşadı. Akdeniz Havzası ve Doğu Avrupa ülkeleri AB’nin Çin’i haline geldi ve ucuz emek rezervlerine dönüştü. Sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesine bağlı olarak Doğu Avrupa’nın ekonomisi çöktü. Almanya bu avantajlarını ülke içinde işçi ücretlerini 2000 yılının başlarında bastırarak ve belirli bir skalada tutarak daha da arttırdı.

Almanya, parasal birliğin sağladığı avantajlarla birlikte, AB ülkeleri içinde yapısal ekonomik eşitsizlikten yararlanarak, sermaye ve teknoloji yoğun üretim yapabilme kapasitesini arttırarak AB’nin dominant ülkesi olma özelliğini güçlendirdi.

Yaşanan kriz periferide yıkıcı sonuçlar doğurdu. Almanya ise ülke ekonomisinin özelliklerinden dolayı krize daha hazırlıklı girdi. Sübvansiye etme yeteneğiyle krizin sonuçlarından şimdilik kurtulmuş gözüküyor. Ama krizin giderek büyüyen anaforu Almanya’yı da kaçınılmaz bir şekilde etkileyecektir. Almanya krizi hegemonyasını yaymak ve bu yönde AB’nin yeniden yapılanması için kullanmaya çalışıyor. Almanya bir emperyal özne olarak AB’nin daha kristalize ve homojen bir yapıya bürünmesi yönünde adımlar atıyor.

Kapitalizmin yapısal krizinin, bir başka boyutta hegemonya krizi olduğu unutulmamalıdır. Hegemonya krizi, emperyal özneler arasındaki ilişkileri şiddetlendirmektedir. Almanya, AB’nin yeniden yapılanması hamleleriyle hegemonya krizine kendi cephesinden yanıtlar üretmeye çalışıyor.

Bankacılık krizi ve enfeksiyon etkisi

Önümüzdeki süreç AB’de kamu borç krizi ve bankacılık krizinin derinleşeceğini ortaya koyuyor.

ECB-Avrupa Merkez Bankası’nın parasal genişleme operasyonları ve parasal enjeksiyonları bankacılık krizinin şiddetini düşürmüyor, enfeksiyon etkisini kıramıyor.

Narkotik bir bağımlılık içine giren Avrupa bankacılık sistemi hızla zombileşiyor ve olağanüstü spekülatif pratiklerine devam ediyor.

Avrupa bankacılık sisteminin yarattığı enfeksiyonun küresel bir etkisi olacağı tartışılıyor. Ayrıca kıtayı saran kamu borç krizi giderek İspanya’yı ve İtalya’yı ciddi şekilde tehdit etmeye başladı.

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu S&P Avrupa Bölgesi için 2012’deki daralma beklentisini 0.7’den 0.8’e çıkardı. 2013’de ise %0.3 olan büyüme beklentisini 0.0’a indirdi. Ayrıca İspanya ve İtalya’da resesyonun derinleşeceğini vurguladı. Öte yandan IMF Başkanı, ufuktaki tehlikenin AB ve özellikle Avro Bölgesi’nde olmadığını, ABD ekonomisinin de ciddi tehdit oluşturduğunu açıkladı. WTO-Dünya Ticaret Örgütü 2012’de ticarette iniş yaşandığını, beklentilerinin 1.2 oranında aşağı çekildiğini, ticaretin ancak %2.5 gelişebileceğini açıkladı. Bu artışın, dünya ticaretinin son 20 yıldaki artış ortalamasının yarısı bile olmaması yaşanan sürecin ciddiyetini ortaya koyuyor.

Avro Bölgesi ekonomisi 2012’nin 3. çeyreğinde son üç yılın en büyük gerilemesini yaşadı. Bu bir yanıyla da Avro Bölgesi’nde şiddetli resesyonu işaretliyor. Almanya bu yıl ekonomik hareketlenmesini korusa da ve %1’lik bir büyüme gösterse de 2013 Almanya için kritik bir yıl olacak.

Özellikle İtalya ekonomisindeki daralmanın 2013 yılında da sürmesi bekleniyor. İtalya’nın yaşadığı durgunluğun, var olan bütçe açığını 2013’te büyütmesi kaçınılmaz görünüyor.

İspanya’yı saran zombi bankacılık krizi şiddetleniyor. Bu zamana kadar Troyka’yla mesafeli olan İspanya hükümeti, Troyka’nın (ECB, AB, IMF üçlüsünden) yardım talebinde bulundu. İspanya, krizin Yunanistan’dan sonra en kristalize yaşandığı ülke olarak öne çıkıyor. S&P İspanya’nın kredi notunu iki kademe düşürdü. İspanya’nın kredisi BBB- oldu. Yani kredi notu yatırım yapılamaz noktaya düştü ya da “çöp” seviyesinin bir kademe üstünde duruyor.

Yunanistan giderek Almanya’nın “serbest ekonomi” bölgesine dönüşüyor. Merkel’in son ziyareti bunun bir ifadesi oldu. Yunanistan’ın ekonominin dönmesi için Troyka’nın 31 milyar avroluk krediyi onaylamasına acil ihtiyacı var. Troyka, Yunanistan’dan 2013 ve 2014 yılında 11,5 milyar dolarlık kamu harcamalarını kısmasını istiyor. Yunanistan’da sınıfsal kutuplaşma şiddetleniyor. Yapılan son grevle son üç yılın 19’uncu genel grevi ve 51. büyük grevi gerçekleşmiş oldu.

2013 yılında Avrupa’da iki ülke dikkat çekecek: Yunanistan ve İspanya… Bu iki ülke hem Avrupa gericiliğinin, hem de Avrupa işçi sınıfının laboratuarı olacak. AB’de krizin derinleşmesi kıtada sınıfsal antagonizmayı yoğunlaştırıyor. 2013 yılı aynı zamanda kıtayı harekete geçirecek sınıfsal öfke patlamalarına, büyük direniş ve eylemlere sahne olabilir. Yunanistan ve İspanya’nın yanında, özellikle İtalya ve Fransa izlenmesi gereken ülkeler olarak öne çıkacaktır. Kıta, kavganın ve sınıfsal öfkenin merkezi oluyor. Kıtanın her ülkesinde sınıfın militan ve radikal ruhu dolaşmaya başladı.

(Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak, 19 Ekim 2012, Sayı 09-42)