Hak-İş 14. Olağan Genel Kurulu 10-11 Temmuz’da gerçekleştirildi. İşçi sınıfına yönelik saldırıların artarak sürdüğü, kıdem tazminatının hedefte olduğu bir dönemde “Emek, Demokrasi, Özgürlük, Adalet İçin İleri” başlığıyla toplanan Genel Kurul’da, elbette sınıfa yönelik saldırılar da kamu işçilerine yapılacak zam da gündeme getirilmedi. Hak-İş’ten böylesine yakıcı sorunların tartışılıp mücadele programlarının somutlanmasını beklemek onun misyonunu anlamamak olurdu.
Tayyip Erdoğan, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, Sanayi Bakanı Mustafa Varank, Saadet Partisi Başkanı Temel Karamollaoğlu gibi isimlerin katılarak kendilerini onurlandırdığını söyleyen Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan, Kasım 2018’de de “Kıdem tazminatı fonuna sıcak bakan tek işçi konfederasyonuyuz” diyerek övünmüştü.
Geçmişi karanlık olanların bugünü de geleceği de parlak değil!
Sermayenin Türkiye işçi sınıfının mücadele potansiyelini görmesi için çok uzun zaman geçmedi. Bir CIA programı olan ve 31 Temmuz 1952’de kurulan Türk-İş ile işçi sınıfını denetim altında tutmak istediler. Ancak çok geçmeden işçi sınıfı DİSK’i yaratmıştı. 70’li yılların sınıf mücadelesi içinde işçi sınıfının kazanımları artmış, grevler, direnişler, fabrika işgalleri olağan eylemler haline gelmişti. Sermaye sınıfının faşistleri grev kırıcıları olarak kullandığı bu dönemlerde grev çadırları kurşunlanmış, devrimci işçiler katledilmişti.
Devletin resmi bir kurumu gibi çalışan Türk-İş ile işçi sınıfına hakim olamayacağını gören sermaye iktidarı o dönem siyasallaşmaya başlayan işçi hareketini daha fazla bölüp parçalamak için yine CIA gibi akıl hocalarının ve kontra güçlerinin pratik yardımları sayesinde yeni girişimlerde bulundu. Dönemin gittikçe büyüyen sosyalizm etkisine ve anti-emperyalist mücadeleye karşı Amerikan emperyalizminin açtığı kontrgerilla kamplarında ilk eğitime giden Alparslan Türkeş’in savunduğu faşist ideolojinin işçi sınıfını zehirlemesi için Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu (MİSK) kurdurulmuştu. Şanlı 15-16 Haziran büyük işçi direnişinden hemen sonra, 23 Haziran 1970 tarihinde MİSK’in kurulmuş olması, onun amacı konusunda yeterli bir fikir vermektedir zaten.
Aynı şekilde siyasal İslam olarak adlandırılan ve ideolojik zemini Amerika’nın Yeşil Kuşak projesi olan Komünizmle Mücadele Dernekleri’yle paralel anlayışa sahip Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu (HAK-İŞ) ise 22 Ekim 1976 tarihinde kurduruldu.
Görüldüğü üzere tüm bu gerici, faşist, karanlık örgütlenme şebekelerinin doğum yeri Amerikan emperyalizmidir. Sermaye sınıfının bekası için “vatan millet”, “din iman” diyenlerin doğuşunu hazırlayan aynı karanlık merkezdir.
12 Eylül’le yüzleri gülen sermaye işbirlikçileri
Milli Selamet Partisi’nin Milliyetçi Cephe hükümetinin ortağı olduğu 1976 yılında kurulan, İslamcı bir sendikacılık hareketi yaratmak ve İslamcı bir düzen kurmak amacı taşıdığını söyleyen Hak-İş bu dönemde işçi sınıfının politik açıklığı ve bilinç düzeyi nedeniyle istenilen amaca hizmet edemedi. O da MİSK de İşçi sınıfı içinde marjinal ama vurucu kontra güçler olarak kaldılar.
Gericiliğin önünü açan 12 Eylül faşizmi aynı şekilde Hak-İş’in de yolunu düzledi. DİSK’e 11 yıl boyunca izin vermeyenler, 1981 yılı başında Milli Güvenlik Konseyi’nin kararı ile Hak-İş ve bu konfederasyona bağlı sendikaların faaliyetine izin verdiler. Türkeş’in içeride, fikirlerinin iktidarda olduğu bu dönemde Erbakan’ı da içeride tutanlar, gericiliğin işçi sınıfı içinde kök salmasına bilinçli olarak izin vermiştir. Sermaye sınıfı Türk-İş ile dolduramadığı boşluğu Hak-İş ile giderme çabasındadır.
Yeşil Kuşak projesinde paydaş, AKP’ye yandaş
Hak-İş’in sayısal güçlenmesi ise Refah Partisi’nin İstanbul gibi birçok belediyeyi alması, koalisyon ortağı olması, siyasal İslam’ın politik etkinliğini arttırmasıyla başlamıştır. Bu AKP ile birlikte doruk noktasına ulaşmıştır. Hak-İş’in altın çağını yaşadığı bu siyasal iklimin ortağı AKP’ye açıkça destek verdiği kongre 5-7 Aralık 2003 tarihleri arasında yapılan 10. Genel Kurul’dur. Hak-İş bürokratları bu dönemlerde gerçekleşen saldırılara, hak gasplarına, özelleştirmelere, kölece çalışmanın yasallaştırıldığı yeni İş Kanunu’nun çıkarılmasına, mezarda emekliliğe karşı, çok zorunlu kaldıklarında bir iki göstermelik söz dışında hiçbir şey yapmamışlardır. AKP’nin yıpranmasını engellemek, işçi sınıfını kölece çalışma koşullarına razı etmek en büyük icraatları olmuştur.
Hak-İş bir projedir, tıpkı yaslandığı sosyal kesimi kendisine dayanak yapan diğer ideolojik ortakları gibi. Bu ideolojik paydaşların adı kimi zaman Milli Selamet Partisi olur, kimi zaman Refah Partisi, kimi zaman da AKP… Yandaşlık yaptıklarının ismi geçmişte olduğu gibi yarın da değişebilecektir. Ancak işçi sınıfı, sermaye sınıfına karşı kendi sınıf kavgasını vermeye başladığında, sınıf bilincini kuşanıp gücünü bölen tüm yapay ayrımları ortadan kaldırdığında Hak-İş gibi sermayenin diğer kollarını da etkisiz hale getirebilecektir. Hak-İş’in ‘70’li yılların sınıf mücadelesi ortamında etkisiz kalmış olması bir göstergedir. Yarınların aydınlık yayan ışığı iki ezeli sınıf arasındaki, işçi sınıfı ve sermaye sınıfı arasındaki tüm gölgeleri ortadan kaldıracaktır. İşte o zaman iki sınıf tüm netliğiyle kendi aralarında çarpışacak, kazanan işçi sınıfı olacaktır.