Saray dalkavuklarından Türk-İş şefi Ergün Atalay’ın basına ara sıra kendini hatırlatan demeçler vermek dışında pek meziyetinin olmadığını biliyoruz. İşçi sınıfının biriken temel sorunlarına karşı adeta kör, sağır ve dilsiz olan bu zat, taban basıncına artık kayıtsız kalamaz duruma her geldiğinde yaptığı yuvarlak açıklamalarla durumu geçiştirmede adeta ustalaşmış bulunuyor.
Misyonu ve görevi sermayeye uşaklık ve saray rejimine yaranmak olan Türk İş ağasının, geçtiğimiz yıllarda yaşadığı “açık mikrofon” hezimeti ile gerçek yüzü ortalıklara saçılmış ve işçi ve emekçilerin gözünde itibarı yerle bir olmuştu. Buna rağmen yıllardır yapıştığı koltuğunda saltanat sürmeye devam ederken, sermayeye yaptığı hizmette zirve yaptığına tanık olmaktayız. Bugüne kadar işçi sınıfının uğradığı her hak kayıplarının baş sorumlularından biri olan Türk-İş şefi, yine hariçten gazel okudu. Geçtiğimiz günlerde gelir vergisi, asgari ücret, taşeron ve EYT’liler konusunda açıklama yapan Ergün Atalay, gelir vergisinin mayıs sonu-haziran başında yüzde 27'lik vergi dilime girdiğini ifade etti ve şunları ekledi: “Bu sürdürülebilir, devam edecek adil bir sistem değil. Bas bas bağırıyorum, Sayın Nebati duymuyor.”
Bütün yetkilerin “tek adam”da toplandığını gayet iyi bilmesine rağmen Saray’ın kuklası Maliye Bakanı Nebati’yi muhatap seçmesi, söylediklerinin ne kadar karşılıksız olduğunu gösteriyor. Bir yandan Saray’daki tek adama yaranmayı elden bırakmıyor, öte yandan “elimden geleni yapıyorum” havası estirerek işçileri kandırmanın yolunu arıyor. Oysa oturduğu koltuktan yaptığı bu açıklamalarla sermaye rejimini “hizaya sokma” konusunda hiçbir inandırıcılığı yok. Gerçekten sesini duyurmak gibi bir niyeti olsaydı yapacağı şey açıktır. O da kendi konfederasyonuna bağlı tüm işçileri harekete geçirmek ve onları eylemli bir mücadele hattına sokmaktır. Bakın bakalım, o zaman sağır olan kulaklar nasıl da birdenbire duyuveriyormuş. Ama işçileri mücadeleye sevk etmek Saray dalkavuklarının ne haddine, maazallah sermaye iktidarı ve kendi “beka”sını tehlikeye sokacak işler başına gelebilir.
Türkiye’nin en çok üyeye sahip konfederasyonun başına çöreklenmiş Ergün Atalay, asgari ücret başta olmak üzere birçok konuda, sermaye rejiminin arkasında saf tutarak bostan korkuluğu görevini yerine getirmektedir. Genellikle sermaye rejiminin politikalarını güçlendirecek şekilde rica-minnet açıklamalarla hep gündeme gelen Atalay’ın vergi dilimi konusunda bazı ifadelerindeki tonlama değişikliğinin sebebini işçilerin ortaya koyduğu tepkide aramak gerekir.
Çünkü, yüksek enflasyonla gün geçtikçe alım gücü düşen işçilerin, buna bir de ücretlerindeki vergi kesintisinin daha ilk aylardan itibaren eklenmesi hayatları katlanamaz noktaya getirmiştir. Çoğunlukla sendikalı işçilerin yaşadığı bu sorun, sendikacıları da zorunlu olarak bu konuda bir çift söz söylemeye itmiştir. Fakat sermaye sınıfının çıkarını ön planda tutan sendika bürokratları, bu konudaki taleplerini sermaye iktidarına sunarken, sermayedarlara helal gelsin istemiyorlar. Bunun için işçi ve emekçilerin cebinden kesilen fonlardan ya da devlet bütçesinden karşılanması kaydıyla bir değişikliğin yapılmasını talep ediyorlar. Bundandır ki asalak patronlarla sendika bürokratları vergi dilimi konusunda benzer açıklamalar yapıyorlar. Böylece sendika bürokratları, sermayedarların canını sıkmadığı müddetçe, istedikleri gibi “yaygara” koparabilir ve işçilere mavi boncuk dağıtabilir.
Tüm bunlar tekrar tekrar şunu gösteriyor ki; işçi sınıfının bugün yaşadığı sefalet koşulları ve katmerli köleliğin tek sebebi sermaye sınıfının aşırı kâr hırsı ve sömürü düzenidir. Bu düzenin “sonsuz bekası” için de sermaye iktidarı uyguladığı baskı politikaları ve kapitalistlere sunduğu sınırsız destekle iş başındadır. Tüm bunlara ek olarak, işçi sınıfının tepki göstermemesi ve mücadele etmemesi için de sendika ağaları sermayenin birer ajanı gibi sınıfın içinde çalışmaktadır. Bugün de işçi sınıfı adeta “şeytan üçlüsü” tarafından kuşatılmış durumdadır.
İşçi sınıfının bu çemberi kırması için ilk önce sırtında birer kambura dönüşen sendika bürokrasisiyle hesaplaşması gerekiyor. Sermaye düzeninin dayattığı kölelik koşullarına ancak mücadelesinin önünde engele dönüşen sendikal kastı alaşağı ederek karşı çıkabilir. Sermaye sınıfına sürekli kan taşıyan ve işçi sınıfını kötürümleştiren sendikal düzeni yıkmak ancak işçi sınıfının tabandan birliği ve fiili-meşru mücadelesiyle mümkün olacaktır. Kapitalistleri, saray rejimini ve sendika bürokrasisini hedef tahtasına koymadan yürütülecek her mücadele ise eksik kalacaktır. O yüzden “Sınıfa karşı sınıf!” şiarını rehber edinerek ve şer üçlüsüne karşı topyekûn bir mücadele vererek işçiler geleceklerini kazanabilir.