“Anne akşam işten geldiğinde uyumuş olsam da bana sarılır mısın?” Mesailerden bunalmış Fatma’nın gözleri doldu, beş yaşındaki kızının bu masum isteği karşısında.
“Baba bizi bırakıp neden işe gidiyorsun?” diye sorduğunda, Ahmet’in altı yaşındaki biricik oğluna verebileceği cevap, “Ama sana çikolata alamam gece işe gitmezsem” idi. Hafta sonu oğluyla markete gittiklerinde babasının uzattığı çikolatayı almayarak, “Gece işe gitme baba, ben çikolata istemem artık” diyen oğluna yüzünü çevirmişti Ahmet, gözyaşları görünmesin diye.
İstanbul’un emekçi semtlerinden bindiğimiz servislerle, kaleyi andıran, içerisinde devasa makinelerin bulunduğu çuval fabrikasına taşınıyoruz, sabah, öğlen ve akşamları. Günler, haftalar, aylar, yıllar birbiri ardına geçip gitmekteydi. Bu tekdüze yaşamda öğütülen hayatlarımızdı; mutsuz, durgun ve çaresiz… Fabrikalarda ağır çalışma koşullarının ve yöneticilerin hakaretleri, dışarıda yetmeyen maaşların yarattığı bunalım...
Bu hep böyle miydi, hep böyle mi olacaktı? Bu, işçinin alnına yazılmış kader miydi? Yok muydu bunun başka yolu? Bu cendereyi parçalayacak, umutsuzluğa ışık olacak, çaresizliği dağıtacak ve hayatları sarmalamış bu bunalımdan çıkacak bir yol…
Çare “İşgal, grev direniş!”
-Hiç bu kadar heyecanla buraya gelmeyi istemezdim. Şimdi evde duramayıp ya da sokakta bile gezemeyip, bir an önce fabrikada olup, her dakikasına, her anına müdahil olmak istiyoruz.
-Azimli olmayı ve bugüne kadar sırtımızdan geçinenlere karşı birlik olmamızı, ekmeğimiz için direnmeyi öğretti.
-Burada 18-19 ile 54 yaş arasına kadar insanlar var. Ayrı ayrı bölümlerde çalıştığımız için kimse kimseyi tanımıyordu. Ama bu işgalden sonra herkes birbirini daha iyi tanımaya başladı. Herkes kardeş gibi geçinmeye başladı. Herkesin birbirine saygısı daha da çok artmaya başladı.
-Televizyonda izlediğim zaman “niye böyle işgal yapıyorlar, niye grev yapıyorlar, niye polis bunlara saldırıyor” diye düşünürdüm. Ama gerçekten o arkadaşlar haklıymış, ben bunu burada gördüm ve anladım. Demek ki herkesin bir mücadelesi varmış. O gün belki gidip onlara destek olsaydık biz de bu durumda olmazdık. Geç kalmışız ama çok geç kalmış sayılmayız.
-Alınan hakkımı, çalınan hakkımı burada kazanıp, yapılan hırsızlığın acısını onlardan çıkarmak için de buradayım. İçimde bir hırs var, onlara karşı bir öfke var, nefret var.
-İnsanın özgüveni gelmesi için bazı şeyleri göze alması gerekir. Bazı zorlukları yaşaması gerekiyor. Benim bu saatten sonra yapacağım tek şey olur. Hakkımı aldıktan sonra yarın bir gün başka bir fabrikada direnişte olan arkadaşlarımın yanına gitmek olacak. Çünkü biliyorum ki her şeyden sonuç elde edeceğiz. Özgüvenim geldi. Sadece bizim için değil başka arkadaşlar için devam edeceğiz ve bu daha başlangıç diyoruz.
(İŞGAL – 60 Uzun Gün belgeselinden…)
Karanlık parçalanmıştı. Her yeri aydınlatmaktaydı, işçilerin ellerindeki direniş meşalesi. Yılgınlık yok, umutsuzluk yok, artık birleşmiş, kenetlenmiş, sıkılmış yumruklarla yürünüyor sömürüye ve zulme karşı. “Bu daha başlangıç mücadeleye devam!”, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!”, “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!” sloganlarıyla meydanlarda, sanayi havzalarında, sömürünün olduğu her yerde, taşeronluğa, kölece çalışma koşullarına karşı bayraklaşmış sloganlarıyla yürüyor işçiler.
Bundan yedi yıl önce yaşanmıştı Greif işgali. Taşeronlaşma ve sömürüye karşı taban birliğini ve komitelerini kurarak, bir yıl boyunca yapılan eğitim çalışmalarıyla sınıf bilincini kuşanmıştı işçiler. Sendikal bürokrasiye karşı söz-yetki-karar hakkı işçinindir diyerek, bu hakkı ellerine alıp kullandıkları, 60 gün boyunca gerçekleştirdikleri işgalin üzerinden yedi yıl geçti. Greif İşgali, krizi ve salgını fırsat bilen sermayeye karşı gerek örgütlenme gerek mücadele anlayışı ve pratiğiyle işçi sınıfına yürünmesi gereken yolu bugün de göstermektedir.
İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!
İşgal, grev, direniş!
İşgalci Greif işçileri