25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü yaklaşıyor. İşçi ve emekçi kadınlar olarak 25 Kasım’ı pandeminin alınmayan önlemler yüzünden tüm ülkeyi sarstığı, ekonomik krizin derinleştiği, kadın cinayetlerinin, şiddetin, çocuk istismarının, açlık ve yoksulluğun katlanarak arttığı bir süreçte karşılıyoruz. AKP iktidarının gerici politikalarının bu süreçte işçi ve emekçi kadınlar üzerindeki yansımalarını ise istatistiksel verilerden net olarak görebiliyoruz.
AKP iktidarı, kadın cinayetleri oranının azaldığını büyük bir yüzsüzlükle açıklasa da cinayetlerin azalmadığını, aksine katlanarak arttığını her gün görüyor, yaşıyoruz. Yapılan araştırmalar pandemi sürecinde kadına yönelik şiddetin %28 oranında arttığını gösteriyor. Son 17 yılda ise kadın cinayetlerinin %344,5 oranında arttığını, 2020 yılının ilk dokuz ayında 369 kadının katledildiğini ortaya koyuyor. 2020 Cinsiyet Eşitliği raporuna göre ise Türkiye’nin 153 ülkeden 130. sırada olduğunu görüyoruz.
Pandemi ile beraber çocuk istismarını meşrulaştırmaya yönelik yürütülen gerici politikalar nedeniyle çocuk yaşta evlilikler dünya genelinde artmış durumda. Öyle ki, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) tarafından yapılan açıklamada, “Covid-19 nedeniyle 2020-2030 yılları arasında şu anki hesaplamalara ek olarak 13 milyon çocuk yaşta evlilik olabilir.” deniliyor.
Cinayet, şiddet, taciz ve tecavüz suçunu işleyenlerin birçoğu ise ya tutuksuz ‘yargılanıyor’ ya da yargı süreci bile işletilmiyor. Tıpkı İpek Er’e tecavüz ettikten sonra devletin kendisini tutuklamayacağını belirterek tehdit eden ve ölümüne sebep olan uzman çavuş Musa Orhan örneğinde olduğu gibi. Tıpkı Aleyna Çakır’ı döverek öldürürken video kaydına alan Ümit Can Uygun örneğinde olduğu gibi. Cinayetlerin, taciz ve tecavüzün bizzat devlet politikası olduğuna dair bu ve bunlar gibi daha sayısız örnek verilebilir.
İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline yönelik çalışmalar da yaratılmak istenen itaatkâr toplum modelinde emekçi kadınlara biçilen rolü pekiştirmenin bir yolu olarak görülüyor.
Diğer yandan pandemi ve artan ekonomik krizin yoksullaştırdığı milyonların yarısından fazlasını yine işçi ve emekçi kadınlar oluşturuyor.
Yoksulluk sınırının altında yaşayan ortalama 11 milyon emekçinin yarısından fazlasını kadınlar oluşturuyor. Yoksul kadınların ise %84,6’sı çalışmazken, %15,4’ü çalışma yaşamına katılabiliyor.
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK)’e bağlı Genel-İş Sendikası’nın 2020 kadın emeği raporuna göre işsiz kadın sayısı 2014’ten 2019 yılına kadar %20 artış göstermiştir. 2020 İşsizlik ve İstihdam Görünümü Raporuna göre ise kentsel genç kadın işsizliği %32 civarındadır. Pandemi sürecinde de işten atılan ilk kadın işçiler olmuştur. 2019 yılında 500 bin kadın ise ev içi bakımı nedeniyle işinden ayrılmak zorunda kalmıştır.
Çalışan kadınların ise %34,4’ü kayıt dışıdır (2020 yılı verileri). Pandemi sürecinde ortaya çıkan bu tablonun vahimliği kadın işçilerin çalışma şartlarında da kendini göstermiştir. Birçok kadın işçi, bu süreci fırsata çevirmeye çalışan patronlar tarafından sağlık açısından uygun olmayan ortamlarda, maske dahi verilmeden, uzun saatler boyunca çalıştırılmaktadır.
Yine Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’nun (KESK) 2020 yılı araştırmalarına göre kadınların%59’u iş yerinde mobbinge uğruyor, %39’u yasal haklarından dahi mahrum bırakılıyor. Çocuk bakım hizmetlerinin yetersiz olduğunu, kamu kreşlerinin olması gerektiğini belirten kamu çalışanı kadınların oranı ise %94.
Bilindiği üzere sağlık alanında kadın çalışanlar önemli bir yer tutuyor. Pandemi sürecinde daha yoğun ve uzun süreli çalışma koşulları, tüm sağlık çalışanlarının ellerinden alınan izin ve emeklilik hakları düşünüldüğünde, kadın çalışanlar için sağlık açısından olumsuz etkilenilecek birçok sorun ortaya çıkmaktadır.
Öte yandan, işçi ve emekçi kadınlara dayatılan yaşam koşullarına, sermaye iktidarının kadınları köleleştirmeye dönük gerici politikaları, çocuk istismarının meşrulaştırılmasına, İstanbul Sözleşmesi’nin iptali tartışmalarına karşı emekçi kadınlar her seferinde sokaklara inmektedir. Devletin ikiyüzlü ‘evde kal’ politikalarına karşı, yaşadıkları baskı, sömürü ve şiddet karşısında binlerce emekçi kadın pandemi koşullarında meydanlara inerek yanıt verdiler.
Fakat, yaşamakta olduğumuz kapitalist düzende özgürlük ve eşitlik talebimizin hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğinin bilincinde olarak hareket etmemiz gerekiyor. Çünkü kapitalist sömürü düzeni, işçi ve emekçi kadınlara vurulan kölelik zincirlerini sürekli yeniden üretmektedir. Sınıflı toplumlar var oldukça sömürü de şiddet de var olacaktır.
Tam da bu nedenle işçi ve emekçi kadınlar olarak bu 25 Kasım’da da özgür ve eşit bir dünyanın sosyalizmde mümkün olduğu bilinciyle hareket etmeli, yaşamak için sosyalizm mücadelesini büyütmek yolunda adımlar atmalıyız. Kadın cinayetlerine, şiddete, tacize ve tecavüze, çocuk istismarına, güvencesiz çalışmaya karşı 25 Kasım’da mücadeleyi büyütelim!
Yaşamak için sosyalizm!
25 Kasım’da mücadeleye!
İşçi Emekçi Kadın Komisyonları