Yeni vergi yasası paketi TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edildi. Bu yasaya göre Dijital Hizmet Vergisi, Değerli Konut Vergisi, Konaklama Vergisi gibi yeni vergiler getirilirken, Gelir Vergisi tarifesine yeni dilim ve oran eklenmiş oldu.
Vergide yapılan düzenlemeler vergi adaletsizliğini ortadan kaldırmak için değil, aksine işçi ve emekçiden daha çok vergi almak amacıyla yapılıyor. Dolaylı ve dolaysız olarak toplanan bu vergiler hem çalışan sınıftan hem de sermaye sınıfından aynı oranlarda toplanıyor.
Yeni düzenleme ile birlikte AKP “çok kazanandan çok, az kazanandan az alacağız” diye propaganda yürütse de işin aslının öyle olmadığını bir örnek bile göstermeye yeterli olacaktır. Dijital Hizmet Vergisi adı altında, internet ortamında mal ve hizmet satışından, reklam vb.den elde edilen kazançlara vergi getirildi. Dünya genelinde 750 milyon euro, Türkiye’de 20 milyon liradan fazla kazananları kapsıyor bu yasa. Bu durumda dünyada tekelleşmiş, Amerikan menşeili teknoloji şirketleri olan Google, Amazon, Facebook ve Apple gibi devler internet ortamından elde ettikleri gelirleri üzerinden Türkiye’ye %7,5 oranında vergi ödeyecekler. İlk olarak Fransa’da dile getirilen ve Amerikan şirketlerini hedefleyen yasa ile Fransa %3 oranında vergi topluyor. Orada bu yasaya G.A.F.A da deniliyor ve Türkiye’nin G.A.F.A’ya çok da ‘Fransız’ kalmadığı ortada. Teknoloji devlerinin bu vergi yükleri ile ulus devletlerin piyasalarından çekilmelerini beklemek gülünç olur. Tekellerin atacakları ilk adım, hizmetlerine zam yapıp, bu farkı kullanıcılardan çıkarmak olacaktır. Hatta Türkiye’de bu kanun kabul edilince, Spotify uygulaması hemen 4-6 TL arasında zam yapacağını duyurdu. Yani tekrardan dolaylı yollardan para kaynağı oluşturuldu.
Toplumsal zenginliği üretenlerin bu zenginliğin paylaşılmasında yaşadığı eşitsizliği matematiksel olarak da ortaya koymak mümkün. %1’in %99’dan büyük olduğu kapitalist sistemde, hem kapitalistlerin hem de onların devletlerinin soygunu ile işçi ve emekçiler çok yönlü sömürü cenderesi içindedirler. Özel ya da kamuda çalışan, geçimini emeğini satarak sağlayan işçi bir yandan ürettiği değerin karşılığını alamıyorken, diğer yandan da devletin topladığı vergiler ile “çalışan yoksul” haline geliyor. Asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığı Türkiye’de milyonlarca asgari ücretli, Gelir Vergisi’ne getirilen zam ve enflasyonun erittiği maaşlar ile mücadele etmek zorunda.
Bir de madalyonun öteki yüzü var. Cumhurbaşkanlığı maaşı, 7 bin TL zam yapılarak, 81 bin 250 TL’ye çıkarıldı. Erdoğan’ın şirketlerinden kazandıklarının yanına bir de devletin hazinesinden aldığı bu aylık maaş eklendi. Sermayenin diktatörünün sefahatinden tasarrufa gitmediği bir kez daha görüldü. Büyük sermaye gruplarının ve yandaş sermayedarların da krizi nasıl fırsata çevirdiklerini, borçlarını kamusal kaynaklara nasıl yıktıklarını biliyoruz. Her bakımdan akıldışı olan bu sistemde servet ve sefalet arasındaki uçurum derinleşmeye devam ediyor.
İşçi ve emekçilerin, örgütlü davranan sermayenin sömürü düzenine karşı güçlü bir yanıt vermekten başka bir çareleri yoktur. En acil istemler olarak, “İnsanca yaşamaya yeten asgari ücret!”, “Artan oranlı gelir vergisi!”, “Servet vergisi alınsın!”, “Asgari ücretliden vergi alınmasın!”, “Her türlü dolaylı vergi kaldırılsın!” taleplerini öne çıkarıp, mücadeleyi yükseltmeleri gerekmektedir.
Zaten her türlü kazancı elinden çalınan asgari ücretlilerin vergi ödemesi ayrı bir yüktür. Hele ki ekonomik krizin yaşamı ağırlaştırdığı, AKP gibi kendi bekası uğruna savaşlar çıkartan, kamusal kaynakları yandaşları ile birlikte yağmalayan sefil bir burjuva iktidarının var olduğu bir ortamda, işçi ve emekçilerin örgütlü mücadeleyi yükseltmeleri tek seçenek haline gelmiştir. Lübnan’da da görüldüğü gibi, bardağı taşıran son nokta olarak Whatsapp uygulamasına getirilen zammın tetiklediği kitlelerin güçlü sokak muhalefeti hükümete geri adım attırmıştır. Dünyanın farklı birçok noktasında sefalete sürüklenen kitleler sokaklarda mücadele etmektedir. Türkiye’de de bu soygun düzenine dur demek için harekete geçmenin vaktidir.